19 Şubat 2015 Perşembe

Yolsuzluk ve Darbe İkileminde Toplumsal Çürüme


 Ahmet Doğançayır
17 Aralık ‘Operasyonu’ ve sonrasında ortaya çıkan kargaşanın esası yolsuzluk olmayabilir, hatta sadece bir vesile olmuş da olabilir. Vesile olduğu politik savaşın gölgesi, başka herhangi bir şeyin üzerini örtecek kadar büyük olabilir.
erdoğ
Ama ortada yolsuzluk diye bir olay, böyle bir konu vardır. Ortaya çıkan skandal mecliste herkesin anlayabileceği bir dille anlatılmış, yüzüne tebliğ edilen bakan sanki konu kendisiyle ilgili değilmiş gibi dinlemiş ve konu hakkında ne o, ne de bir başkası ‘’yolsuzluk varsa üzerine gidelim’’ dememiştir. Medyanın yolsuzluk olaylarını büyütmeye yönelik ilgi veya ilgisizliği, politik güç dengelerine ve kendisinin o politik güç dengeleri içindeki yeriyle bağlantılı olduğu açıktır.


Çünkü kendisi de o alışverişin içindedir. Pekâlâ, ‘’yurttaşlar’’ Onlar da bir biçimde bu alışverişin içine katılmış değil midir? Kamu adına yetki kullandığını söyleyenlerin nüfuzlarını kullanarak çıkar sağlamaları, kayıt dışı ekonomik etkinliklerin, göz yummaların üst düzeydeki eşdeğerliği ve karşılığıdır. ‘’Yiyorlar ama çalışıyor adamlar’’ sözlerinin toplumda bu kadar kolay kullanılması da bu yüzden. Ancak bunun bir iç ve dış politika kanıtı haline gelmesi ise kuşkusuz yeni bir durum.
İktidarın yolsuzluk suçlamalarına gösterdiği şiddetli tepkinin bir özel nedeni, bir de genel nedeni var. Özel neden bunların ortaya dökülmesinin, Gülen cemaatinin devlete nüfuz etme stratejisinin fiili bir hali olarak görülmesiydi. Genel neden ise iktidar olarak onun muktedir olma halinin sorgulanması tehlikesi veya böyle bir algının doğmuş olmasıdır. AKP böyle bir algının doğmasının seçmen kitlesi içinde yüzer, gezer bir biçimde var olan muhalefetin yüzünü yeni arayışlara ve iktidar adaylarına çevireceğinin farkındadır. Çünkü yolsuzluğun açık hale gelmesi ve kamuoyunda tartışılmaya başlanması, iktidara dokunulmazlığını kaybettirirken her türlü aracılığa karşı tepkileri de seferber eder. Politikacı kesimine karşı hınçların ortaya çıktığı bu anlarda kamuoyu radikal tepkilerden, tüm politika biçimlerine karşı duran ahlakçı bir halkçılık arasında gider gelir. İşte bu anlar sol için önemli olmalı yolsuzluğun ortaya saçılmasının vesilesini oluşturan güç mücadelesi kadar yolsuzluk algısı ve yolsuzluk meselesinin üzerinde de konuşmak önemli olmalı.
Yaşadığımız düzen herkesin birbirine onurdan, şereften, hayâ ve utançtan bahsettiği ama ortada olmadığı bir düzendir. Yaşadığımız düzende çokça yaşanan Ahlâksızlık sorunu sadece siyasal alanda karşılaşılan, sadece aslında güvenilmeye değer kurumlarda yer alan görevlilerin yarattığı bir sorun değildir. Siyasal alandaki yolsuzluklar toplumdaki genel ahlâk düşüklüğünün sadece bir bölümüdür. Toplumun moral seviyesini düşüren olayların nedeni sadece birkaç yoldan çıkmışın varlığı değildir. Elbette güvenilmeye değer kurumlarda yoldan çıkmış kimseler olabilir. Fakat bir toplumda kurumların kendileri de yoldan çıkmış ve bozulmuşsa bu kurumlarda yer alan görevlilerin de bozulmaları, yoldan çıkmaları doğallaşır.
Kapitalist Şirketleşme çatısı altında düzenlenen bir toplumsal yaşam biçiminde ekonomik ilişkiler kişilerin dışında oluşmakta, yöneticiler eskisi kadar kişisel sorumluluk duymamaktadır. İş, savaş, siyaset dünyaları üçlüsüne dayanan bu düzende bireysel vicdan eskisi gibi önemli bir öğe olmaktan çıkmış, ahlâksızlık kurumsallaşmıştır. Sorun sadece şirketlerde, orduda, devlette bazı yöneticilerin yoldan çıkması değildir. Ahlâksızlık Askerileşmiş devletin politikasıyla iç, içe girmiş şirketler dünyasının en temel özelliği haline gelmiştir. Kamusal planda ahlâk anlayışının zayıflaması, yüksek maliyetli günah ve suçların artması, kişisel dürüstlüğün azalması gibi sorunlar sistemden kaynaklanan bu yapısal ahlâksızlıkla ilgili sorunlardır. Ne zaman ahlâksızlıkla, yolsuzlukla ilgili bir olay duyulsa ‘ bugün de bu çıktı’ denilmekte böylece sorunun tek, tek bireylerin yaptıkları ile ilgili bir sorun olmayıp geniş ve yaygın bir hastalığın göstergesi olduğu teslim edilmektedir.  Peki, bütün bu sorunları belirli bir hastalığın görünümleri haline getiren koşullar nelerdir. Önemli sorun budur.
Ahlaklı Kapitalizm mi?
Hastalığın nedenini gizlemek için bugün Kapitalizmin ahlaki eleştirisi yapılarak, ‘’çıkar peşinde koşmayı yaradılışımızın tek amacı haline getirirsek dünyanın altında kalırız. Bugün paylaşmadan ziyade, daha çok benim olsun arzusu, daha çok kazanma hırsı, bencillik, ihtiras daha öne çıkmış durumda. Bunlardan arınmalıyız. ’’ Denilerek burjuva toplumunun mantığı, özel mülkiyetin, Pazar ekonomisinin kişisel servet peşinde koşmanın mantığı ahlaki nedenlere indirgeniyor. İnsan doğasının bir parçası gibi gösteriliyor. Rekabetin yaşaması ve kişisel servet biriktirme eğilimi ve bunun ardında yatan Sosyal ve ekonomik temeller gözden gizleniyor. Para, silah, uyuşturucu, kadın, çocuk, su hava, insan vücudunu oluşturan tüm organlar, sanat eserleri, eğitim/sağlık/iletişim hizmetleri alınıp satılabiliyor. Eğer yaşadığımız toplumsal düzende, doğa, toprak, su ve insan emeği, alınıp satılabilen bir meta kategorisi haline gelmişse, her şeyin paralı hale gelmesi, soysuzlaşması, çürümesine de şaşmamak gerekir. Canlı yaşamı yok ediş hızla yol alırken, diğer taraftan bu kepazelik, ilerleme, modernleşme, çağdaşlaşma, “muasır medeniyeti yakalama”, “kalkınma” olarak sunuluyor. Yıkıcı rekabet ve sınırsız büyüme, hâkim ideoloji tarafından olumlu olarak değerlendirilmekle kalınmıyor, aynı zamanda yüceltiliyor da.
Böyle bir sistemde, kazanmak, her seferinde daha çok kazanmak için “her şeyin mubah” sayıldığı koşullarda, geçerli ahlak ‘’iş bitiricilik ahlakı’’ oluyor. ‘’Eski günlerden kalma değerler’’, doğruluk kural ve ölçüler şirketleşme çatısı altında düzenlenmiş bulunan kapitalist toplum yaşamının koşulları karşısında yetersiz kalıyor. Bu yeni düzende kitlelere yeni kurallar yeni değerler sunuluyor. İnsanlar bunları tümden reddediyor denemez. Tersine çokları için anlamlı bulunacak kural ve değerler kalmamıştır. Her yeni şirket iktidarları, tarım işletmesi toplulukları, işçi sendikaları bürokrasileri ve devlet kuruluşları moral yönden iddialı sözlerle işe başlarlar. ‘’Ne yapılırsa yapılsın hep kamunun yararı için yapılmıştır.’’ Bu tür sloganlarla işe başlayanların gerçek yüzleri açığa çıkınca yeni çıkar çevreleri, yeni çıkar kuruluşları aynı işlere daha yeni sloganlarla başlamak zorunda kalmışlardır. Bu sloganlarda eskiyince daha başkaları bulunmuş ve işler böylece sürüp gitmiştir.
Fakat siyasi ve ekonomik bunalımlar kesilmeyince, toplumda tereddüt, kuşku ve endişe yayılmaya başlar. İşleri yürütmek için, yönetenlerin yeni gerekçeler bulması gerekir. Böyle dönemler Ahlâksızlığın en açık ortaya çıktığı dönemlerdir. Ancak yönetici kesimlerin ahlâksızlığının en önemli özelliği, bu bunalımlardan aslında rahatsızlık duymaması ve hatta bunalımlarla karşı karşıya kalmayacak durumda görmesidir.  Bu kesimler tarafından bunalım toplumsal bir sorun sayılmamakta, tersine toplumsal sorunlara karşı gösterilen ilgisizliği, kabullenmişliği saklamak için halka karşı bundan yararlanılmaktadır.
Neo-liberal çağda yolsuzluk
Son yirmi yılda sistemin alternatifsiz sayılmasının, ‘’tarihin sonu’’ rehavetine girilmesinin rahatlığıyla, yolsuzluk olaylarının çekinilmeksizin skandal haline geldiğini gördük. Bu gibi operasyonlar kapitalizmin ‘rasyonel nizamını’ ve ‘ahlaki ekonomisini’ kurmasının adımları olarak kutlandı. Fakat Neo- liberalizmin ahlaki ekonomisinde büyük ahlaksızlık kârın ve verimliliğin ekonomi dışı aktörler tarafından sınırlanmasıdır. Politika son yirmi, otuz yıldaki dönüşümüyle bu ahlaksız ekonomiye uyarlanmıştır. Politikanın ekonomiye ilişkin söz hakkını iyice kaybetmesi, ekonominin şeffaflıktan ve sorgulanabilir olmaktan uzaklaşmasının üzerinde durulacak yapısal nedenidir. Bu zeminde yolsuzluk pek zahmet çekmeden normalleştirilir. Neo – Liberal çağda yolsuzluğun normalleşmesi sürecini yaratan bir başka etken de mali sermayenin büyümesi ve genişlemesidir. Bu büyüme ve genişleme kontrol edilmesinin güçleşmesi cazip olan yan ve arka yolların açılmasını sağlar. Özelleştirme süreçleri ‘’Müteşebbislerle’’ devletin bürokratik politik elit kesimleri arasındaki ilişki ağlarını her zamankinden daha değerli hale getirdi. Kayırma ekonomisinin ölçeği olağanüstü büyüdü. Gerek ekonomik gerekse siyasal kurumların çap olarak küçük ve örgütlenme yönünden de dağınık oldukları dönemden farklı olarak siyasal kurumlarla ekonomik olanakların iç içe girdiği günümüz dünyasında devlet kurumlarında çeşitli görevlere gelenlerin ellerindeki iktidardan yararlanarak kendilerine kişisel çıkarlar sağlamaları kolaylaşmaktadır. Devlet adamları, devlet görevlileri kesiminde de bu nedenle ahlâksızlık, yolsuzluk yaygınlaşmıştır. Siyaset adamları para alıyor ve kendilerine maddi çıkarlar sağlıyorsa bu ekonomik güç çevrelerinin siyaset adamlarına rüşvet vermeyi kendi açılarından uygun görmeleri sayesinde olmaktadır. Çünkü ekonomik güç çevreleri de işlerini kolaylaştıracak, kendilerine yardımcı olacak siyaset adamlarına muhtaçtır.
Ekonomik güç çevreleri bu tür adamlar bulabiliyorsa bu da siyasetçilerin bu tür işlere dünden razı olmaları sayesindedir. Toplumda statüler ancak ulusal ve uluslararası çapta büyük hiyerarşiler içinde kazanılmaktadır. Günümüz toplumunda statü gangsterliğe benzer yollarla elde edilmiş olsa da büyük servet ve parayla ilgili bir şey haline gelmiştir. Ayrıca bu statülere sahip kişiler mevkilerin, üyesi oldukları topluluğun saygınlık ve otoritesi ile kendi kişiliklerini özdeşleştirmeye başlarlar. Ulusu, şirketini, orduyu temsil eden kişiler olduklarını düşünmeye başlarlar. Sonra yaptıkları her şey şirket, ordu, ulus adına meşru sayılmaya başlar.
Bu meşruluğu pekiştirmek için devlet yönetiminde siyasal, moral ve askeri sorunlarda açık tartışmalara girilmemektedir.  Siyaset adamları ve bunların çevresindeki danışmanları siyasal kararların haklı gösterilmesine çalışmaktan bile vazgeçmişlerdir. Kamuoyunun görüşlerini oluşturmak için halkla ilişkiler tekniğinden yararlanılmaya başlanmış toplumda demokratik otoritenin yerini güdümleme ve tartışmasız işletilen karar süreçleri almıştır.
Yolsuzluklara ve yoksunluğa karşı kapitalizmin ahlakını sorgulamak yetmez!
Yolsuzluk olaylarının ortaya çıkması hâkim burjuva sınıfların, ‘’iş adamlarının’’, ‘’müteşebbislerin’’ yaldızlarını döker. Sermayenin namusunu öğreniriz kapitalizmin ikiyüzlü ahlakını açık seçik görürüz. Orada da kalınmamalı ama. İlk ve en sevilen sebep teşhirdir. Yolsuzlukları teşhir sayesinde politikanın yozlaştırıcı elini ekonomiye karıştırmadığını söyleyen sistemin buna bizzat kendisinin uymadığını görürüz. Günümüzde bireyin kaderini etkileyecek nitelikteki kararlar bile kamuoyu tarafından alınmıyor. Yapılan, topluma gerçekte olan bir şeyin anlatılması ve aktarılmasından çok bir ideal’ in görüntü halinde yansıtılmasından ibarettir. Kitleler ile kitleler adına kararlar alan egemen sınıfların arasında büyük bir boşluk vardır. Çok önemli sonuçlara yol açacak kararlarda bile kamuoyu her şey olup bittikten sonra haberdar olmaktadır. Kamuoyu sadece bir kitle haberleşmesi tüketicisi olarak değerlendirildiğinden bu araçlar kendisine ne veriyorsa sadece onları öğrenebilme durumundadır. Dolayısıyla kamu mallarını koruyup kollamak, yolsuzluğa engel olmak bir görev olmalıdır. Müşterek üretim ve müşterek ihtiyaç olan ortak kaynaklara sahip çıkmak bir topluluğu toplum haline getiren temeli oluşturur. Onun için ‘’tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemek’’, topluma ve toplum olma iradesine karşı işlenmiş bir suçtur. Kamu bütçesinin önemli bir kısmının Sayıştay denetiminden bile kaçırıldığı bir memlekette yolsuzluk, hiç de sıradan bir konu olarak ele alınmamalı. Yolsuzluklar karşısında tepkiler bunu hatırlattığı oranda, adalet ve eşitlik talebinin temeli yapıldığı oranda boş bir söylem olmaktan çıkabilir.
Burjuva toplumun mantığı, özel mülkiyetin, Pazar ekonomisinin, Kişisel servet peşinde koşmanın mantığı ve tüm bunların üstünde insanın olduğu her yerde yaratılmaya çalışılan rekabet mekanizmaları bizi tehlikeye doğru sürükleyen dinamiği sürekli besliyor. İmalat zarar verilen doğal kaynaklar göz önüne alınmadan maliyet ne olursa olsun sürüyor. Bireylerin kendi iradelerine bağlı olmayan maddi yaşamları, üretim biçimleri ve alışveriş biçimleri devletin gerçek temelidir. Bu fiili ilişkiler asla devlet iktidarınca yaratılmış değildir. Tersine devlet iktidarını yaratan bu ilişkilerdir. Ve bu ilişkiler çerçevesinde topluma egemen olan bireyler iktidarlarını devlet kılığında yürütmek zorundadırlar. Bu belirli ilişkilerce şartlandırılıp belirlenmiş iradelerini de devlet iradesi diye yasa olarak açığa vurmalıdırlar. Bu öyle bir açığa vurmadır ki özel hukukun ve ceza hukukunun da apaçık kanıtladığı gibi her zaman egemen sınıfların kendi ilişkilerince belirlenir. İşte bu yüzden ister ‘’gece bekçisi’’, ister değil sermayenin devlete, hukuka her zaman ihtiyacı var.
Bu nedenle üreticilerin maddi, ekonomik, politik ve sosyal örgütlenmelerde egemenlik elde etme sorunu artık bir ölüm kalım sorunu haline gelmiştir.Hiçbir güç milyonlarca emekçiyi kendi kararlarına saygı gösterilmesini istemekten alıkoyamaz. Onlar kendi fabrikalarına sahip olmalı ve kolektif bir şekilde işletmelidir. Hiçbir ekonomik kanun onların kendileri için mal ve hizmet üretmeleri için gerekli emek zamanı paylaşmalarını, haftada 48 saat çalıştıkları halde yaşam standartları daha çok düşen kadın, erkek emekçilerin bu durumlarına son vermelerini engelleyemez.
Toplumsal ilişkilerin yeniden kuruluşu, doğanın toplumsal amaçlar için kullanılması insanın insanı ezmesini, azınlığın çoğunluğu yönetmesini sağlayan koşulları ortadan kaldıracaktır. Bu aynı zamanda kısa ve orta vadeli hesapların ve yararların, kısmi ve dağılmış çıkarların ardından gitmenin, ulusal devletlerin hâkimiyeti ve birbirleriyle yarışların aşılması demektir. Bu özel mülkiyet, rekabet ve özel çıkarlar sağlamaya susamışlığın yer aldığı bir sistem ile bağdaşamaz. Kanun ve düzen, kurulu hiyerarşinin koruyucularının kanun ve düzenidir. Toplumdaki özgürlük ve haklar ezenlere kanuna uygun şiddet uygulamalarını sağlamaktadır.  Baskı yapan toplum bu temele dayanarak kendisini ve hayati savunma noktalarını yeniler. Onlar için resmi kuruluşların, polisin ve kendi vicdanlarının dışında başka bir yargıç yoktur. Bunların ortadan kaldırılmasının yolu ise bu toplumsal sistemin şiddetli bir şekilde boğmaya çalıştığı devrimden başka bir şey değildir. Sözünü ettiğimiz şey şekillendirilmiş kamuoyunun tiranlığını, sınıflı toplumda bu kamuoyunu yaratanları kırıp geçmektir. Dinin, burjuva ‘’demokrasisinin’’ , hukukunun, ahlakının kurgularından, yani düşmanın evcilleştirmek, tutsak etmek için öne sürdüğü bu manevi zincirlerden tamamen kurtulmaktır.

Hiç yorum yok: