19 Nisan 2015 Pazar

Empati ya da ” İşin Fıtratında Var”



              Mahmut Balpetek                                                                          5 Mart 2015
 Siyasal hayata liberaller tarafından monte edilen empati kavramı  son dönemde toplumsal sorunları çözmek için her derde deva gibi sunulmaktadır.
fıtrat
Zaman zaman kimi sol sosyalistlerin de dikkat etmeden kullandığı dillere pelesenk olan bu kavramın toplumsal mücadelede karşılığı nedir? Sorusunu irdelemek bu eksende bir tartışma yapmak kaçınılmaz gibi görünmektedir.


Sözcük anlamı açısından empati (eş duyum) kavramının genel geçer tanımı bulunmamaktadır. Kaynaklar empatinin tam olarak ne ifade ettiği ile ilgili değişik bilgiler
sunmaktadır.Fakat kısaca özetlemek gerekirse: Empati bir kişinin kendisini duygu ve düşüncelerinden soyutlayarak bir başkasının inançlarını, arzularını ve özellikle duygularının farkına varabilme ve anlayabilme yeteneğidir. Bir başka ifade ile kendini karşındaki ile özdeşleştirmektir.
Kavram esas olarak iki insan arasında geçebilecek bir ilişkiden söz etmektedir. Ancak iki insan arasında bile böylesine bir iletişimin gerçekleşeceği varsayımının mutlak doğru olduğu tartışmalıdır. Zira bir erkeğin hamile bir kadının karnında bebek olmaya namzet ceninle kurduğu duygusal bağı nasıl kurabilir? Ya da hamile kadının doğum sancılarının acısını nasıl hissedebilir. Hiç tanımadığı duyguları ve acıları yaşayan kişi ile empati kurmak onu olduğu gibi hissetmek mümkün gibi görünmemektedir.
  Geriye kalan seçenek ise, empati kuracak kişinin tanıdığı duygu ve acılar içinde olan kişi ile eş duyum  kurabilme olasılığıdır. Onun da sorun çözmek için bir anlam ifade edeceğini iddia etmek istisnaları dışarıda tutarak kabul etmek adeta imkansızdır. Etki alanı kendinden menkul ve  belirsiz olan bu kavramı liberal anlayış sahipleri,  bütün toplumsal çelişkilerin çözümünde kullanılması mümkün bir yöntem olarak ileri sürmektedir. Yani bütün sorunların kilidini açan bir maymuncuk işlevi yüklemektedirler.
  Kavramı  baz alarak konuya yaklaşacak olursak, toplumsal çelişkileri çözmede insan merkezli bir yaklaşımın ötesinde muktedirin mazlumun duygusuna girmesi ve onu anlaması gibi faşizan bir anlayışın olduğunu görmek mümkündür. Zira mazlumun muktedir ile duygudaşlık kurması ne gerekli ne de anlamlıdır, hatta böylesi bir duygudaşlık kurma isteği bile verili sistemin bugünü ve geleceği açısından son derece sakıncalıdır demek mümkündür.
  Kavram aynı zamanda toplumsal mücadelenin inkarını içkin kılmaktadır. Çünkü, empati yeteneğine sahip olan ezen muktedirlerin,ezilenler ile kurdukları duygudaşlık ile onları anlama ve onlar için en iyisine karar verme  yetisine sahiptir, şeklinde bir ideolojik yaklaşımı içkin kılmaktadır.
                         Sınıf Mücadelesi Yerine Empati
  İnsanlık tarihi sınıfların mücadele tarihidir. Sınıfların kendi arasında sürdürdükleri çıkar mücadelesi insanlık tarihinin biçimlenmesinde tayın edici role sahiptir. Empati sınıf savaşlarını ustaca, sinsilik ile  bir tarafa atarak onun yerine duygudaşlığı ikame etmektedir.Bir an için  bunun sosyolojik karşılığı yoktur demek mümkündür? Ancak Neo Liberal ekonomik politikaların egemen olduğu dünyamızda etki alanının yok olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir. Bu etki alanını azaltmak giderek yok etmek için bu kavramları deşifre etmek kaçınılmaz gibi görünmektedir.
  Şimdi yakın tarihimizden birkaç örnekle kavramı  irdelemeye devam edelim. Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan maden cinayetinde iki taraf vardı. Birinci taraf madende hayatını kaybeden emekçiler, ikinci tarafta maden sahibi ve onun siyasal temsilcisi konumundaki iktidar. Kısaca cinayet sonrası yaşananlara göz atarsak yaşananları şöyle özetlemek mümkündür. Maden sahibi bütün “güvenlik önlemlerinin alındığı buna karşın kazanın  yaşandığını, kendisinin de yaşananlardan çok zarar ettiğini” anlattı.
   Siyasi temsilcisi bugün Cumhurbaşkanı, o tarihlerde Hükümetin Başbakanı  olan  Erdoğan “ölüm madencinin fıtratında var” diyerek sorunun abartılacak bir yanının olmadığının  altını çizdi.
  Cinayette sağ kurtulan emekçiler ise “aç kalmamak için yaşam odası dahil hiç bir güvenlik tedbirinin olmadığı koşullarda çalışmak zorunda olduklarını” anlatılar.
  Antagonist karşıtlık gösteren bu iki yaklaşım orta yerde duruyor iken, hiç açlık duygusu, mecburiyet kavramını  tanımamış, tanısa da sınıf atlayarak ondan kurtulmuş birinin  iş cinayetine kurban gitmiş emekçi ile empati kurması beklenemez. Zira o cinayetlere neden olan güvenliksiz ortam maden sahibi için az masraf çok kar anlamındadır. Bir başka ifade ile sermaye sınıfının temel yaklaşımı daha çok kardır. Çok kar içinde emekçinin kanı da vardı var olacaktır. Diğer taraftan, sermayenin siyasal temsilcisi iktidarın “işin fıtratında vardır” demesi kimden oy aldığının değil, kimin temsilcisi olduğunun tescilidir. Zaten kapitalist sistemde iktidarın görevi bütün devletin aparatları ile sermayenin çıkar ve karını korumaktan başka bir şey değildir.
  Gerek sermaye sahibi, gerekse onun siyasal temsilcisi iktidarın kendi sisteminin bekası için ezilenlerle kurdukları ve/veya kuracakları ilişki “ben zarar ettim” ve ”ölüm işim fıtratında var” yollu rasyonel alakadarlığın ötesine gidemez. Empatileri de eş duyumları da bundan ileriye gitmez.Geride bize liberallerin hikayeleri kalır.

Hiç yorum yok: