22 Ağustos 2013 Perşembe

Mahir ÇAYAN’ın Yazdığı Şiirler Üzerine Düşüncelerim


Rıza Aydın
 Kızıldere katliamında kaybettiğimiz arkadaşlarımızı anmaya giderken, belki gerekir de okurum diye, Mahir ÇAYAN’ın yazdığı bu şiirleri yanımda götürmüştüm, geçen yıl. Yapılan konuşmalarda, okunan şiirlerde öyle bir Mahir Çayan portresi anlatıldı ki söyleyecek söz bulamadım; zaten bana da söz düşmedi. Etkinlik sonrası, arkadaşlarla bir yerde oturup etkinliği değerlendirirken gördüm ki yaşça tevellüdü benden daha eski olan arkadaşlardan bile Mahir ÇAYAN’ın şiirlerini bilmeyenler, hatta şiirlerin varlığından haberi olmayanlar var.
mahir-deniz
İşte Kurtuluş Dergisinin, 1977 Mart tarihli, 10. sayısında yayınlanan bu şiirleri bilgisayara aktarıp yayınlamayı, o günlerde düşünmüştüm bugüne kadar kaldı.

O gün, etkinliği izlerken “şimdi, Mahir içimizde olsaydı, kendisiyle ilgili bu ilahlaştırmaları dinleseydi acaba ne derdi diye düşündüm kendi kendime.
 Aklıma, Picasso’nun kendini anlatan bir eseri okuduktan sonra, yazarına buna bir bölüm daha ekleyip,“Picasso’nun bir başı, bir burnu, bir kalbi vardır, dışarıdan bakınca tıpkı bir insana bezer; sen beni insanlıktan çıkarıp bir ilah yapmışsın” dediği geldi. Şimdi Mahirde içimizde oturup, kendisiyle ilgili bu anlatılanları dinleseydi, acaba o da bize böyle bir nasihatte bulunur muydu diye düşündüm. Niyeyse, biz sevdiğimiz insanları överken, ölçü karar bilmiyoruz, onu ilahlaştırıp, putlaştırarak, erişilmez bir konuma getirerek anlatmayı seviyoruz. Bu iyi mi kötü mü bilmem ama sanırım bu böyle.

Bunu anlayışla karşılamak gerekir belki de. Bir zamanlar ben de böyle düşünürdüm. Niğde Cezaevinde yaşadığım, aklımdan çıkmayan bir anımı burada paylaşmak istiyorum. Niğde Cezaevinde, 68 gençlik hareketinden gelen devrimci arkadaşların yanında, biraz kalıp, oradaki entelektüel ortamdan az da olsa biraz gıdalanınca Mahir’in teorilerine, eleştirel yaklaşıp, bunu dışa vurduğum sıralarda, bir gün yemekhanede tek başıma oturmuş, halimi düşünüyordum. Birden başımı yukarı kaldırıp bakınca, birdenbire yukarıda asılı olan Mahirin resmini gördüm, bir kötü oldum, bir kötü oldum ki anlatamam. Sanki Mahir oradan bana bakmış, “Sende mi Rıza” diyordu. Çünkü Mahirin gösterdiği yolda, onca şeyimi, sevdiğim insanları kaybettikten sonra, bu teoriden kuşkulanıp kendi kendime bunu eleştirmeye başlamıştım; hayatımın garip bir yanıydı bu.

Mahir’in teorik görüşlerini, kısaca PASS (Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini) diye bilinen anlayışını, 30 Mart gibi duygusal bir zaman dışında değerlendirip üzerine konuşmak – yazmak isterim. Bugün şiirlerinin sunumu babında kısaca şunları söylemek istiyorum.

Belinski, bir fikir, şiirsellik  taşımıyorsa, güzel fikirler öbeğinden başka bir şey değildir der. Bu şiirlerin, edebi, şiirsel yanının ötesinde, taşıdığı duygular, düşünceler yönünden değerlendirilmesini, bunların bilinmesini istiyorum. Mahir ÇAYAN 1946 doğumluydu; şiirinde “eyleme geçtik” dediği “1971 baharında” 25, Kızıldere’de  katledildiğindeyse 26 yaşındaydı.

Burada şu kadarını söylemek istiyorum. Ben TİP’de ki ayrılıkta MDD (Milli Demokratik Devrim) dalgasını tamamen yanlış buluyorum. Bu yanlış gidiş, bu yanlış düzen içerisinde Pir Sultan’ın dediği gibi düzgün çark olamayacağını düşünüyorum.

TİP’i zayıflatan üç önemli hareket olmuş. Bunlardan biri: CHP’nin ortanın solunda olduğun söylemesi; bir nesnenin adını değiştirmekle o nesnenin değişmeyeceği bilindiği için burada bundan daha fazla söz etmeye gerek yok diye düşündüğümden buna bu kadar değinip geçiyorum. Bunun dışındaki iki önemli oluşumun -gelişmenin üzerinde durmak gerekir.

Diğer iki konu üzerinde kısaca duralım.

TİP’e destek veren ya da destek verme ihtimali oluşan, Alevi kitlesinin, TİP’e yönelimini önlemek için Hasan Tahsin BERKMAN önderliğinde, 1966 yılında kurulan ya da kurdurulan Birlik Partisi (BP), diğeri de TİP gençliğini oradan koparıp, millici güçler denilen kesimlerle ittifaka yönelten MDD hareketidir. Birlik Partisinin kurucu Genel başkanı Hasan Tahsin BERKMAN üzerinde durulması gerek ilginç bir kişilik, ben burada şu kadarını söyleyeyim, bu zat hem Milli Emniyet Teşkilatı (bugünkü MİT) içerisine hem de NATO içinde Anti Sovyet kampanyasını örgütleme çalışmalarında bulunmuş bir generaldir. Süreci başlatmış ondan sonrası malum. Süreci Kelime Ata’nın Birlik Partisi kitabı genişçe anlatıyor.

Sosyalist devrimi savunan TİP içinde, MDD ( Milli Demokratik Devrim) tartışmasını önce Doğan AVCUOĞLU başlatır. Bunu kısaca anlatılırsak şöyle diyebiliriz, MDD önümüzdeki devrim sosyalist devrim değildir, milli demokratik devrimdir, bu da millici güçlerle ittifak içerisinde yapılır, bu dönemde sosyalist devrimi savunmak millici güçleri böleceğinden devrim sürecine zarar verir, bu yüzden sosyalist devrimi savunmak yanlıştır der. Sonradan, Dev – Genç adını alacak olan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) TİP içinde başlayan bu ayrışmada MDD tezini destekleyenlerin hâkimiyetine girer. FKF. 1969′da toplanan, dördüncü Kurultayında Sosyalist Devrimi savunanları F.K.F. den atma kararı alarak sosyalist devrimi savunanları F.K.F. den artarlar. Bunun için Oral Çalışlar, Sadun AREN öldüğünde, Sadun hocayı FKF’den attıkları için hata yaptıklarını yazarak üzüntülerini belirtmişti. Mahir ÇAYAN’ın “Toplu Yazıları” adıyla yayınlanan kitabından, küçük bir pasajı buraya alırsak bu konuda Mahir’in tavrını da göstermiş oluruz.

Mahir ÇAYAN, Zonguldak’daki bir toplantıda Sadun AREN ile karşılaşmalarını “Aren Oportünizminin Niteliği” adlı yazısında şöyle anlatıyor. “Sadun Aren’in gerçekleri tahrif edip, söylenmemiş sözleri söylenmiş gibi anlattığını, YALAN söylediğini ve yarı sömürge – yarı feodal bir ülkede, bir ileri aşamanın devrimini, yani sosyalist devrimi savunmanın, sosyalizme ihanet ve milli cepheyi böldüğü için Amerikan emperyalizmine hizmetten başka birşey olmadığını, nedenlerini açık bir biçimde ortaya koyduk, diğer ülkelerin devrimlerinden örnekler verip, kısaca izah ettik.

Odaya girdiğimizde hayretlerini gizlemeyerek ve burada ne aradığımızı sorarak bu karşılaşmadan müthiş sıkılmış görünen (emperyalizme hizmetten dolayı F.K.F.’den atılmasını önerenlerden olduğumuz için) Aren’i bu, köşeye sıkışmış durumdan Senato’daki sosyalizmin (!) sesi olan Bayan Fatma Hikmet İşmen kurtardı.”. Toplu Yazılar. Say. 12-13. Devrimci Yol yayınları.

“Sosyalist Devrimi savunuyor” diye, TİP’den kopup, Millici Güçler denilen kesimlere yönelmenin bir adı olan MDD yöneliminin, sosyalist saflara gelen insanları yeniden burjuva güçlere yönelttiği, yani düzen içi güçlerin yanına çektiği için toptan yanlış bir eğilim olarak görüyorum. MDD adıyla bilinen bu yönelim devrimciler açısından olumlu şeylere vesile olmamıştır. Mahir Çayanla, Deniz gezmiş bu yanlış gidişatta düzgün çark olmaya çalışmışlarsa da sonuç hazindir. Mahir “Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori” adlı yazısında, “Küçük burjuvazinin en bilinçli kesimini oluşturan “Kemalistlerin” Amerikan Emperyalizmine karşı kıyasıya bir mücadele vermenin hazırlığı içinde bulunduğu bilinen bir gerçektir.” diyor. Ancak bu beklentilerinin hiçbirisi hiçbir zaman gerçekleşmiyor. Burada kastedilen hazırlıklar nedir üzerinde durulması gereken bir konudur. Örneğin bu hazırlık dediği şey 9 mart darbe hazırlığını da kapsar mı bilmiyoruz.

Sosyalist hareketlerin, bu MDD çizgisiyle hesaplaşıp, bu mantıktan kurtulmadan doğru bir çizgiye oturamayacağını düşünüyorum. “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” diyen ne güzel demiş, ben de bu MDD çizgisi içinde kalınarak doğru bir yol tutturulamayacağını düşünüyorum. Kızıldere katliamının bu yıl dönümünde Mahir ÇAYAN’ın yazdığı bu şiirleri dostlarımla paylaşırken bu düşüncelerimi de belirmek istedim. Bu arkadaşlarımız bizim arkadaşlarımızdır, öncülerimizdir. Son derece samimi duygularla, doğruluğuna inanarak girdikleri bu yanlış yolda, devrimci duygularıyla yaşayıp, onurluca savaşarak bu yolda can vermişlerdir. Bu arkadaşlarımızın, duyguları, niyetleri, kendileri son derece devrimcidir ama tuttukları bu yol, bizi de, toplumumuzu da kurtuluşa götürmeyecek yanlış bir yoldur. Bunun böyle bilinmesini isterim.

Mahirlerin şahsında, bütün bir 68 kuşağını, bu yolda emek vermiş, can vermiş arkadaşlarımızı saygıyla, sevgiyle anıyorum. Bu duygularla Mahir ÇAYAN’ın şiirlerini Paylaşmak istiyorum. Sevgilerimle.

Rıza Aydın. 30 Mart 2009. Adana
*  *   *
Mahir ÇAYAN’ın Yazdığı Şiirler

-1-

Bu Adam Kurşunların Değil Kahredici Okların Hedefi.

“Vedat, Taylan, Battal, Mehmet, Necmi…
Devrim için öldüler…”
Yürüyoruz başkentin sokaklarında,
Önde gidiyor devrim şehidi.
Hep beraber söylüyoruz bu marşı, tek bir adam söylemiyor.
O marşta yaşıyor, marşı söyleyenlerden birisi,
Kendi sırasının yakın olduğunu bilen birisi.
Marştaki şehitler listesine, şeref listesine
Kendi adını sokuyor, sessiz ve mahçupça.
Ve sırası geldi, sırasını bekleyen o neferin.
Ama öylemi gelecekti sırası?
Oysa neler kurmuştu neler…
Erkekçe vurulacaktı kalbinden
“Yaşasın THKP” olacaktı son sözü.
Bu fırsat geçti eline
Ama kahpe kader o kadarını bile çok gördü.
Olmadı olmadı…
O diye yoldaşını delik deşik ettiler.
Kahpenin kurşunu
Ceketini, pantolonunu delik deşik etti
Ama kalbini delemedi.
Ve o kendisini vurdu.
Talih ne gezer bu adamda,
Tetiğini kaldırmayı unuttu, unutmaz olasıca.
Tabancası sarsıldı, kurşun hedefinin altına girdi.
O cezasını çekiyordu, ezeli derdi unutkanlığının ve solaklığının.
Oligarşinin hastahanesi, mapushanesi…
Karanın siyahın her tonu…
Paspal kurbağa Ganzales
Ve ünlü kement atıcı şefkat Kakomço.
Oportünizm atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Bölücü, kariyerist, pasifist” diye.
Oligarşinin gazeteleri atmıştı oklarını yakalanmadan önce,
“Teslim oldu” diye.
Vuruştu, yine teslim oldu denildi, konuşmadı.
İşkence altındaki arkadaşının bölük pörçük ifadelerini topladılar, tek bir ifade yaptılar.
Ve konuştu diye ilan etti paspal kurbağa Gonzales.
Bu adamın kaderi bu.
Bu adam kurşunların değil kahredici okların hedefi.
Açık vermişti bir kere
Neden korktuğunu hissettirmişti düşmana.
Anlamıştı düşman,
Bu adam işkenceden, kurşundan değil,
Zehirli oktan korkar.
Üzülme aslanım, hatırla bak, ne diyor usta:
“Düşman bize ne kadar çok ok atarsa, biz o kadar doğru yoldayız.”
Varsın bütün oklar üstüne yağsın.
Devrimcilerin gözleri kör kulağı sağır değil.
Biliyorum seni bu oklar yaralıyor.
Bak ne diyor usta:
“Unutma ki devrim şehidi sadece kurşunla olmaz,
Şefkat Kakamço’nun kementleri de şehit eder adamı.”

-2-

Hindistan’ın Kalküta şehrinde
Benerci kendini vurdu.
Türkiye’nin İstanbul’unda,
Hüseyin’i vurdular.

Perde değişiyor.
İzmir kordon boyu
Hasan Tahsin’i vurdular.

Bolivya’da Guevera kanlar içinde
Pera da param parça.
Çho to Vietnam’da kıvranıyor.
Of bacım off
Bitsin artık bu kıyım.

Orfe güneşi çağırıyor ve THKC
1971 ilkbaharında eyleme geçiyor
Burası SAU PAULO
Karanlığın, loşluğun, ezikliğin diyarı.
Orfe karanlıklar tepesine oturmuş,
Gitarı ile güneşi çağırıyor.
Güneş tutulmuş…
Her taraf simsiyah…
Orfe gitarı ile güneşi çağırıyor.
Yalnız Orfe, garip Orfe, yiğit Orfe.
SAU PAULO tepelerinde doğacak güneşi Orfe göremeyecek,
Biliyor bunu Orfe, yine de güneşi çağırıyor.
Karanlığın yedi başlı ejderi,
Orfeyi parçalıyor.
Orfe artık güneşte…

Güneş tutulması sona eriyor.
Sau Paulo halkı sambo yapıyor güneşin altında.
Orfe rahat, mutlu ve kıvançlı güneşten gitarı ile tempo tutuyor
Aydınlığı kutlayan Sau Paulo halkının sambasında.
ORFE DE NEGRO



Hücrem ve Sivrisinekler


Tarihi Selimiye kışlasının bir odası ve kışlanın bir odası,
Derin bir rutubet kokusu yayılıyor etrafa.
Oda ama ne oda: Hücre hücre…
Kapısına kilit vurmuşlar.
Burası Türkiye, Mozambik, Angola, Endonezya, Brezilya.
Güneşi göremeyenler diyarı,
Tutsaklığın kapısının demir parmaklıkları önünde
Mehmed’i yükseltmişler bacım mehmedi.
Nöbet değişiyor, şimdi kapının önünde bir siyahi var.
Mozambikli galiba.
Yanında iki nöbetçi daha var.
Endonazyalı bir emekçi öğlu emekçi biri,
Öteki de Mozambikli yedi göbek köle çocuğu…
İşte hayatın diyalektiği.
Saat 23.00 hücremde sivri sinekler,
Oligarşinin türküsünü söylüyorlar hep bir ağızdan,
Ve bir adam avazı çıktığı kadar başlıyor bağırmaya.
Sesler yükseliyor.
Ve bir koro, hep bir ağızdan özgürlüğün marşını söylüyor.
Sineklerin vızıltısı duyulmuyor atık.
Genç adam hayretle etrafına bakıyor.
Yanında Hasan Tahsin, Hüseyin, Sinan, Alp ve daha niceleri…
Bu hücre kalabalık bacım, kalabalık.
Asyanın, Afrikanın, Amarikanın devrimcileri,
Ve bütün mazlum uluslar bu hücrede.
Marş bitiyor, hava yine ağırlaşıyor.
Sinirler bozuk, herkes sıkıntılı.
Sivrisinekler oligarşinin türküsünü çığırmaya tekrar başlıyorlar.
Hüseyin, Sinan, Alp, Che, Pera’da ve Benercinin dudaklarında sıkıntılı ve acı bir tebessüm…
Emekçiler üzgün, kölelerin boynu bükük.
Sivrisinekler memnun ve neşeli…
Bekliyoruz, ne zaman kesilecek bu vızıltı?
Bekliyoruz, sıkıntılı, sinirli ve mutlu.
Bir bekleyiş bu…
Hepimiz biliyoruz ki repertuarları bitiyor sivrisineklerin.








Hücredeki Adalının Dünyası
-I-
Taş duvar, demir karyola, ve yerde sayısız izmaritler.
Halanın pis kokusu, rutubetli, sıkıntılı, nikotinli,
İnsanı serseme çeviren kurşun gibi ağır bir hava,
Duvarlar sanki soğuk dalgaları imal ediyor.
İstediğiniz kadar üzerinize kalın şeyler giyin,
Oligarşinin hücresinde soğuğu yenmek imkânsız.
Ranzanın karşısında kafesli demir kapı, arkasında Mehmet.
Görevi dakikası dakikasına beni denetlemek
Mehmedim utanıyor, kahroluyor.
“Askelik ağam n’aparsın” diyor.
Aslında oda tutsak.
Ben hücremde, o hücrenin önünde.
Günde beş kere büyük başlar bakıyor içeriye;
Yüzlerinde tecessüs.
“Çılgın adam, 3-5 kişi ile koskoca karanlıklar imparatorluğuna kafa tutan adalılar.”
Ama yinede “çılgın adamın” karşısında,
Bir eziklik, burukluk duyuyorlar o başka.
Gündüz gece diye bir ayrım yoktur hücrede,
Sadece koldaki saattir, geceyi gündüzü bild,ren.
Işık yirmi dört saat yanar.
Bir nefes, bir duman yoldaşım,
Cıgaramı her çekişimde duman olur,
Uçar giderim, ta uzaklara.
Çoğu kere ada’ma giderim,
Cıgaramın dumanı, beni memleketime; Ada’ma götürür.
Kahpe İstanbul’un kahpe bir bölgesinde,
Bir evdeyim, yoldaşımla beraber.
Bu ev, yoldaşlık – dostluk – kardeşlik – mertlik – kıvanç ve sevgi evidir.
Bu evde, her şey o kadar güzel ve o kadar anlamlıdır ki…

Ev değil, ada, ada!
Satılmışlığın, kahpeliğin, riyakarlığın, âdiliğin ve her çeşit aşağılık ve her çeşit yabancılaşmanın karışımı olan,
Karanlık denizin ortasında,
Güneşi batmayan bir ada.
Ben ne şuralıyım ne buralı,
Adalıyım adalı,
Adam ormanlıktır. Dostluk yoldaşlık, mertlik ormanı, bütün adamı kaplar.
Erdemin güneşi yirmi dört saat aydınlatır ada’mı, biz ada sakinleri bilmeyiz karanlığı.
Ben adalıyım ey kahpe hücre ada’lı.
Doğruya sen nereden bileceksin ada’mı asırlık, feodal-militarist hücre.
Ya, sen, öküze benzemek için kasılan, şişen haset kurbağa, hilkat garibesi ada’mı?
“Dünya karanlıktır. Güneşi batmayan böylesi bir ada yeryüzünde yoktur.”
Değimli karanlıklar cücesi, zavallı acuze?
Ya sen yarasalar şairi, pişkin Cacomcho?
“Değil şiirlerde, masallarda bile böylesi bir ada yoktur. Böylesi bir ada eşyanın tabiyatına aykırıdır.”
Senin için değil mi karanlıkların kapkara şairi?
Senin dediğin eşyanın değil, karanlığın tabiatına aykırı.
Karanlık cüceleri, acuzeler, dürzüler…
Yarının Türkiyesinin hayvanat bahçesinde teşhir edilecekler…
Adam kalabalıktır hain hücre:
Elde mitralyözüyle,
Sierra Maestra’da, Falcon da, Vietnam da, Mozambikte, Angola da, Sina çöllerinde…
Özgürlüğün türküsünü söyleyenler.
Zülme, kahpeliğe, sömürüye karşı…
Dişiyle, tırnağıyla üç kıtada karşı koyanlar benim evlatlarımdır kahpe hücre.
Benim adamın ormanlarından aldıkları fideleri, birer birer dikiyor, kahpeler koalisyonunun dünyasına.
Kel dünya, ada’mın ağaçlarıyla ayıbını örtüyor, güzelleşiyor.
İyi bak bana feodal duvar, iyi tanı beni.
Seni yerle bir edecek ada’lıları iyi tanı.
Ada’m ve hemşerilerinin çocukları ne halde diye dudak bükme, orospunun dölü utanç duvarı.
Evet, ada’mı karanlığın suları bastı.
Evet, benim gibi pek çok ada’lı bu çirkin suların altında,
Ama boşuna sevinme, ada’m batmaz, yok olmaz,
Ada’m, sadece karanlık denizinde yerini değiştirdi. Hepsi o kadar.

-II-
Cıgaram elimi yakıyor.
Maltepe’de etrafı karanlığın cüceleriyle çevrilmiş marş söyleyen iki ada’lı.
İki ada’lının marş söyleyişinde silâhlar susar.
Maltepe’nin göbeğini derin bir sessizlik kaplar.
Dalga, dalga yayılır, ada’lıların erkek sesi, etrafa.
O anda iki adalının gözünde her şey silinir,
Karanlığın militanları küçülür…
Sanki biraz önce atılanlar tomson kurşunu değil, parmak cücelerinin minik okları.
O an ne binlerce güvenlik kuvveti, ne polis, ne zırhlı tugay, ne tomson, ne mitralyöz.
Her şey önemsiz, küçük ve etkisizdir. İki ada’lı için.
Ada’lıların korosu karanlık cücelerinde bir panik yaratır.
Yüzlerinde, ezikliğin, şaşkınlığın biraz da utancı izleri okunur.
Sanki ilahi bir kuvvet onların ellerini, kollarını bağlamıştır. Ta ki, iki ada’lının marşı bitene kadar.
Ada’lılar sol yumrukları havada, pencerenin önünde boy hedefi oldukları halde ataş edemezler.
Garip bir andır bu an.
Bu an karanlık cücelerinin, insanlığa dönüş anıdır.
Cüceler konuşmazlar bile bu anı.
Büyülenmişlerdir iki ada’lının havaya kalkan sol yumrukları ile.
Ve kaybolup gitmişlerdir iki koronun nameleri arasında.
Koro susar, büyü bozulur, görevlerini hatırlar cüceler,
Eller tetiklere tarrrr………
Ve Cevahirimi kalbime gömüp dönerim hain hücreme.

Hiç yorum yok: