22 Kasım 2013 Cuma

Büyük İzdivacın Girdileri

                                Mahmut Balpetek

    Günler önce medyanın uyumlu  bir koro edası ile büyük buluşma diye nitelediği Başbakan Erdoğan ile Kürdistan Bölgesel Başkanı Barzani buluşması, tarih 16 kasım 2013 gösterdiğinde gerçekleşmiş oldu. Buluşma öncesi başbakanın  ilk kez Diyarbakır Belediye’sini ziyaret etmesi havanın yumuşamasında önemli etmen olmuştur. Görüşme, büyük bir buluşmadan öte, iyi tasarlanmış, AKP mitingi şeklinde seyir etti.
nikah
Başbakanın, Kürdistan Bölgesel Başkanı Mesut Barzani  şeklinde ifadesinin ardından hükümet kaynakları, Erdoğan’ın bugün ilk defa kullandığı “Kürdistan” ifadesine de sınırlı bir açıklama getirdi. Kaynaklar, Irak anayasasında bölgenin bu şekilde adlandırıldığını ve Erdoğan’ın bu nedenle “Kürdistan” ifadesini kullandığını söyleyerek, bunun bir tercih sonucu değil uluslar arası diplomasinin gereği olduğunu açıkladı. Neden ne olursa olsun bu ifadeyle devlet aklı Kürdistan gerçeği ile yüzleşir  olacak.
 Devamında çok önemli bir ifade ise; Başbakan’ın ” bu sınırlar cetvelle çizilmiştir” diyerek sınırların suni olduğunu anımsatmasıydı. Ancak konuşurken unuttuğu şuydu: Cetvelle çizilmiş olduğunu söyleyerek  eleştirdiği sınırlara, duvar örenin  kendi iktidarı olduğu gerçeğidir. Bu gerçeklik başbakanın okyanusta rotasız ilerlemeye çalışan bir gemi kaptanı olduğu görüntüsü verdi.
  Sıkça, BDP’yi  barışa  engel gösterdiği konuşmasında, bölgede tek partinin hakim olmasına müsaade etmeyeceklerini deklare etmeyi  de ihmal etmedi. Her ne kadar Hükümetin başka bir yetkilisinin gündemimizde yoktur diye ifade etmiş olsa da Başbakanın “dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak” sözlerini seçim suyuna yazdırmamak bu sözlerin takipçisi olmak,  barış güçlerinin önümüzdeki dönemde görevi olarak ortaya çıkmıştır.
 Barzani;   “Savaşın kazananının olmadığını, çağımızın müzakere ve diyalog çağı olduğunu,  barış sürecini desteklediğini, Kürt ve Türk halkları kardeştir” diye sürdürdüğü konuşmasını “ yaşasın özgürlük” ifadesi ile bitirdi. Erdoğan’ın  kurmayları dahil kimsenin  bir adım sonrasını görmediği, hukuk zeminine oturtulmamış  sürece desteğini beyan etmesi  aynı zamanda AKP’ye  hovardaca verilen kredi niteliğinde olmuştur. Zira alan, AKP’nin alanıydı. Meydanda barışın diğer tarafı yoktu. Dolayısı ile kurduğu  sözün muhatabı İktidardı.
Şıwan  Perver ve  İbrahim Tatlıses ‘in birlikte yaptığı kısa düet, her iki sanatçının da barışa olan özlemlerini dile getirmesinin ardından Başbakana  yapılan övgüler ve  dualar ile sürmesi düşündürücüydü.Çünkü; ikisinin de  bu sürecin başbakanın projesi olduğu algısının dışa vurumuydu.
 Kürtler nezdinde itibarlı siyaset ve sanatçı eşliğinde  tipik bir AKP mitingi, Amed’e çıkarmaya dönüştü. Çokça bayrak ve pankartın hakim olduğu alanda az da olsa Kürdistan bölge bayraklarının alanda sallanıyor olması simgelerin mitleştirilmesinden normalleşmeye doğru bir ilke sahne oldu. Yine bir ilk olan Başbakanın “Kürdistan Bölgesel Başbakanı” ifadesinin TRT’nin sansürüne takılması,  kurumun lügatında  “Kürdistan” sözcüğünün yasaklı yerini koruduğunun ifadesiydi. Bu durum bize hukuki zeminden yoksun olan bir ifadeyi kullanan Başbakan bile olsa sansür mağduru olmaktan muaf olmayacağı gerçeğini bir kez daha göstermiştir. Bir başka pencereden bakıldığında ise; atılan her adımın semeresi tek başına sahibine geri dönmez misali, Kürdistan sözü ve Kürdistan bayrağı  defacto olarak yasaklı olmaktan sıyrılarak barış ve demokrasi güçlerinin hanesine kazanç olarak akmıştır.
  Sergilenen tablo;  bölge halkının özlemini gideren  hüzün dolu bir kurguya sahipti. Bu durumun farkında olan başbakan ve kurmayları, başkalarına kaptırmamak için ağlama seanslarını performans etmeyi ihmal etmediler. Bu vesileyle Kürt halkının diline, kulağına ve duygularına hitap etmiş oldular. Bölge bir hayal alemine girmiş gibiydi, “hayaldi gerçek oldu” sloganında olduğu gibi.
  Nikah salonuna geçildiğinde yeni bir sürpriz ile karşılaştık, mecliste Kürtçe yemin içtiği için 10 yılı aşkın hapisle cezalandırılan Leyla Zana, salonda nikah şahitlerinden biri olarak sahnede ki yerini almıştı. Meydanda ki, seremoninin bir benzeri salonda da tekrarlandı. Bir cümle herkes barışa şahitlik yapmaktaydı. Bize düşen barışa bütün kalbimizle  evet demektir.
                                      Görüntünün Ardında Kalan Gerçek
  Saatler akşama doğru ilerlerken şov yerini görüşmeye bıraktı. Bir saat 20 dakika süren bir toplantı gerçekleştirildi. Görüşmeye, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın katıldı. Edinilen bilgiye göre görüşmede, liderler toplu açılış töreninde verdikleri mesajları değerlendirdi. Toplantıda, Türk ve Kürt tarafının dört başlıkta mutabakata vardığı da belirtildi. Mutabakata varılan başlıklar şöyle:
1- Barzani, çözüm sürecine destek vermeye devam edecek.
2- Suriye’nin kuzeyinde (Rojava) PYD’nin kurmak istediği defacto yönetime Kuzey Irak Kürt Yönetimi müsaade etmeyecek.
3- Kürt petrolünü Türkiye üzerinden dünyaya pazarlayacak boru hattından petrol en geç 1-1.5 ay içinde akmaya başlayacak.
4- Habur sınır kapısına paralel iki sınır kapısı 1 ay içinde açılacak.
   Bu anlaşmayla görülmüştür ki; yaşananlar bir şov görüntüsünden ibaret olduğudur. Petrol anlaşması ile yeni kapıların açılması maddelerini bir an  konu dışı  bırakalım.
  Rojava’da yaşanan devrime karşı sadece tutum almak değil, yaptırım ve müdahale de bulunmasını da  içeren anlaşmanın ikinci maddesi,  kurulan ittifakın amacını anlatmaya yeter de artar.
  PYD’nin kurmak istediği defacto yönetime Kuzey Irak Kürt Yönetimi müsaade etmeyecek ifadesi bu nasıl olacak  sorusunu gündeme getirmektedir.
 YPG Bağdat’ın kontrolünde bulunan Til Koçer ( Yarubiye) kapısı’nı  El Kaide’den alarak Rojava’ya bir nefes borusu açmıştır. Böylece Peşhabur’u açmayan Barzani’nin kozu zayıflamıştır. Bu dolayım  ile kapı üzerinden yaptırım yapamayacağı çok açıktır. Geriye kalan tek şık Rojava’da kendine yakın parti ve hareketleri YPG karşısında  savaşa sokmaktır. Yeterli olmaz ise,  yine bu paralelde direkt müdahale etmektir. Barzani bu anlaşma ile üstlenip, altına girdiği yükümlülük, bunun dışında başka bir şeyi andırmıyor.Üstlendiği bu görev Kürtlerin sonu olmasa da iç çatışma felaketinin kıvılcımını çakma riskinin başlangıcıdır.
  Barzani, çözüm sürecine destek vermeye devam edecek biçimindeki formüle edilmiş birinci madde üçüncü madde ile birlikte yok hükmüne düşmüştür. Rojava’da halkın iradesi ile savaşacağının yükümlüğüne girerek,  barışı desteklemeye nasıl devam edecektir. Zira barış ve savaş denkleminin oturduğu zemin Rojava’dır. Bunu ıskalayan  barışı sahici olmaz.
    Bol dualı ve ağlamaklı şovun  ertesi gün, 17 kasım sabahı Rojava’dan Nusaybin’e giriş yapmak isteyen üç Kürdün özel timlerce öldürülmesi  hayal hangisi gerçek hangisi sorusunu yeniden beyinlere kazıdı. Evet bir gün hayal yaşandı Amed’e sonraki gün gerçek yeniden sardı hayatımızı.

Hiç yorum yok: