12 Ağustos 2013 Pazartesi

Fethullah Gülen Gramsci’ci midir?


 Gazetemizin onur yazarı Nail Satlıgan, bu sayıda yayınlamakta olduğumuz yazısında, sol liberallerin İslamcı siyasi zevatın her şeyinde boncuk bulma yaklaşımının en gülünç örneklerinden birini teşhir ediyor. Bu yazı, içinden geçtiğimiz halk isyanı içinde kimi, yandaş basındaki köşesinden kopmak, kimi, bu yazıda sözü edilen “en medyatik” köşe yazarı örneğinde olduğu gibi, âkıl adamlıktan istifa etmek zorunda kalan birtakım şahsiyetlerin geçmişte nerelere kadar düşmüş olduğunun güzel bir örneğini sunuyor. Bugün tıyneti ortaya çıkmış olan İslamcı siyasi zevatı kitlelere kabul ettirmek için geçmişte şeytanın aklına gelmeyecek argümanlar bulanlardan acaba hiç özeleştiri duyacak mıyız? Şunu da ekleyelim: Bugün solda birçok insan bu sol liberalleri ti’ye alıyor, ama on beş yıl önce onları teşhirde Nail Satlıgan epeyce yalnızdı!
Gerçek gazetesi
Nail 2
Fethullah Gülen Gramsci’ci midir?

Nail Satlıgan
Fethullah Gülen’in ne mene bir strateji
izlemekte olduğu tartışılırken Türkiye
solunun en “medyatik” köşe yazarı,
müthiş bir tour de force sergileyip, bu zatın Gramsci’ci hegemonya ve mevzi (ya
da siper) savaşı kavramını ülkemize uyarladığını ileri sürüverdi.

Yazarın merak ettiği bir şey vardır: F.
Gülen’in kendisi ya da en azından danış-
manları, Gramsci’den haberdar mıydılar,
yoksa bu kavram ve uygulamaya kendiliklerinden mi ulaşmışlardı?
İnsan evladı, hele Marksizmle en ufak
bir yakınlığı varsa, büyük bir devrimci
Marksist ile antikomünist bir vaiz eskisini, “adliye” ile “mülkiye”yi ele geçirmekten söz eden bir “kökten dinci” ideolog
bozuntusunu yan yana getirirken biraz
daha düşünmeli değil midir?
Elbette Gramsci’nin “hegemonya”sı
ile “süper mürşit” Gülen’in “takıyye”si
arasında hiçbir ilişki yok. Bunu görmemek için, post-Marksizmin alıklaştırıcı
etkisi karşısında her türlü savunma refleksini yitirmiş olmak gerekiyor.
Gramsci iyi bir Marksistti. Komünist
Manifesto’daki “Komünistler, kendi gö-
rüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler.” ilkesine hep bağlı kaldı.
Keza mevcut devlet makinesinin baskı
araçlarının, idari aygıtlarının, o arada
“adliye” ve “mülkiye”nin de ele geçirilip,
“devrimci” amaçlar için kullanılamayacağından asla şüphe etmedi.
Gramsci’nin hegemonya kavramının
uyandırdığı ve Marksizmin tarihinde anlamlı tartışmalar doğurmuş kimi belirsizlikleri bir yana bırakalım. Bu kavramda
değerli olan ve günümüze de ışık tutmasında yarar olan temel vurgu şudur: Tarihi
olarak gerileme aşamasına girmiş bir üretim tarzı içerisinde, devrimci bir sınıfın
yükselişine eşlik eden öyle bir dizi süreç
vardır ki bunlar yönetici sınıfın egemenlik mekanizmalarını giderek artan bir öl-
çüde zayıflatır. Hâkim sınıf(lar)ın siyasal
iktidarının cepheden bir taarruzla devrilmesi, bu süreçleri izlemelidir. Bu süreç-
ler, feodal ve yarı feodal toplum içerisinde burjuvazinin yükselişini andırır.
Gramsci bu süreçleri, oldukça ayrıntılı
olarak sayıp döker de: Devrimci sınıfın
yönetici sınıfın ideolojisine teorik ve/ya
da ideolojik düzlemde meydan okuyuşu;
“aydınlar”ın, daha özgül olarak da “toplumun ara tabakaları”nın kurulu düzenin
savunucuları, “paralı askerler”i ile onun
radikal muhalifleri arasında giderek artan bir ölçüde farklılaşması; devrimci
sınıfın ve nüfusun, yönetici sınıfın ideolojisinin ezici etkisinden, giderek artan
bir ölçüde kurtulmakta olan kesimlerinin
çoğalışı; devrimci sınıfın, kurulu düzenin yıkılmasını amaçlayan örgütlenişinin
güçlenmesi; hüküm süren üretim ilişkilerinin, otomatik olarak yeniden üretilmesine katkıda bulunan “değerler”in toplumun tümü üzerindeki boyunduruğunun,
giderek artan bir ölçüde zayıflayışı; yö-
netici sınıfın kendisi, özellikle bu sınıfın
gençleri içerisinde bölünmelerin ve “bilinç bunalımları”nın derinleşmesi bu sü-
reçler arasında yer alır Gramsci’ye göre.
Şimdi, bunların hangisinin, devleti
“ele geçirmek” ile en ufak bir ilgisi var?
Gramsci’nin hegemonya mücadelesi, toplumun, emekçi sınıfların bağrında
egemen sınıfların devletine ve ideolojisine karşı verilir. Gülen’in, ele geçirilip,
takıyye yoluyla savunulmasını istediği
“mevziler” ise toplumun değil, devletin,
dahası onun baskı aygıtlarının, yani “derin devlet”in içerisindedir.
Bunları gözardı edip, devrimci bir
Marksist ile fesatçı bir şarlatan arasında
benzerlik kurmak için yalnız bilgisiz ve
alık değil, aynı zamanda dengesiz olmak gerekiyor.
*Gerçek gazetesinin 46. sayısından alınmıştır

Hiç yorum yok: