19 Şubat 2015 Perşembe

Gerçeklikten Kopan Barış Süreci


Mahmut Balpetek
      Barış süreci; kelimenin tam anlamı ile yılan hikayesine dönmüş durumdadır. Kuşkusuz ki,  sırtında  tarih küfesi olan bu girift sorunu  çözmek çok kolay değildir.
labirent
İktidarın, bu realite  karşısında  atması gereken adım, “açılım”diyerek, Özgürlük Hareketine el ense çekmek olmamalıdır.  Bunun aksine çözüm yolu,  bütün barış potansiyellerini en son zerresine kadar devreye sokmak ve harekete geçirmekten geçer. 
   Peki, yakın tarih açısından sorunun en uzun muhatabı olan AKP, nasıl bir yol izliyor? Yakından bakıldığında  esasen “yapıyormuş” gibi davranmaktadır.


 Eşi görülmemiş bir algı yönetimi ile  çözüm süreci politikası yürütmekte.Sorunu kendisi çözecek ama her seferinde, Kürt Özgürlük  Hareketinin   farklı bir dinamiğini çözüme engel olarak ilan etmektedir.
Çözümün önündeki engel olarak hedefe oturtmaktadır. İktidarın hedefine aldığı kurumlar konjonktüre göre değişiklik göstermektedir. Askıya al, yola devam et kısır döngüsüne dönüşen süreç bir arpa boyu yol almadan açılıp kapatılmaktadır.  
   Bu yaklaşım,  süreci  azami zamana yayarak Kürt Hareketinin  farklı kurumlarını birbirine kırdırmak ve bu vesileyle onları  tasfiye etmeyi hedeflemektedir. Devlet aklının geleneksel oyunu güvercinler ve kartallar ironisi…
   Yeniden başlamasına karar kılınan,  adına da  ” müzakereler ” denilen sürecin kendisine taraflar farklı anlam yüklemektedir.
Kürt tarafı,  anadil ile eğitimden, siyasi ve kültürel statülerinin  tanınmasına değin bir dizi taleple masaya oturduğunu söylemektedir.
 Zira bunun dışında Türkiye sınırları içinde silahsızlanmalarının söz konusu olmadığının altı çizilmektedir. “Biz dağlara piknik yapmak için çıkmadık” ifadesi ile ikna edici ölçüde hak alınmadıkça kalıcı barışa geçilemeyeceği vurgulanmaktadır.Görüleceği gibi Kürt Özgürlük Hareketi sınır içinde silahları bırakmayı atılacak adımların sonucu olarak varılacak aşama olarak görmektedirler.
 Öte yandan başbakan, bu talepler yokmuş gibi, barışı kararlılıkla sürdüreceklerini bu yolda kimsenin hayal edemeyeceği adımlar attıkları ifadesinin ardından ” kamu güvenliği bizim için vazgeçilmezdir. Kamu düzenini mutlak sağlamak mecburiyetindeyiz. Bölgeyi kimsenin istismar etmesine izin vermeyeceğiz. Süreç devam ediyor ve örgütün bütün elemanlarını sınır dışına çekinceye kadar sürecektir.” diye ifade etmektedir.
     Bu yaklaşım özü itibarı ile ardılı olduğu iktidardan farklı olarak ek bir şey içermektedir. Yani, öne sürülen  bu koşulla, çözüm denilen kavrama silahsızlanma ile sınırlı bir anlam yüklemektedir. Yani önce güvenlik, sonrasını konuşalım mantığı.
  Müzakereler ve karşılıklı atılacak adımların sonunda varılacak aşamayı önceleme anlayışı ile  yeni bir oyalama  etabı yaratılmaktadır. Bu aynı zamanda daha baştan kabul görmesi mümkün olmayan bir talepte ısrar ederek süreci açmaza sokmaktır. Yakından bakıldığında  sürecin gerçeklik duygusunu yitirmiş olduğu görülmektedir. Bugünün temel meselesi bu süreci gerçeklikle yeniden ilişkilendirmektir. Bu görev,  başta Kürt Özgürlük Hareketi ve onun bağlaşıklarının önünde ifa edilmek üzere durmaktadır.
                 Kürt Sorununda Yeni Dönem
Kürt sorunu ve Kürtlerin pozisyonu Kobani ile birlikte yeni bir evreye geçmiştir. Kobani direnişi ile birlikte Kürtler kendi içinde yeni bir ilişki biçimi dizayn ederken,  öte yandan  dünyanın Kobani ile geliştirdiği dayanışma, Kürtleri 90 gün önceki konumundan muazzam bir hareketle ileri sıçratmıştır.
   Bugünkü manzaraya bakıldığında, dünyada ve Türkiye’de yalnızlaşan AKP iktidarı ile içeride ve dışarıda bağlaşıkları artan  ve konumu güçlenen Kürt Özgürlük dinamiği görünmektedir. Yani sürecin başladığı tarihte görece daha güçlü olan AKP,  bu gücünü  tedrici olarak yitiriyorken, Kürtler gücünü konsolide ettiği gibi, yeni dinamikler ile ilişki kurmanın kapısını aralamaktadır. AKP,  bu durum karşısında askıya aldığını söylediği süreci yeniden başlatma durumunda kaldı. Yeni bazı adımlar atarak sorunu erteleme ve öteleme eğilimine girdiğini söylemek abartı olmaz. Zira, Alevi ve Dersim meselesinde olduğu gibi büyük beklentiler yaratarak, dağa fare doğurtmaya ebelik etmeye çalışmaktadırlar.Ancak bunun dün kadar kolay elde edilir bir sonuç olmadığı da ayrı bir handikap olarak orta yerde durmaktadır.
   Kürt Özgürlük dinamikleri  gelişimi ve değişimi kendi iliklerinde hissederek öz güvenli adımlar atmakta yeni siyasal atraksiyonlara girmekte beis görmemektedir.
   Buna karşı iktidar,  içeride ve dışarıda derin bir yalnızlık içinde olduğunun farkında. Ancak durumun değişebileceği umudunu da korumaktadır. Özelikle  Suriye’ye müdahale, uçuşa yasak bölge, tampon- güvenlikli bölge gibi seçeneklerden biri etrafında koalisyon güçlerini ikna ederek, durumu kendi lehine çevirmeyi umut etmektedir. Bir başka beklenti ise;  Kobani’de IŞİD eliyle elde edemediği sonucu Afrin’de elde etme arayışıdır. Yalnızlaşmasının bir sonucu olarak elindeki   kartlarının azalması, tümden umutsuz oldukları anlamına gelmemektedir.
     Zira Orta Doğu çok hızlı değişimleri, kendi içinde barındıran bir bölgedir. Dolayısı ile bu umudun gerçekliğe evrilmesi için genel seçimlere kadar zaman kazanmak ve 2015 seçimlerinden birinci parti  olarak  iktidara çıkmak kendileri için, çok kritik öneme sahiptir. Bu zamanı kazanmak için bir takım adımlar atmaları kaçınılmazdır. Ancak bu adımların çözücü ve halka tekabül edeceğine dair emareler görünür değildir.Tam da çıkmayan candan umut kesilmez misali manevralarına yenilerini ekleyecekler gibi görünmektedirler.
                  Yeni Bir seçim  ve Yeniden Ortaya Saçılan Açılımlar
 AKP;  12 yıllık iktidarı döneminde her zaman tabu kırıcıyı oynadı. Oynadı diyorum, zira gerçek anlamda tabu kırmadı.Tam aksine tabu ve tabuların neden olduğu derin sorunları seçimin nesnesi haline getirdi. Örneğin bir yandan, Alevi açılımı bağlamında, Dersim’den özür dilerken, yeni Dersim’lerin olmamasının yasal koşullarını yaratmak yerine, bu tarihsel olayları kullanarak muhaliflerini geriletmeye çalıştı. Diğer yandan, bugünü aklamak için geçmişten özür dilemiş gibi yaptı. Yani Roboski, Gezi, Ceylan Önkol, 6-7 Ekim de Kobani ile dayanışma eylemlerinde  kullanılan şiddeti aklamak için Dersim’den özür diler gibi yapmaktadır. Aynı yaklaşımı 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasında görmek mümkündür. 12 Eylül anayasasını koruyarak 12 Eylül paşalarının yargılamasında bu yaklaşımın tezahürüdür. AKP’nin bu siyasal duruşu tesadüflerin ötesinde sistematik bir yaklaşımın fenomeni olarak ortaya çıkmaktadır.
    Anadolu’da bir özdeyiş vardır. Yaptığının mala, davara zararı var mı? AKP ‘nin yaptığı ne bu güne bir faydası ne de geçmişte yaşanan katliamların tekrar edilmemesi için bir yararı faydası ya da zararı yoktur. Denilebilir ki, toplum açısından fayda ya da zararı yok ise, bir kaşık suda fırtına koparmanın ne anlamı var? Bu sorunun yanıtı, kendisi için siyası rant elde ettiği gerçeğinde yatmaktadır.
    Bugüne kadar seçim öncesi devreye sokulan, toplum tarafından coşku ile karşılanan açılımlar,  en  son dersim örneğinde görüldüğü gibi, eski coşkuyu yaratmaktan uzak alıcısı olmayan bayatlaşmış AKP numaraları olarak algılanmaktadır.Bu algıyı yaratan AKP’nin 12 yıllık siyasetinden başkası değildir.
                                    İktidara Göz Değil, Üçüncü Göz
 Barış siyasal bir mücadeledir. Dolayısı ile bizim için vazgeçilmez savaşım hattıdır. Barış mücadelesi AKP ile başlamadı o olmazsa buharlaşacak bir talep değildir. Barış sürecini meclisten demokratik kurumlardan, aydınlardan gizleyen iktidar, “ben olmazsam barış olmaz” algısı yaratmaya çalışmaktadır.Bu algıyı boşa çıkarmak için Kürt özgürlük hareketi yeni başlayacak süreç için üçüncü bir göz önerisi yaptı. Zira kim barış sürecinin gereğini yapmıyor ise üçüncü göz onu uyarsın ve toplum gerçek manada bilgilendirilsin. Bunu yapabilmesi için her iki tarafında yaptırım uygulayamayacağı niteliklere haiz bir  güç olması gerekir.Özgürlük hareketi bu dolayım ile üçüncü bir ülke ya da uluslararası saygın bir güç olması gerektiğini önerdi. Son derece öz güvenli ve isabetli bu öneriyi AKP ret ederek üçüncü göz olarak  çoğu iktidar ile göbekten maddi bağı olan “akil heyetinden” oluşan heyeti  karşı öneri olarak öne sürdü. AKP bütün kavramlarının içini boşaltarak bağlamından koparmanın bir manevrasını da üçüncü göz önerisinde  yapmaktadır. Yapmak istediği üçüncü göz değil, gerektiğinde  gözüne takacağı gözlüktür.
   “Süreç yeniden başladı” taktiğinin monte edilmiş, kamu güvenliği ve basın özgürlüğünün son kırıntılarını da yok eden düzenlemeler söz konusu iken, “akil heyeti” nasıl üçüncü göz görevini ifa edecek ? Anlaşılması mümkün değildir.Yani diktatörleşen bir iktidarın toplumda  özgürleştirici adım atması mümkün değildir. Özgürlük ve eşitlikçi olmak ilkesel bir duruştur. Yaşamın bütün alanları ile direkt ilgilidir. Ya herkes için özgürlük ve eşitlik ya da hiç kimse için. Bunun arası yoktur.  
  Son söz yerine “süreç bir taviz vermek ya da verme, alma süreci değildir” diyen cumhurbaşkanına rağmen süreç nasıl ilerler birlikte göreceğiz. Akılda tutmamız gerek destur şudur, iktidarlar iyi niyetlerinden değil, açmaza girdiklerinden  barış masasına otururlar .Dün çok güçlüyken çözmedikleri sorunu zayıflama ve yalnızlaşma trendine girdikleri bu günlerde çözebilirler mi? Sorusuna  rahatça evet demek mümkün değildir. Ancak, barış güçlerinin “ barış hemen şimdi” şiarının  gereği olarak  barış için mücadele etmeleri kaçınılmaz bir ilkesel duruştur.

Hiç yorum yok: