19 Şubat 2015 Perşembe

HDP, Baraj, Anayasa Mahkemesi ve Seçimler

                                                                          

Ferhan Umruk
2015 genel seçimlerine doğru yaklaşırken siyaset sahnesinde iki önemli gelişme gerçekleşti. Birinci önemli gelişme, Halkların Demokratik Partisi’nin hem bir süredir Eşbaşkan olan Selahattin Demirtaş’ın yaptığı açıklamalarla, hem de HDP heyetinin son İmralı ziyaretinde Abdullah Öcalan’ın açıklamasıyla seçimlere parti olarak katılma kararı almış olmalarıdır.
soru
İkinci önemli gelişme ise, HDP’nin seçimlere parti olarak katılma kararı akabinde Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın yaptığı hamledir. Haşim Kılıç, Habertürk gazetesinden Muharrem Sarıkaya’ya Anayasa Mahkemesi’nin seçimlerde uygulanan yüzde 10 barajının hak ihlali yarattığına dair yapılan bireysel başvuruyu gündemine aldığını açıkladı.



Bu iki önemli gelişmenin yaratacağı siyasi sonuçların Türkiye’nin gidişatına tesir edeceği muhakkaktır. Bu bakımdan yapılan bu hamlelerin muhtemel sonuçları üzerine önümüzdeki günlerde tartışmaların gelişeceğini öngörebiliriz.

Görüldüğü kadarıyla Abdullah Öcalan ve HDP’nin hamlesine, niyet olup olmadığına bakmaksızın nesnel olarak Anayasa Mahkemesi bir karşı hamleyle cevap vermiş oluyor. Birazdan bu gelişmelerin yaratacağı muhtemel sonuçlar üzerine yapacağım değerlendirmelerle bu karşı hamlenin doğrudan HDP’ye karşı değil ama Türkiye siyasetinin dizayn edilmesi ile ilgili olduğunu belirtmeliyim.
Anayasa Mahkemesi’nin seçimlerde 1980 askeri darbesiyle getirilmiş olan anti-demokratik yüzde 10 barajını kaldırma yetkisi olup olmadığını ve barajı kaldırdığı takdirde yaratacağı hukuki sonuçların tartışılmasının anayasa hukukçularının alanına girdiği aşikardır. Ancak Türkiye’de hukukun siyasi vesayetin pençesi altında
kararlar aldığı da herkesin bildiği bir sırdır! Dolayısıyla hukuki tartışmayı uzmanlarına tevdi ederken bu gelişmelerin yaratacağı siyasi sonuçlar üzerine değerlendirmelerde bulunmak kaçınılmazdır.
Birinci önemli gelişme olan HDP’nin yüzde 10 barajının varlığında seçimlere parti olarak katılma kararının muhtemel sonuçları üzerine düşündüğümüzde, iki ihtimalle karşı karşıya kalırız. Birinci ihtimal HDP’nin yüzde 10 barajını aşarak parlamentodaki temsilini önemli oranda artırmasıdır. HDP’nin seçimlerde barajı aşarak parlamentodaki temsilini artırmasının başka bir sonucu da Fırat’ın doğusunda HDP karşısında tek parti olan AKP’nin milletvekili sayısının düşmesi olacaktır. Bu bakımdan bu birinci ihtimalin gerçekleşmesi, mecliste anayasa değişikliği yapacak milletvekili çoğunluğunu seçimlerde elde ederek rejimi, başkanlık rejimi dahil olmak üzere kendi tahayyülleri doğrultusunda değiştirmek isteyen AKP’nin hevesinin yerle yeksan olmasına sebep olacaktır.
İkinci ihtimal ise seçimlere parti olarak giren HDP’nin yüzde 10 barajı altında kalması halinde AKP’nin Fırat’ın doğusundaki tüm milletvekilliklerini kazanarak parlamentoda anayasa değişikliği yapabilecek çoğunluğa sahip olmasıdır.
Birinci ihtimal olan HDP’nin yüzde 10 barajını aşarak mecliste temsil gücünü artırması kuşkusuz ezilenlerin demokratik mevzilerinin tahkim edilmesi sonucunu verecektir. Ancak egemen sınıfların siyasi temsilini üstlenen AKP, HDP’nin yüzde 10 barajını aşarak milletvekili kaybına uğrasa da ,AKP, CHP ve MHP’nin
meclisteki temsil oranlarında dramatik bir değişim, hiç olmazsa şu anda ihtimal dışıdır. Bu bakımdan bugünün siyasi dengelerinde niteliksel bir değişim söz konusu olmayacaktır.
İkinci ihtimal olan HDP barajı aşamadığında, AKP’nin anayasa değişikliği yapacak çoğunluğu elde edecek ve başkanlık rejimini tesis ederek rejimin otoriterleşmesi doğrultusunda adım atacaktır. Peki, Kürt siyasi hareketi bakımından, çözüm sürecinin muhatabı olan ve çoğunluğu kazanan AKP’nin anayasanın ilk 3 maddesindeki tek etnik kimliğe dayalı tanımı değiştirmesi ve bütünsel demokratik çözümü gerçekleştirmesi mümkün gözükmekte midir? Bu durumun ciddi bir ikilemi barındırdığı aşikardır. AKP’nin rejimi otoriterleştirme atakları başat eğilimi haline dönüşmekteyken, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin gordiyon düğümü olan Kürt meselesinin çözümü otoriterleşen rejimle nasıl çözülecektir, örtüşecektir? Konu yeni değildir, çözüm süreci iktidar tarafından süründürülürken ve bir yandan iç güvenlik yasaları meclisteyken çelişki gözler önündedir, tartışmalar da bu çelişkiyi tespit edenler tarafından sürdürülegelmektedir.
Şu andaki verilere göre bu iki ihtimalden hangisi gerçekleşebilir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’nin desteklemiş olduğu Selahattin Demirtaş’ın almış olduğu yüzde 10’a yakın oy barajın aşılacağına ilişkin tahminlere yol açmaktadır. Ancak bu tahminler, genel seçimle, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin arasında
sosyo-politik olarak fark olduğunu dikkate almamaktadır. Erdoğan’a karşı CHP-MHP bloğunun çıkardığı cumhurbaşkanı adayı temsil ettikleri seçmen kitlesi tarafından çekim gücü olamayıp merkez kaç bir etki yaratmıştır. Selahattin Demirtaş böylesi bir siyasi atmosferde kuşkusuz siyasi programıyla tüm ezilenlerin
taleplerini dile getirerek popülarite sağlamış, aldığı destek yüzde 10’lara dayanmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bugüne uzanan süreçte HDP’nin aynı performansı sürdürdüğünden söz etmek pek mümkün gözükmüyor. Yayınlanmakta olan seçim anketlerine göre de HDP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ulaştığı yüzde 10’lara yakın oydan uzaklaşmış görünüyor.
Kuşkusuz genel seçimler için daha zaman bulunmaktadır. Bu süre zarfında HDP’nin baraj aşıp aşamayacağına dair daha da net veriler oluşacaktır. HDP bu zaman dilimi içerisinde politik ve örgütsel olarak ezilen kitlelerin taleplerini kavrayarak toplumsal desteğini artırabilecektir. Ancak şu an içerisinde bulunduğu politik ve
örgütsel sınırlılık, varolan toplumsal destekle yetinmesi sonucunu doğuracaktır. Bu da parti olarak seçimlere girdiğinde AKP’nin yolunun açılması anlamına gelecektir.
Öte yandan ikinci önemli gelişme olan Anayasa Mahkemesi’nin uygulanmakta olan seçim barajının hak ihlali olarak görüşmeye başlaması muktedir siyasi odakların bir iç çatışması olarak tezahür etmektedir. HDP’nin seçimlere katılıp barajı aşamaması halinde mecliste anayasayı değiştirebilecek güce ulaşarak hegemonya kuracak olan AKP’nin önü barajsız bir seçime yol açacak bir kararla kesilebilir. Daha da ötesi barajsız yapılacak bir seçim küçük partilerin önünü açarak AKP’nin tek başına iktidar olmasını dahi engelleyebilir.
Önümüzdeki günlerde bu iki önemli gelişme Türkiye’de ki siyasi dengeleri bütünüyle etkileyecek ihtimalleri barındırmaktadır. İzleyip göreceğiz.
Tabii ki siyasi düzlemde seçimlere dönük bütün bu hesapları alt üst edebilecek bir parametre var ki onun hesap dışı tutulması imkansızdır. O da, Gezi direnişinde ve 6-7 Ekim Kobani direnişlerinde olduğu gibi kitlelerin sokağa dökülerek yapacakları müdahaleyle hesapları tersyüz etmesidir.
Son söz olarak: Evet, Erdoğan Ak-Saray’a yerleşmiş bulunuyor. Ancak arzuladığı başkanlık rejiminin yetkilerine halen kavuşabilmiş değil. Bu bakımdan hakiki manadaKasımpaşa’dan Ak-Saray’a giden yol Diyarbakır’dan geçmektedir. Bakalım Diyarbakır ne yapacak?

Hiç yorum yok: