19 Nisan 2015 Pazar

Sekter Boş Davulun Kaba Sesini Çıkarır

Rıza Aydın

Alevi dünyasının bir sorunu da, dışımızdaki kurumlarla ilişkilerimiz üzerine yapılan değerlendirmelerdir. Bu yazımda bu konu üzerine düşüncelerimi yazmak istiyorum.
davul
Hem kişisel hem de derneklerimizin temsilcisi olarak, zaman zaman toplantılara çağrıldığımız ya da kişisel olarak düşüncelerimizi alma babında bizlerle görüşme istekleri oluyor. Bu durumda ne yapmalıyız?




Sol dünyadan Alevi hareketine gelen, Aleviliği de iyice özümseyemediğini sandığım kimi arkadaşlar, boş davul gibi kaba sesler çıkarak, her şeye saldırıyorlar. Bu seslerin bir endazesi yok ama ben bu vesileyle düşüncemi yazmak istiyorum.
Hegel’in hukuk felsefesinin eleştirisi” adlı yazısında Mark, “Radikal olmak, işleri kökünden kavramaktır. Ama insan için kök, insanın kendisidir1” der. Radikal adam var olan bir sorunu kökten kavramaya çalışıp, onun kökten çözüm yolları için kafa yorar. Bunun için radikal adam dolu başakların başının eğik olduğu gibi sakindir bağırıp çağırmadan, var olan sorunun anlaşılıp aşılması için yol yöntem araştırır, sekter insansa içi boş davulun kaba sesler çıkardığı gibi sağa sola bağırıp küfreder, çevresindeki insanları kırar. Sekterin sağcısı, solcusu dinlisi dinsizi olmaz sekter her yerde sekterdir. Biz, bize sövüp sayan sekterlere kulak asmadan, işimizi yapmaya, var olan sorunların bir çözüm yolunu bulmaya çalışacağız, bütün çabamız bunun için.
Alevilik her şeyden önce bir tarzdır, bir usuldür, insanın gönül kabesini kırmadan meramını anlatmaya özen gösterir. Alevi edebiyatının kurucusu kabul edilen Kaygusuz Abdal, “Sana âlem görünen hakikatte Allah’tır” diyor, bu yolda yoldaş olmuş olan Nesimi ise “Her nereye baktın ise sen orda Allah’ı gör” diyor. Bu yüzden Aleviler toprağında canlı olduğuna inandıkları için, toprağa yavaş basarlar ki toprağın başı incinmesin diye derler. Hal böyleyken ki böyledir, her söze kadir oluşta onca baş inciten, gönül kıran sözler söylemeyi marifet saymanın anlamı yok. Biz var olan sorunlarımızı Alevi muhabbeti edebi içinde muhabbet edercesine anlatıp çözüm yolları aramaya çalışacağız.
Geçtiğimiz senelerde, başbakanın Muharrem ayında Alevi örgütlerini bir otelde “iftar” yemeğine davet etmesi üzerine, farklı, böylesi bir sorunla karşı karşıya kaldık. Anadolu Alevi yaşantısı içinde oluşan2, Alevi inancındaki Muharrem yası – matemi sırasında, İmam Üseyin’in3 Kerbela’da çektiklerini hissetmek için yapılan, bir anlamda empati niteliği taşıyan Muharrem orucu, diğer inanışlardaki oruçlara benzemediği için, diğer inanışların oruç açmalarını ifade eden “iftar” gibi bir geleneğimiz yoktur diye başbakanın bu davetine gidilmesine karşı çıkmıştık; çünkü o zaman oraya gitsek, geleneğimizde olmayan bir yolun önünü açmış olacaktık. Bu davete karşı durmuş olmamızdan olacak galiba, her toplantı davetine gidip gitmemek bir sorun olmaya başladı.
2015 yılının Nevruz gününe denk gelen günlerde Başbakanlık Alevi kurum temsilcilerini İstanbul’da bir toplantıya davet etmiş, PSAKD Genel Başkanının da içinde bulunduğu birçok kurum başkanı bu toplantıya katılmış. Bu toplantıda neler konuşulduğuna bakmadan, bunu anlayıp dinlemeden, hemen bu toplantıya katılan kurum başkanlarına, Alevi üslubuna uymayan bir tarzda hakarete varan “eleştiriler” yapılmaya başlandı. Bunu sanal medya denilen, internet üzerinde tartışmak zorunda kaldık.
Buradaki “eleştiriler”, bu toplantıya katılan kurum temsilcilerinin, hükümet yetkililerine söylediği, dile getirdiği görüşlerine değil, sırf bu toplantıya katılmış olmalarına yapılıyordu. Bu tartışmaları, yazılıp çizilenleri okuyunca, acaba Hünkâr, Hacı Bektaş Velinin hayatında bu soruna ışık tutacak bir şey var mı diye Hacı Bektaş Velinin efsanevi hayatının anlatıldığı Velâyetnameyi4 düşünüp onu inceledim.
Velâyetnamede ki anlatımlardan anladığım kadarıyla, Hünkâr, Hacı Bektaş Veli davet edildiği yere “Hakk’a giden hak uğruna Hak için” deyip o davete gidiyor; bu anlatımlardan ikisini oradaki anlatılış haliyle buraya alıyorum.
O bilginle köylüler, Hünkâr’ı buldular, selam verip davet ettiler. Hünkâr, Hakk’a giden hak uğrum hakkıyçin nereye dâvet edildiysem gittim, siz gidin, bizde şimdi geliyoruz dedi5.”
Bundan sonra Tatar uluları, Hünkâr’ın huzuruna gelip ey gerçek er dediler, bu devletlinin Kayseri’de bir oğlu var, mahpus. Beraber Kayseri’ye gidelim de Kayseri Beyinden onu iste. Hünkâr, mahpus çocuğun babasına, Hakk’a giden hah uğrum hakkıyçin dedi, kimse, bizden bir şey istedi mi reddetmeyiz onu6.” Hünkâr’ın tavrı böyle, buradan önümüzü aydınlatacak bir ışık alabilir miyiz?
Bence, eğer kişi kendi kendine güveniyorsa, davet edildiği yerde bir tuzak endişesi de yoksa oraya gitmesi orada geçireceği zamanı değiyorsa, yani bu boşa geçecek bir zaman kaybı olmayacaksa, o davete gitmesinde hiçbir mahzur yoktur. Gerek kurumları temsilen, gerekse de birey olarak böylesi davetlere gidilmelidir. Şahsen ben, eğer zamanım uygunsa, farklı düşünceden ya da kurumlardan kişilerin fikir alma, muhabbet etme babındaki davetlerine gidip muhabbet ediyorum. Keyifte alıyorum bundan.
Biz arkadaşlarımıza, hele de kurum temsilcisi konumundaki arkadaşlarımıza güvenmeliyiz. Bu arkadaşlarımızın girdikleri her toplumda, bulundukları her yerde, her zaman bizleri hakkıyla temsil edeceklerine güvenmeliyiz, inanmalıyız. Hiç unutmam, vakti zamanında Bayram Paşa cezaevinde farklı bir sol siyasi gruptan arkadaşımın görüşüne gitmiştim, eşi de yanımızdaydı. Cezaevinde görüşüne gittiğim arkadaşın, görüş kabininin kapısında bir şahsın daha olup bu görüşmeleri dinlediğini gördüm. Önce bu şahsın, gardiyan ya da cezaevi idaresinden biri olduğunu sanıp, arkadaşıma hayırdır bu ne dedim, arkadaşım da sanki bu normal bir şeymiş gibi, “örgüt bütün görüşmelerde böyle bir önlem alıyor” dedi; o bunu içselleştirip kabüllenmişti. O zaman bunu hem kendime, hem de görüşüne gittiğim arkadaşıma karşı bir güvensizlik olarak görüp, çok bozulmuştum.
Söz buraya gelince, devrimci yapılarda ya da toplumsal muhalefet hareketlerinde disiplinle güvenin nasıl olacağı sorunu da gündeme gelir. Bu konu üzerinde yoğunlaşıp düşündüğümde, Troçki ile Parti programı üzerine yapılan bir söyleşide, Troçki’nin söylediği şu sözlerin durumu çok güzel izah ettiğine inanırım. Troçki şöyle diyor: Partimizde “mutlak bir disiplin gereklidir ama, bu, ortak anlayıştan gelmelidir. Bu olmadan dayatılan disiplin bir boyunduruktur. Eğer –ortak- kavrayıştan geliyorsa kişililiğin bir ifadesidir ama aksi takdirde bir boyunduruktur. Disiplin ortak kavrayıştan geldiği zaman benim özgür kişiliğimin bir ifadesidir. Kişisel irade ile parti arasındaki karşıtlık değildir çünkü ben kendi özgür irademle katılmış oluyorum. Bu aynı zamanda bu programın temelidir de, ve bu programın sağlam bir politik ve moral temele oturması ancak bizim onu çok iyi7’ kavrayıp içselleştirmemizle mümkündür.”
İnsanlar önlerine gelen sorunları çözerler.” Alevilerinde her gelen gün, önlerine yeni yeni sorunlar geliyor. Elbette bu sorunların çözüm yollarını kendi aramızda muhabbet edercesine konuşmalıyız ama burada üslubumuz, sorunları ele alış tarzımız önemlidir; “üslubu beyan aynıyla insan” derler. Alevi her şeyden evvel gönül eridir. Mümkün olduğu kadar gönül kırmadan meramını anlatmanın bir yolunu bulmaya çalışmalıdır. Her hangi bir sorun olunca, anlayıp dinlemeden, radikallik sanarak sekterlik edip yıkıp dağıtmak Alevilerin tarzı olamaz, olmamalıdır da. Bir sorunumuz olunca, yani önümüze çözmemiz gereken bir sorun çıkınca, acaba bu yolun uluları8, geçmişte bu tür sorunları nasıl çözmüşlerdi, bu konulardaki tavrı nasıldı diye de düşünmeliyiz. Çalıyı başından sürükleyip her dalı kırmak bizim tavrımız olamaz olmamalıda.
1K. Marx, Fi Engels, Din üzerine, sol yayınları 1976 sayfa 47
2Muharrem ayında oruç tutma geleneği sadece Anadolu’daki Kızılbaş – Alevi geleneğinde vardır, örneğin Şiiler Muharrem ayında oruç tutmazlar.
3Bizim yörede hatta birçok deyişte konuşulurken Hüseyin denmez Üseyin denilir, niye böyle olduğuna girmeden bu yazıda böyle demek içimden geldi.
4Eskiden kullandığımız Arap alfabesinde sesli harf olmadığı için bir sözcük farklı şekillerde okunabiliyordu. A. Gölpınarlı’nin Vilayet –Name diye okuduğu sözcüğü, Alevi geleneği Velayet name diye telaffuz eder, Gazi Üniversitesi de böyle okumuş.
5Vilâyet – Nâme, Abülbâki Gölpınarlı yayını, sayfa 56.
6Vilâyet – Nâme, Abülbâki Gölpınarlı yayını, sayfa 66.
7Troçki’den aktaran, M. Yenice, Devrimci Marksizm’de “Geçiş Programı” anlayışı, Nisan 1980, sayfa 256
8Pir Sultan bir deyişinde “Bizden ihtiyarlar bizden uludur” diyor

Hiç yorum yok: