19 Şubat 2015 Perşembe

Hrant’ı Anarken Hayaller ve Hakikatler


18 Ocak 2014
Ferhan Umruk
“Hrant’ı anarken, sistemi sorgulayıp dünyayı değiştirmek isteyenlerin de kendi muhasebelerini yapmaları yaşanan gelişmelerle birlikte gerçek bir ihtiyaç. Sorgulayanın kendini de sorgulaması anındayız.”
7 yıl oldu kaybedeli onu. Cinayetin üzerinden tam yedi yıl geçti. Cinayet bir tetikçi çocuğun üzerine yıkıldı ve bu yedi yıl davanın labirent dehlizlerinde süründürülmesiyle geçti. Göz göre göre bir tiyatro sahnelendi. Bin operasyonun failleri bu defa da devletin koruma duvarının ardına saklanarak terfilerle de mükafatlandırıldılar.
hrant
Hani şu Selanik’te Atatürk’ün evini bombalayarak 6-7 Eylül vandalizminin işaret fişeğini ateşleyen Oktay Engin’in daha sonra Türkiye’ye gelerek Eskişehir ve Niğde valiliğiyle mükafatlandığı gibi… Şimdi de gelenek berdevam, şüpheli olmak adeta terfi sebebi olmakta. Ne demişti general Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül için:“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” Osmanlı’dan cumhuriyete tevarüs eden kirli savaş tarzı devletin değişmez karakteri haline dönüştü.



Burada sayısını bilemeyeceğimiz karanlık faaliyet ve operasyonlarından sadece bir vukuatıyla örneklediğimiz devlet geleneğine karşı, hakikatin dili ve ayrımcılığın sona erdirilmesi hayaliyle yola koyulan ahparig Hrant’ın yolunu devletin duvarı bedenen kesti, ama dile getirdiği hakikatler yerli yerinde duruyor ve derinleşiyor.

Muktedir Odaklar Mağdura Karşı Bütünleşince
7 yıl sonra Hrant’ın katlinin bu topraklarda nasıl sonuçlar yarattığının bir muhasebesi yapılacaksa ilk olarak devletin tüm kurumlarının cinayetin esas faillerini örtbas etmek için el birliği ile davrandığını saptamak gerekiyor. Cinayetin hemen akabinde bir isyan duygusuyla kaleme aldığım yazıda da elbirliğini ifade etmiştim”Ah ahparik, kıydılar canına senin, Marquez’in Kırmızı Pazartesi’ si gibi adım adım geldi cinayet senin de hissettiğin gibi. Yarattılar muktedirler ölümün, öldürmenin puslu havasını. “(1) Hrant’ın dile getirdiği hakikatlerin devlet katında yarattığı tepkiler ve bunun siyasi iklime tesirleri hissediliyordu. Dava sürecinde bu el birliğinin gerçek olduğu, emniyet müdürlerinin, jandarmanın Hrant’a karşı düzenlenen suikastin istihbaratını almalarına karşın hiçbir tedbir almadıkları su yüzüne çıktı, ispatlandı.
Muktedirlerin el birliği derken,el birliği yapan ve bununla beraber iktidar çatışması içerisinde bulunan, laik-ulusalcı burjuvazinin etrafında kümelenenlerle, islamcı-muhafazakar-milliyetçi burjuvazinin etrafında kümelenenleri kastediyoruz.
Türkiye’nin yakın siyasi tarihi bu iki siyasi odağın şiddetli çatışmasına sahne olurken, ezilenlerin bir an bile unutmaması gereken gerçek, muktedir odakların her zaman kendilerine karşı ittifak içersinde olacaklarıdır. Bir parça tarih bilincine sahip olanlar tarihen bunun böyle olduğunu bilirler. Ne zaman ki, sınıf mücadelesi keskinleşir, muktedir odaklar alt sınıfların mücadelesine karşı derhal bütünleşirler. Ne zaman ki, Kürtler en temel hakları için başlarını kaldırır, muktedirler Kürde karşı birleşip saldırıya geçerler, Alevilerin hak taleplerini engellemek için elbirliği ile davranırlar.
Hrant’a karşı muktedirlerin yürüttüğü sürek avı bu kirli işbirliğini ispat ediyordu. Laik-ulusalcı kümelenmenin koç başı olan Genel Kurmay, Sabiha Gökçen’in bir Ermeni yetimi olduğunun Agos’ta yayınlanmasının ardından Hürriyet gazetesinde manşet olması karşısında ateş püskürerek yayınladığı bildiride şunları söylemişti:”Son zamanlarda, Türk Medyasının bir bölümünde, Atatürk Milliyetçiliğine ve ulus-devlet yapısına karşı sürdürülen haksız ve temelsiz eleştiriler yanında, Atatürk Milliyetçiliği yerini almak üzere sağlıklı olmayan ve tehlikeli düşüncelere, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ve sorumsuzca yer verildiği kaygıyla izlenmektedir.Ulusal birlik ve beraberliğimizin en güçlü olması gereken bu dönemde, milli birlik ve beraberliğimize ve milli değerlerimize yönelik bu tip yayımların ne amaçla yapıldığı, Türk toplumunun büyük bir kesimince artık anlaşılmakta ve endişe ile izlenmektedir” Öteki muktedir odakta boş durmadı Boğaziçi üniversitesinde düzenlenecek olan ‘Ermeni Konferansı’ baskıyla engellendi. Daha sonra Bilgi üniversitesinde yapıldı. AKP’nin Adalet Bakanı Cemil Çiçek muktedirlerin laik-ulusalcı odağıyla söz birliği ederek aralarında Hrant Dink’in de konuşmacı olduğu konferansı düzenleyenleri “Bizi sırtımızdan hançerliyorlar, bunlar Boğaz’a nazır vatan hainliği yapıyor” diye suçladı.İşte muktedirlerin bu işbirliği Hrant’ın katledilmesine yol açan siyasi iklimi de yarattı.
Solun Vicdanı Liberalin Hayali
Hrant’ın 1996’da Agos dergisini çıkartarak başladığı serüven boyunca Türkiye siyasi yelpazesindeki sistemin siyasi partileri onu ya bir düşman ya da bir çıbanbaşı olarak gördü. Onun yanında yer alanlar ise ulusalcılığa bulaşmamış sosyalistler ve liberal aydınlardı. Yüzbin kişinin katıldığı cenaze töreni toplumsal vicdanı su yüzüne çıkardı. Hrant’ın yanında olan sosyalistler örgütlü ama kitle desteğinden yoksun, liberal aydınlar ise nicelik olarak güçsüz ama nitelik olarak etkili özelliğe sahipti.
Liberal aydınlar Ermeni meselesini AB ve AKP aracıyla çözüleceğine inanarak Hrant’ı da bu çizgiye çekiştirmekteydiler. Bu yönelim doğrultusunda sosyalistler bir ayak bağı olarak görülüyordu onlar için. Etyen Mahçupyan Todays Zaman’da daha sonra şunları söylüyor “Türkiye’deki sol adına yapılan Hrant’ın anısını bir araca dönüştürmek,aslında derin bir saygı ve sukünet hak eden bir olaydan çıkar sağlamak için bir parazit kolonisinin onun üzerine üşüşmesinden başka bir şey değil. “ Zamanın ruhu liberallerin sosyalizmden uzaklaştırdığından, Etyen Mahçupyan’ın da böyle bir tutum alması bu ruha uygundur. Ancak en başta Etyen Mahçupyan’ın bilmesi gerektiğini düşündüğüm husus Türkiye gibi, ilkokul eğitiminden başlayarak zihinlerin şovenizmle zehirlendiği toplumlarda, ötekileştirilmiş hatta içimizdeki düşman olarak belletilmiş azınlıkların siyasi kazanım için sol tarafından araçsallaştırılması suçlaması pek akla uygun olmasa gerektir. Liberal aydınların bu türden basınçlarından Hrant’ta etkilendi kuşkusuz, ancak o sol dünya görüşünün insanlığın vicdanını temsil eden bir misyona sahip olduğunun bilinciyle hareket etti. O siyasi yoluna Armenak Bakırcıyan’la (Orhan Bakır) yoldaşlığıyla başladı, sosyalist hareketle bağını her zaman sürdürdü.
Geldiğimiz bu noktada AKP ve AB yoluyla Ermeni meselesini de içeren demokratikleşme doğrultusundaki liberal politik hat iflas etmiş bulunuyor. AKP bir dönem yol arkadaşlığı yaptığı liberal aydınların büyük çoğunluğunu tasfiye etti. Bütün bu dönem boyunca eğer bir araçsallaştırmadan bahsedilecekse, hegemonyasını perçinlemek için demokrasiyi araçsallaştırdığı ayan beyan aşikar hale gelen AKP’yi işaret etmek gerekiyor.
Sosyalist harekete gelince burada sözümüz elbette şovenizme savrulmuş olanlara değil. Onlar ittihatçı, ulusalcı zihin dünyalarıyla resmi ideolojinin çeperinde birer siyasi figürden ibaretler.
Sorgulayan Kendini de sorgulamalı
Ulusalcılıkla bağlarını kopartmış veya kopartmaya çalışan sosyalist harekete gelince, kuşkusuz bu yönüyle sosyalizmin insanın her türlü baskıdan uzak,özgürleşmesi amacına uygun bir tutum içerisindeler.
Bu noktada enternasyonalizmi içselleştirip milliyetçiliğe ödün vermeyen sosyalistin tarihi gerçekleri bilince çıkarıp bunları dile getirmesi elbette önemlidir. Ancak bu tarihi gerçekler, güncel politikada karşılığını bulduğu takdirde bir anlam ifade eder. Eğer sosyalist bu tarihi gerçekleri güncel politikaya uyarlamıyorsa yalnızca ağıtlar terennüm ederek vicdani huzura kavuşmayı tercih ediyor demektir.
Evet, fiili durumda Türkiye’de inkarcı ve imhacı resmi ideolojinin sorgulanmasına yol açan ve onun sonunu getirecek olanın büyük bedeller ödeyerek mücadele sürdürmüş ve sürdürmekte olan Kürt siyasi hareketi olduğunun altı çizilmelidir. Bu yadsınamaz bir gerçekliktir. Ancak bir başka gerçeklikte vardır ki , bu toprakların kadim halkları olan hıristiyan uluslar da 20. Yüzyıl başlarında katliam ve sürgünlerle yok edilmişlerdir. Anadolunun Türkleştirilmesinin ilk adımının din yoluyla islamlaşmak ikinci adımının da , Türk olmayan müslüman Kürt, çerkez, Laz etnik kimliklerinin zora dayalı asimilasyonla Türkleştirilmesi devletin temel politikası olmuştur .
Hıristiyan olan Ermeni ve Rum halkların Anadolu’dan sürülmesi, yok edilmesinde devletin politikası doğrultusunda Türk, Kürt, Çerkez, vs. müslüman halkın bütünü olmas da çoğunluğunun bu politikaya ortak olduğu gizlenemez bir gerçektir. Bu durumu İsmail Beşikçi Hrant Vakfındaki konuşmasında şöyle belirtiyor. “ Bugün büyük burjuvazinin zenginliğinin kaynağı Ermeni mallarıdır, Rum mallarıdır. Kürd bölgelerinde Kürd ağalarının, aşiret reislerinin, şeyhlerinin zenginliğinin kaynağı Ermeni mallarıdır, Süryani mallarıdır. “
Bu hakikatten dolayı eğer Türkiye’de gerçekten demokratikleşmeden bahsedilecekse Ermeni halkı ve 1915 bir turnusol kağıdıdır. Bu turnusol kağıdıdır ki yalnızca tarihe ağıdı değil, güncel politikada da buna uygun davranışı gerektirir.
Retorik ile pratiğin örtüşmesinin ne kadar önemli olduğu KCK eş başkanı Bese Hozat’ın cemaat yanında Ermeni, Rum, İsrail lobilerinin Türkiye’de paralel devlet olduklarını ve barışa engel olduklarından söz eden açıklamasıyla bir daha ortaya çıktı.
Bu açıklamaya artık sayıları binlerle ifade edilen HDP’de yer alan Ermeni sosyalist-demokratlar tepki gösterdi, hem de, artık nüfusu yüzlerle ifade edilen Rum sosyalistler tepkilerini dile getirdi. Buna karşılık Türkiye sosyalistleri, HDP’nin itinalı açıklamasını bir yana koyarsak, DSİP haricinde ya suskun kaldı ya da tevil ederek meşrulaştırma çabasına giriştiler.
Aslında Bese Hozat’ın söylediklerini ilk defa duymuş değildik. Geçen yıl şubat ayında İmralı görüşmelerinde Abdullah Öcalan’ın basına sızdırılan konuşmalarıyla örtüşmekteydi. Bunun üzerine Abdullah Öcalan’ın söylediklerini alıntılayarak şu görüşümü ifade etmiştim”Anadolu İslamlaştıktan sonra, bin yıllık bir Hıristiyanlık öfkesi var. Rum, Ermeni, Yahudi, Anadolu’da hak iddia eder. Laiklik, milliyetçilik kisvesinde elde ettiklerini kaybetmek istemiyorlar. Aslında Sırrı Sakık’ın Kafkaslardan geldiler sözü doğruydu ama açıklayamadı. Kürtler kendilerine yer arıyorlar. Kürtlerin devletten dışlanmaları son yüzyıldır. Abdülhamit bile onlara yer verdi. Mustafa Kemal de başta yer verdi. Devreye giren İsrail lobisi, Ermeni ve Rumlar, ‘Kürtler ne kadar dışlanırsa o kadar başarılı oluruz’ diyorlar. Bu paralel devlettir. Bin yıllık bir gelenektir.’’A. Öcalan
Devletlerin uluslarası politikaları ulus-devletin çıkarlarını korumak üzere şekillenir, bu bir realitedir ama bu realite sosyalistin veya sisteme muhalif görüş sahibinin görmesi gereken ama ufkunu bununla kısıtlamaması gereken bir realitedir. Dünyayı milletlerin ve dinlerin mücadeleleri tarihinin belirlediği anlayışının kısıtı dahilinde algıladığımız takdirde bu kısıtın bizi sürükleyeceği yer etnik ve dini boğazlaşmaların realite olduğunu kabullenerek onun bir unsuru haline gelmektir.”(2)
O dönem Abdullah Öcalan’ın bu sözleri yadırgandıysa da resmi bir açıklama olmayıp sızdırılan görüşler olduğundan zamanın çarkına bırakıldı.
Bugün aynı ifadelerin KCK’nin eş başkanı tarafından ifade ediliyor oluşu tartışmayı derinleştiriyor. Hem Kürt hareketi içinde hem de Türkiye sosyalistleri içinde tevil yoluna başvurma eğilimi ağırlık kazandı. Bu yöntemin en tipik örneğini dostum olan Demir Küçükaydın’da gördüm, bu bakımdan da onun görüşü üzerinden bu tavrı eleştirmek durumundayım. Demir, konuyla ilgili görüşlerini yazmaya gerek görmediğini Ayhan Bilgen’in yazısıyla görüşlerinin örtüştüğünü ifade etti. Ne diyordu Ayhan Bilgen “Eğer inancı, etnik kimliği ne olursa olsun tüm insanlığın özgürlüğünü, eşitliğini savunuyorsanız karşınızda sadece görünen devletleri değil görünmeyen güç odaklarını da bulursunuz. Bu örgütlenmelerin faturasını içinden çıktıkları halkların ezilenlerine kesmek elbette doğru değildir.Türkiye’de de Ermeniler, Rumlar, Yahudiler büyük baskı ve zulme uğramışlardır. Buna karşı durmak, devletle kirli karanlık ilişkiler içine girmiş çıkar örgütlenmelerini görmezlikten gelmeyi gerektirmez. “ Bu sözlerle Bese Hozat’ın görüşü doğrulanıp yazının bütününde tevil ediliyor.Böylelikle Demir’in de Türkiye’de devlet içinde Rum, Ermeni paralel devletlerinin yer aldığını görüşünü paylaştığını bu tuhaf komplocu zihniyetle örtüştüğünü öğrenmiş olduk.
İşte Retorikle pratiğin örtüşmesinin önemi tam da buradadır. Zira Demir sadece Ermeni meselesini ele aldığı yazılarında hakikati olduğu gibi serdeder, onun deyimiyle evet a-nasyonalisttir, ulusçuluğa karşıdır. Ama bu yaşanan tartışmada olduğu gibi güncel siyasetin bir momentinde yanlışın tevili yoluna savrulabilir.Kuşkusuz görüş ifade etmek suskunluktan bin kat evladır, suskunluk zırhına bürünene ne diyeceksin ki.
Halbuki ne oldu bugün Mustafa Karasu tarafından yapılan açıklamada Hozat’ın sözleri için “İyi ifade edememiştir” diyen Karasu, “Yoksa paralel devlet bellidir, Fethullahçılardır. İktidar da bellidir. Türkiye’deki hakim siyasi güçler de bellidir” Demek ki iyi değil kötü bir ifadeymiş söz konusu olan, kötü ifade edilen görüşler de eleştiriye tabi tutulur elbette.
Hrant’ı anarken, sistemi sorgulayıp dünyayı değiştirmek isteyenlerin de kendi muhasebelerini yapmaları yaşanan gelişmelerle birlikte gerçek bir ihtiyaç. Sorgulayanın kendini de sorgulaması anındayız.
Hrant yüreğimizi sızlatmaya devam ediyor, edecek de… Bu topraklarda yaşayanlara öğrettiği bir şey var ki, muktedirler ne yapsa engelleyemez, hiçbir şey göründüğü gibi değildiri anlattı, eleştirel düşünceyi hayat uyguladı, ezberleri bozdu.
(1)https://yalansz.wordpress.com/2012/01/17/ah-ahparik-ne-diyeyim-simdi-sana-2/
(2)https://yalansz.wordpress.com/2013/03/01/baris-milliyetcilik-ve-gunah-kecileri/

Hiç yorum yok: