26 Ağustos 2013 Pazartesi

Barış Ya da Kırılmak İstenilen El, Susturulmak İstenen Dil

Mahmut Balpetek

 Kürt sorunu barışçıl demokratik yolla çözülmesi olasılığının filizlendiği her dönemde birbirinden faklı saikler ile de olsa bütün toplumu heyecanlı bir beklentinin içerisine sokmaktadır. Toplumda ki bu heyecanlı bekleyişin nedenlerinden biri hiç kuşkusuz sorunun kan ve göz yaşı içeriyor olmasıdır. Yaşadığımız coğrafyada bu sorundan dolayı bir yakınını kaybetmemiş, sokağında veya mahallesinde bir tanıdığını bu sorun nedeni ile ölü vermemiş kimse yok gibidir.
barış
Sorunun bu kadar derinlikli ve bir o kadar acı olması toplumun beklenti çıtasını yükseltmektedir. Bir diğer unsur da maliyeti bu kadar ağır olan bir sorunun nasıl çözüleceği ya da çözülebilinir mi? sorusuna olan merakıdır. Sorunu her ne kadar “Kürt sorunu” olarak tanımlıyor olsak da sorun esasında Türk sorunu, hatta ortadoğu bu dolayım ile uluslar arası bir sorundur. İktidar cephesi bu kadar komplike bir sorunu, hakkettiği ağırlıkta gündemleştiriyor mu? Zira sorunun mahiyetini kapsadığı alanı çok iyi analiz etmeden ve ona uygun mevzilenmeden, onu can alıcı noktasından kavramadan, sorun yumağını çözmek mümkün değildir. Başka bir ifade ile sorunun tarihsel ve aktüel boyutlarını görmeden ya da göz ardı ederek varılacak bir sonuç görünmemektedir. Sorunun hakettiği ciddiyet ile ele alınarak çözülebilinir. İktidar Kürt sorununda çözüm ya da açılım derken neyi kast ettiğini toplumla paylaşmalıdır. Zira hiç kimse çözümden neyi kastettiğininden haberdar değildir. Bu durum çözüme destek olabilecek potansiyelin açığa çıkmasını engellemekle kalmadığı gibi, söze konu potansiyelleri sürecin karşısında konumlanmaya itmektedir. İktidar soruna çözme perspektifi ile yaklaşıyor olsaydı kullanacağı metot bu olmaması gerekirdi. Zira araçları amaca uygun seçmeyi tercih etmeliydi.
 
Newroz’dan, 1 Eylül’e   
Newroz’da açıklan müzakere sonucu anlaşmaya varılan barışın ilk etabı olan gerillanın geri çekilmesi süreci önemli oranda tamamlanmış durumdadır. Yaklaşık sekiz aydır ellerin tetikten çekilmiş olması, geçen zaman içinde ölümlerin olmaması son derece olumlu bir aşama olmakla birlikte, bu durumun kalıcılaşması için yeterli bir zemin değildir. Zira barış savaş gibi kavramlarının dışında bir Kürt nesneliği vardır. Müzakerelerin başladığı bir yıla yakın zamandır iktidarın Kürt nesneliğine dair attığı adım olmadığı gibi atacağına dair topluma umut enjekte edecek her hangi bir belirti de söz konusu değildir.
Tam aksine müzakerelerin başlamasının hemen akabinde ilk adım olarak Kürt medyasını hedef alan diplomasiyi devreye sokmuştur. Avrupa’da yayın hayatında olan bütün medyayı susturmaya dönük çalışmaları sonucu Kürt medyası geçici de olsa bir süreliğine susturuldu.
Kapatılan Nûçe TV temsilcisi Amed Dicle, Danimarka mahkemesinin kararında Türkiye’nin baskılarının “belirleyici” olduğunu söylüyor ve bu “baskıları sineye çekmeyeceklerini” ifade ederek, çalışmalarını yeni planlamayla sürdüreceklerini dile getirdi.
İktidar cephesinin ikinci adımı, hızlanan karakol inşatları ve koruyucu sayısında artırıma gitmek, sınırlara takviye birlikler yığmak oldu. İnsan sormadan edemiyor. Devrede olan müzakere ve barış süreci mi? Yoksa büyük bir savaşın ön hazırlığı mı?
Geçen zaman içinde Kürt sorunun çözümü ile atılması gereken adımlar konusunda hükümet yetkilerine sorulan her soruya mutat yanıt alınmıştır. Gündemimizde öyle bir mesele yok. Bir başka ifade ile söylemek istedikleri, gündemimizde Kürt sorununu çözmeye dönük atılacak adım, yürünecek yol üstleneceğimiz bir sorumluluk yoktur. Demek ki, Kürt özgürlük güçleri muhatabı olmadan kendi kendine barış yapacaklar. Bu gayri ciddi  görünen ancak, son derece tehlikeli bir duruştur. Barış için adım atmak gündeminde yok, onun yerine savaş hazırlığını andıran medyanın susturulması, karakol inşatı, koruyucu sayısında artırıma gitmek gibi, hızlı hamleler neden? Bu durumda geriye akılda kalan hesabın başka olduğudur. Bu hesabı basitçe deşifre etmek gerekirse Kürt özgürlük dinamiklerinin tasfiye etmek istem ve amacından başka bir şey değildir.
Açıkça ifade etmek gerekirse sürecin işleyişinde bir tezatlık var. Zira barışılacak el kırılmaz, konuşulacak dil /ses kısılmaz yada susturulmaz.
Yirmibirinci yüz yılda Kürt gerçeğinin geldiği aşama itibari ile onu görmeme eğilimi veya üzerinden atlamanın kimseyi götüreceği bir yol yoktur. Çünkü bugün Kürt sorunu dünyanın en büyük ulusal özgürlük sorunu olarak bütün yakıcılığı ile orta yerde durmaktadır.
“ Adım At” Talebi Tehdit midir?
İmralı süreci ya da Kürt açılımı adını her ne koyarsak koyalım ile birlikte otuz yılık savaşta görülmemiş boyutta ve hızda gerillanın geri çekilme süreci başladı. Çekilme halen devam ediyor gerilla yetkililerin ifadesine göre sonbahara kadar süreç ancak  tamamlanmış olacak. Çekilme ufak tefek yol kazaları dışında başarıyla sürmektedir. Ancak iktidar cephesinden buna karşılık gelecek adımın atılmaması Kürtler tarafından kaygıyla karşılandı. Zira karşılıklı güven sorunu sorunun çözüm süreçlerinde her zaman kendine has bir role sahipti ve sahip olmaya devam etmektedir. İktidarın bu konu ile ilgili attığı tek adım akil insanlar heyeti idi. Ancak onlarında çalışmaları ve raporları  toplumla paylaşılmadığından ne amaca hizmet edeceği sırrını korumaktadır. Daha önemlisi akil insanlar grubundan bir kimsenin iktidarın tutumundan dolayı kendini süreçten muaf tutup iktidarının adım atmama ısrarını eleştirmesiydi. İktidarın kendi belirlediği heyet bile iktidarın pozisyonundan rahatsız olmuştu. Böylesi bir siyasal atmosferde Kürtler iktidara karşı adım at kampanyası yürütmeye çalıştılar. İktidar bunu bir tehdit olarak algılama yolunu tercih etti. Halbuki, barışın doğası gereği karşılıklı adımlar atılarak sürecin yumuşaması, ardından yıllar içinde yaşanan uzaklaşmanın açtığı mesafenin kapanması için karşılıklı birbirine doğru yürümek gereklidir. Ancak sahici bir müzakere, bu adımların arkasından kurulacak diyalog ile  mümkündür. Bu yolu izlemek yerine AKP daha “ne istiyorlar” “biz tehdit yemeyiz” gibi hamasetle soslu söylem ile toplumun ırkçı yanını okşama yolunu tercih etti. Dolayısı ile söylem bazında olsa bile üstüne düşeni yapmaktan imtina etmiş oldu.
İpler Geriliyor mu?
En son Erdoğan’a sorulan ana dilde eğitim konusu ilgili  soruya ,verdiği yanıt her şeye karşın korunmaya çalışılan iyimser havayı ortadan kaldırma yönünde yeni bir aşama olmuştur.İpler kopuyor demek için her ne kadar erken ise  ipin son derece gerildiğini söylemek o kadar gerçektir.
Erdoğan’ın “ana dilde eğitim kesinlikle gündemimizde yok…” yönündeki açıklamasına, KCK, şu yanıtı verdi: “Birincisi; bu müzakere ve çözüm ruhuyla hiçbir şekilde bağdaşmayan bir tutumdur. İkincisi sormak gerekiyor; sen hangi uluslararası hakla, hangi insani duyarlılıklarla ve hangi yetkiyle nasıl bir halkın dilini, kültürünü, kimliğini ve kişiliğini kabul etmez, reddedersin? Zaten 40 yıllık savaş da bunun için değil miydi? Kürt halkı, parya bir halk mıdır, sen de efendi misin ki “şunu veririm bunu vermem, ana dilde eğitim asla olmaz” diyorsun? Bu ret ve inkâr, zulüm ve zorbalık değil midir? 21. yy.ın bu döneminde, ana dilde eğitimi ret etmek, ya uluslararası ve bölgesel gelişmelerden bihaber olmaktadır, ya da bu egemen sömürgeci zihniyetin ta kendisi olmaktadır.” Diye yanıt verdiler.
Devamında KCK yürütme kurulu üyesi Cemil Bayık’a sorulan silahlı mücadeleye tekrar başlayacak mısınız sorusuna “Gündemimizde şu anda silahlı mücadele yok. mücadelenin silah dışında da yöntemleri var. Bunları tartışıyoruz” şeklinde yanıtlaması, sürecin açmaza girmesi durumunda güçlü serhıldan dönemi başlatacaklarının imasıydı Süreç hangi yöne evrilirse evrilmiş olsun, Sivil itaasızlık eylem ve direnişlerinin gelecek dönemde hem doğuda hem batıda yeni mücadele aracı olarak devreye sokulacağı kaçınılmaz gibi görünmektedir. Özellikle Gezi olayları ile birlikte katılımın sadece sandıkla sınırlı olmadığı, karar mekanizmalarının her aşamasında söz söylemek isteyen yeni bir kuşağın, yeni bir anlayışın siyaset sahnesinde kendine yer araladığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu anlayışın sahneye çıkması beraberinde, ülkenin doğusu ile batısını ortak bir siyasi gündemde birleştirmiştir. “Geziden Lice’ye barış için mücadeleye devam  “ şiarı bu ortaklaşan gündemin veciz bir ifadesidir. Diren barış, eşitlik, özgürlük!

Hiç yorum yok: