9 Ağustos 2013 Cuma

İşçi Sınıfı Toplumu Yönetme Yeteneğine Sahip midir?


Değerli yoldaşımız Ali Dehri’yi (Aziz Vatan) 10 Ağustos 2009′da kaybettik.Ardında
bıraktığı boşluk tüm dostlarınca hissedilmeye devam ediyor. Onu sevgiyle anarken,işçi sınıfının yönetici sınıf olabilme imkanlarıüzerine yaptığı analizi içeren bir makalesini yayınlıyoruz.
Onu sevgiyle anıyoruz.
yalansız
Ali dehriazizvatanresmi
İşçi Sınıfı Toplumu Yönetme Yeteneğine Sahip midir?
Ali dehri
Başlıkta yer alan soruyu, asli teorik çerçevesini çizerek ana çizgileriyle de alarak ve iki yazıyla sınırlamaya çalışarak tartışacak; daha doğrusu, <> bağlamında sürdürülen yüzyıllık tartışmaya, önemli ilkelerin altını çizerek ve günümüz koşullarının ortaya koyduğu bazı saptamaları yaparak katkıda bulunmaya çalışacağız.
İşçi sınıfının toplumu yönetme yeteneğinin olup olmadığını tartışmak aslında marksizmin bu konudaki öngörüsünü, bir başka ifadeyle, işçi sınıfının yöneticisi olduğu devrimci diktatörlüğünün ve giderek sınıfsız toplumun mümkün olup olmadığını tartışmak anlamını taşımaktadır. Sadece bu kadarı bile konunun önemini anlatmak için yeterlidir. İşçi sınıfı ve işçi devrimiyle ilgili konuya, kapitalizmin yıkılması ve işçi iktidarının kurulması ile ilgili teorik bir çerçeve ortaya koyarak ve buradan yola çıkarak dünyanın gördüğü en ileri işçi hamlesi olan Ekim Devrimi’ni ve önderi Bolşevik partisinin anlayışını ve tutumunu ele alarak gireceğiz.
Yazının amacı, sorunun esasını tartışmak olduğundan ve sınırları fazlasına elvermediğinden ayrıntılara girmeyecek ilkeler ve temel sorunlar üzerinde özet biçimde duracağız.
İşçi sınıfı, burjuva devletinin ve kapitalist üretim örgütünün yerine ne koymalıdır?
Proletarya devriminin başarıya ulaşabilmesinin ilk koşulu iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesidir. Bu da ancak, mevcut burjuva devletinin parçalanması ve yerine işçi sınıfı ve emekçilere hizmet etme yeteneğinde olan, onların başat rolde olduğu yeni bir devletin inşasıyla mümkündür. İşçi sınıfı bunu başarmadan, yeni toplumu ve ekonomiyi inşa etme yolunda önemli hiçbir adım atamaz. Proletarya devriminin, sınıfsız toplum yönünde ilerleyebilmesinin ilk koşulu ise, üretim kapitalist örgütlenmesinin parçalanması ve yerine, işçi sınıfı ve emekçilere hizmet etme yeeneğinde olan, onların başat rolde olduğu, yeni bir üretim örgütlenmesinin inşa edilmesidir. Burada söz konusu olan, sadece eski burjuva mülkiyet rejiminin yıkılması değil üretimin sosyal ilişkilerinin işçi sınıfı tarafından kendi amacına uygun biçimde yeniden kurulmasıdır. Kapitalist toplum içersinde, işçi sınıfının birçok örgütlenmesi mevcuttur. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, kooperatifler gibi örgütlenmelerin yanında mücadelenin gelişimine bağlı olarak grev komiteleri, işyeri örgütlenmeleri çeşitli direniş örgütlenmeleri gibi genellikle geçici nitelikteki örgütlenmeler de yer alır. Bu örgütler içerisinde, sınıfın ileri unsurları tarafından yukarıdan kurulan örgütlenmeler olduğu gibi işçi sınıfının mücadele süreci içerisinde mücadelenin ihtiyaçlarına bağlı olarak sınıfın o mücadeleyle ilgili unsurlarının hemen hemen tümünü kapsayan öz örgütlenmeler de vardır. İşçilerin grev, işgal veya direniş biçimindeki mücadelelerinde bu türden örgütlenmelerini hemen her yerde görmek mümkündür. İşçi sınıfının kitlesel bir biçimde devrime yöneldiği koşullarda bu türden örgütlenmelerin yaygın bir biçimde, ulusal çapta hızla oluştuğunu ve merkezileşmeye yöenldiğini görmek mümkündür. Aslında, tarih bıyunca emekçilerin kitlesel hareketlerinde bağımsız inisiyatif ortaya koyabildikleri her durumda mücadele edenlerin tümünü kapsayan ve değişik adlar altında olsa da konseyler genel tanımlaması içinde yer alan örgütlenmeleri olmuştur. Bunların ömürleri mücadelenin gelişimi, süresi, aşamaları ve aldığı biçimlerle ilgili olarak farklılık göstermektedir. İşçi sınıfının devrimci mücadelesini en yetkin örneğini sunan Ekim Devrimi’nin başlıca iki tür öz örgütlenme yarattığını saptamalıyız: Sovyetler ve fabrika komiteleri. Bu öz örgütlenmelerden sovyetler, nispeten bilinirken işyeri temelinde kurulan ve işyerinde üretimin sürdürülmesi ve yönetiminde işçilerin inisiyatiflerinin ifadesi olan, giderek ülke ölçüsünde, hem işkolu hem de tüm sanayi ölçeğinde merkezileşmeye yönelen fabrika komiteleri pek bilinmez. Bunun nedenine daha sonra değinmek kaydıyla, şu saptamayı yapmakla yetinelim. Ekim Devrimi sürecinde işçi sınıfı, toplumun yönetici sınıfı olmaya aday olduğunu iki önemli öz örgütlenmeyle ortaya koymuştur: Siyasi alanda sovyetler ve sanayinin (geniş anlamda ekonominin) yönetimi alanında fabrika komiteleri.
İşte işçi sınıfı devrimi, yıktığı burjuva devletinin yerine merkezinde, sovyet (konsey) örgütlenmesinin yer aldığı ve devletin asıl yönetici organı olarak sovyetlerin bulunduğu ve kendi devlet örgütünü koymak zorundadır. Başarısının ilk koşulu budur. Yine işçi sınıfı, üretimin kapitalist örgütlenmesini yıkacak ve yerine fabrika komiteleri örneğinde olduğu gibi işçi sınıfının merkezileşmiş işyeri örgütlenmeleri aracılığıyla, üretimin toplumsal ilişkileri, sosyalizm hedefine yönelik olarak yeniden kurmak, bir başka ifadeyle işyerlerinde ve ülke çapında işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomi alanındaki yönetimini sağlamak zorundadır. İşçi sınıfı yönünden bu iki kuruculuk görevi birbirine bağlı ve biri diğerinin tamamlayıcısıdır. İşçi sınıfının bunu başarma yeteneğinde olup olmadığı tartışmanın ayrı bir yönüdür; burada, ancak uluslararası mücadelenin sosyalizmin zaferine yol açabileceği olgusunun bir an akıldan çıkarmadan ve ulusal sosyalizm gibi tarihsel yönden gerici anlayışları redderek, ulusal çapta başarılı olmuş bir devrimin yöenlimine ve görevlerine işaret edildiğini hatırlatmalıyız.
Bolşevik Partisi’nin başarısı ve başarısızlığ 
Bolşevik Partisi, Çarlık Rusyası’nda yer alan işçi partileri içerisinde, devrimci niteliğiyle öne çıkan Ekim Devrimi’nin başarısında tayin edici rol oynayan bir partidir. Burjuva devletinin yıkılması ve yerine proletarya devletinin kurulması konusunda revizyonizme karşı mücadele etmiş ve marksizmin devrimci özünü savunmuştur. 1905 “devriminde” yeterince kavrayamadığı sovyetlerin rolünü 1917’de doğru bir biçimde devrimi gerçekleştirme alanında kavramış, hayata geçirmiştir. Devrimin enternasyonal niteliğini savunmuş, iktidarının ilk yıllarında büyük ölçüde bu doğrultuda yürümüştür. Yeni devletin sovyetlere dayanması ve sovyet örgütlenmesinin esasını oluşturduğu bir sovyetler cumhuriyetinin kurulması gerektiği doğru anlayışını savunmuştur.

Ancak, kısmen koşulların işçi sınıfının politik güç ve etkinliğinin zayıflaması yönünde gelişmesi (açlık, işçi sınıfı içindeki dağılma, çok sayıda ileri işçinin iç savaşta kaybı, yeni işçilerin köylülerden oluşması gibi), ancak esas olarak da, işçi sınıfı öz örgütlenmesinin devlet iktidarını belirleyici gücü olması gerektiğinin kavranmasındaki zaaf kısa sürede, devletin asli yöentici gücü olarak Bolşevik Partisi’nin öne çıkmasını getirmiş sovyetler, Bolşevik partisi’ne tabi, canlılığını yitirmiş, özü boşalmış bir kabuk haline dönüşmüştür. İç savaş sürecinde elbette devrimin yıkılması için mücadele eden karşı-devrimci partilere geniş bir özgürlük alanı bırakılması söz konusu olamaz, bu partiler işçi sınıfına ait olsalar bile mücadele edilmeleri bazen kapatılmaları doğal sayılmalıdır. Ancak, bu partilerin sınıf içinde yer alan üye ve sempatizanlarının sovyetlerden tamamen tasfiyesi üstelik yeni rejim oturduktan sonra da bu tutumun sürdürülmesi, yanlış bir kavrayış ve yönelişe işaret etmektedir. İşçi sınıfı homojen bir sınıf değildir ve bu durumu yansıtan farklı partilerle siyasal alanda yer alması doğaldır. Bu partilerin işçi sınıfının öz örgütlenmeleri içersinde taraftar bulması ve temsili kaçınılmazdır. Önemli olan bu farklılıkları yok sayarak, proletarya diktatörlüğü temelinde uygulanması gereken politik çoğulculuğu baskıyla ortadan kaldırmak değil, tarihsel yönden atılan adımlarla, sınıf içindeki farklılıkları en aza indirmeye, ve yanlış politik yönelime sahip güçlere karşı, daha fazla kitle desteği alarak etkilerini azaltmaya çalışmaktır. Bunun yolu da kitlelerin kendi deneyimlerinden yola çıkarak ikna edilmeleri eğitilmeleridir. Sovyetler Birliği’nde Bolşevik Partisi’nin yapmadığı budur. Giderek daha da kaçınılmaz olan, ülkedeki tek siyasal parti olan kendi bünyesinde ortaya çıkan gruplaşmaları, 1921 baharındaki 10. Kongre’deki (hiziplerin yasaklanması) kararı ile tasfiye etmesi bu anlayışın sürdürülmesi ve kaçınılmaz sonucudur. Siyasal etkinliği ve rolü başlangıçta kısmen kaçınılmaz koşulların etkisiyle sınırlanan sovyetler, Bolşevik Partisi’nin bu anlayışı sonucu, fiilen etkisiz, amacından uzak, biçimsel bir organ haline gelmiştir. Rusya’da devrimci amaçlara sahip çıkan son büyük kitlesel hareket olan Kronştad Ayaklanması ile Bolşevik Partisi’nin aynı tarihlere denk düşmesi ilginçtir ve siyasal yönden Ekim Devrimi ile kurulan yeni devletin bürokratikleşmesinin zaferine işaret etmektedir. Lenin’in yakındığı ve İşçi ve Köylü Kontrol Komisyonları vb. Önlemlerle savaşmaya çalıştığı bürokratikleşme giderek güç kazanmış ve Stalin’in Bolşevik Partisi’nin başına geçmesiyle, “tek ülkede sosyalizm” teziyle enternasyonalizmi de bir kenara atarak önce Stalin ve başında bulunduğu ekibin sonra da Stalin’nin kişisel diktatörlüğüne, bürokrasinin egemenliğinin kutsanmasına ve Stalin’nin siyasal tekelini sarsılmaz biçimde kurmasına doğru evrilmiştir. Kısacası 1918 ortalarında oluşmaya başlayan bürokratik devlet 1921 yılında zafer kazanmış ve giderek güç kazanarak Stalin iktidarıyla zirveye ulaşmıştır.
Fabrika komiteleri neden tasfiye edildi?
Önceki bölümde söz ettiğimiz fabrika komiteleri Şubat Devrimi sonrasında ortaya çıkmış ve tabanı büyük ölçüde Bolşeviklere ve anarşistlere yönelmiştir. Boleviklerin fabrşka komiteleriyle ilgili olarak 1917 yazında sovyetler içindeki nispeten olumsuz koşulları dikkate alarak devrimci ayaklanma sırasında fabrika komitelerine dayanmayı tartıştıkları biliniyor. Ancak, Ekim Devrimi sonrasında kuruldukları yerlerde üretimi sürdürmeyi ve işçilerin fabrikalardaki yönetimini sağlamaya çalışan, Rusya ölçüsünde de merkezileşmeye çalışıp bunu kısmen başaran bu örgütler Bolşevikler tarafından politik yönden kontrol edilen işçi sendikalarına bağlanmaya çalışılmıştır. Yaklaşık bir yıllık bir mücadele sonrasında buna karşı durmaya çalışan fabrika komiteleri hareketi tasfiye edilerek sendikaların uzantısı haline getirilmiştir. Fabrika komiteleri, ekonominin yönetimini üzerine almaya çalışan kitlesel örgütlenmeler olarak, kapitalist üretim örgütlenmesini parçalamaya yönelmişlerdir. Patron-müdür-idari ve teknik yöneticilerden oluşan üretim sürecinin yönetiminin yerine işçilerin yönetimin esas gücünü oluşturduğu bir yönetimi gerçekleştirmeye çalışmış ve bunu da bazı yerlerde kısa süreli olarak gerçekleştirmişlerdir. Bolşevikler ise çökmüş olan sınai üretimi canlandırmak gerekçesiyle çoğu işletmede tek kişinin söz sahibi olduğu, bu tek kişinin büyük ölçüde işletmenin eski sahip veya yöneticilerinden olduğu, kapitalist üretime özgü örgütlenmeyi sürdürmüşler, işçilere pratikte yürümeyen kontrol görevini uygun bulmuşlardır. İşçilerin üretim içinde, temel sorunlarda inisiyatif ortaya koyamadıkları, yönetilen nesneler olma durumu sürmüştür. Kapitalist toplumda işçilerin işgüçlerini en elverişli koşullarda kapitalistlere satmaları amacıyla oluşturdukları ve kapitalist sisteme özgü bir durum olduğunu düşündüğümüz sendikalar, bürokratik işleyişi ile yeni rejimde de yer bulmuşlar ve mevcur üretim örgütlenmesini muhafaza ederek fabrika komitelerininin devrimci amaçlarına son vermede rol oynamışlardır. Bolşeviklerin üretimin örgütlenmesi alanındaki bu yaklaşımları (1921’de tasfiye edilen İşçi Muhalefeti bazı yönlerden kısmen farklıdır) Lenin ve Troçki’nin taylorizmi savunmalarında da kendisini ortaya koymaktadır. Üretimin arttırılması amacıyla taylorizmin ileri yönlerinde yararlanılabileceği görüşü, kapitalist üretimin, işçiyi üretim sürecinde makinelerin uzantısı ve tamalayıcısı olarak gören bu anlayışın, işçinin üretim sürecindeki yaratıcı ve yönetici rolünü bütünüyle dışlayan bu tezin benimsenmesinin, üretim ilişkilerinin köklü biçimde dönüştürme anlayışının karşısında yer aldığı ortadadır. Dolayısıyla üretim alanının bürokrat ve teknokratların egemenliğinde oluşu, bu anlayışın doğal sonucudur. Teorik yönden Stalinizm tarafından ifade edilen üretim ilişkileriyle ilgili görüşlerin esas itibarıyla Bolşeviklerin yönelimine ve pratiğine uygun düştüğünü söylemeliyiz. Bu görüşe göre üretim ilişkileri üç unsurdan oluşmaktadır. A) Üretim araçları üzerindeki mülkiyet biçimleri B) Üretim sürecinde yar alan insan gruplarının üretimi gerçekleştirmek amacıyla kurdukları karşılıklı ilişkiler C) Toplumsal ürünün toplum içindeki bölüşümü. Stalinizm bu üç unsur içinde belirleyici olanın, mülkiyet biçimleri olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetin biçimsel varlığı üretimin sosyal ilişkilerinin karakterini belirlemektedir. Oysa aslolan üretim amacıyla insanların bu süreçte kurdukları ilişkinin niteliğidir. Bu ilişkide tabi rolde olan sürecin yönetiminde söz sahibi olmayan işçilerin egemenliğinden, ve özü itibariyle sosyalist bir yönelişe sahip ilişkilerin kuruluşundan söz edilemez. Mülkiyet biçimi işletmelerde yöneticinin kim olduğunu değiştirmiş ancak işçiyi yönetici role getirmemiştir. Kapitalist veya onun profesyonel yöneticisinin yerini Sovyet rejiminde kökeni ne olursa olsun bürokrat ve teknokrat almıştır. Yeni rejim ekonomide bu güçlerden destek almış ve bu güçleri desteklemiştir. Siyasetteki bürokratik egemenlik, ekonomideki bürokratik-teknokratik egemenlikle bütünleşmiş ve tamalanmıştır. Burada, bir noktaya açıklık getirmek gerekmektedir. Devrimin emperyalist müdahalecilere ve Beyaz Ordular’a karşı elverişsiz koşullarda kahramanca bir askeri mücadeleyle başarıya ulaştığı Rusya’da, bu koşulların getirdiği ve üç yıldan fazladır sürmekte olan emperyalist savaşın yol açtığı yıkım sonrasında başlangıçta yürümeyi hedeflediği yola kıyasla çok daha elverişsiz bir yoldan yürüdüğü açıktır. Üstelik, özellikle Almanya’da beklenen devrimin enternasyonal desteği bulunamamıştır. Bu durumun, devrimin gelişmesini büyük ölçüde etkilediği açıktır. Ancak önemli olan sahip olunan anlayış ve bu anlayışın koşulları elverdiği ölçüde hayata geçirilmesidir. Bu açıdan bakıldığında Bolşeviklerin işçilerin devletin ve ekonominin yönetimini üstlenmek için yaptıkları girişimler karşısındaki tutumları önemlidir. Elbette işçi sınıfı, bütün eksiklikleri yetersizliği, deneyimsizliği ve geriliğiyle sahnededir. Burada yapılması gereken, işçi sınıfının ortaya koyduğu inisiyatifini geliştirmesini sağlamak, yönetim konusunda destek olmak, kendisine olan güveninin ve deneyiminin artması yönünde çaba göstermektir. Bunun kriteri de, sınıfın öz örgütlenmeleri ve bu öz örgütlenmelerin faaliyetleri karşısındaki tavırdır. Bolşeviklerin, işçi sınıfının inisiyatifini körelten, fabrika komitelerinde tasfiye eden tutumu eleştiri konusudur; koşulların getirdiği sınırlamalar, geçici ve taktik önlemler değil, bir çizgi boyunca izlenen politika değerlendirilmektedir. Sonuç olarak, Bolşevikler, burjuva devlet cihazının yıkılması konusunda başarılı olmuşlar, bu cihazın yerine sovyetler cumhuriyeti gerektiği doğru tespitini yapmışlardır. Ancak işçi sınıfı Sovyetler Birliği’nde yönetici sınıf haline gelememiş, koşulların getirdiği olumsuzluklarla birlikte esas olarak Bolşevik Partisi’nin politikası bu yöndeki gelişme dinamiğini ezmiştir. Ekonominin yönetimi konusunda hem anlayış hem de uygulamada işçi öz örgütlenmelerinin karşısında yer alan Bolşevikler, sınıfın bu alandaki inisiyatifini filiz halindeyken yok etmişlerdir. Her şeye rağmen dünya işçi sınıfının çok önemli bir kazanımı olan, ayakta kaldığı süre içinde varlığı önem taşıyan Sovyetler Birliği, 1925’ten sonraki süreçte enternasyonalizmi reddeden daha da olumsuz bir politikaya yönelerek dünya devrimini frenleyen bir güç haline gelmiş, sonuçta da varlığını sürdüremeyerek dağılmıştır. Bu sürecin temellerinin 1920’ye kadar oluştuğunu sonraki gelişmelerin çok büyük bölümünün devrimin bu dönemindeki gelişmelerden tamamen bağımsız veya bütünüyle karşıt olgular olduğunu söylemenin doğru olmadığını belirtelim. Devrimin önderlerinin başta Lenin ve Troçki olmak üzere, tarihsel yönden devrimci bir rol oynadıkları, bütün hata ve eksiklerinin büyük devrimciler ve teorisyenler olma niteliklerini değiştirmediği söylenmelidir. Ancak Lenin ve Troçki’nin devrimci niteliklerinin, onların önemli yanlışlarını görmenin ve eleştirmenin engeli haline getirmek, işçi sınıfı mücadelesine ve Marksizme yapılabilecek kötülük olarak kavranmalıdır.
                                                                                                                 Ekim, 2004

Hiç yorum yok: