22 Kasım 2013 Cuma

Necdet Saraç’ın Anısına/ Ya Sosyalist Demokrasi Ya Bürokratik Despotluk


necdetsarac1
Sevgili Necdet’i 11 yıl önce 10 Kasım 2002′de kaybettik. Yazın Yayıncılık’ın kurucusu, Yeniyol dergisi, İlkadım dergisi  yazarı kısa ömrünü sosyalizme adamış bir devrimciydi o…  44 yaşındayken bizleri yalnız bıraktı.
Bütün yoldaşları, dostları onun bıraktığı boşluğun hüznüyle anıyor Necdet’i…
Necdet’in Yeniyol dergisinde yayınlanan bir yazısını yayınlıyoruz anısına…
 *                    *                      *
                         Ya Sosyalist Demokrasi Ya Bürokratik Despotluk
Necdet Saraç
1871 Paris Komünü deneyinin esinlendiği işçi devleti burjuva devletten milyon kez daha demokratik olacaktı. Oysa daha sonra yaşanan deneylerden böylesi bir işçi demokrasisi değil, iktidarın bir azınlık tarafından gasp edildiği rejimler ortaya çıktı. Yanılmaz ve eleştirilemez tek bir “öncü parti”, hatta yalnızca bu partinin “merkez komite”si, giderek “halkların babası”, tek bir şef işçi sınıfına “vekaleten” siyasi iktidarı tekeline aldı. İşçi sınıfının payına düşen ise kendisine rağmen yürütülen “işçi iktidarı”nın ya despotluğuna boyun eğmek, ya da terörüne kurban gitmekti. Milyon kez daha demokratik olmak şöyle dursun, işçi sınıfı bu devletlerde gelişmiş kapitalist ülkelerde kullanabildiği demokratik hakların birçoğuna sahip bile değildi. Yani, Marx’ın burjuva demokrasisinin ve devletin sınırlılığını eleştirerek yola çıkmasından ve Lenin’in tarif ettiği “komün tipi” devleti inşa etmeye kalkışmasından bu yana işler neredeyse tersine döndü!
Ama işçi sınıfına “vekaleten” iktidarı eline geçiren bürokratik kast ısrarla bütün olan bitenin işçi demokrasinin gereği olduğunu iddia ediyor. Kendi konumunu meşrulaştırmak için de bunun kaçınılmaz olduğunu kanıtlamaya çalışıyor! Söylediklerinden çıkan özetle şudur: işçi sınıfının ezici bir çoğunluğu geri bir bilince sahiptir. Bu nedenle kolayca burjuva ve küçük burjuva ideolojisinin etkisi altında davranır. Ayrıca acil maddi çıkarları uğruna tarihsel çıkarlarını unutabilir. Bu koşullarda tabana dayanan bir demokrasi sosyalizmin inşasını tehlikeye düşürür. Çünkü kitleler kendi başlarına nesnel olarak karşıdevrimci kararlar alabilirler. Oysa parti, üst düzeyde bilimsel bilgiyle donatılmıştır. Politik düşünce tekeli ondadır. Yanılması ve şaşması imkansızdır. Parti her koşulda, her zaman haklıdır. Bu nedenle, sosyalizmin inşasını güvenceye alacak olan, partinin toplumsal yaşamın her alanına egemen olmasıdır. İşçi demokrasisi de gerçekte partinin diktatörlüğünden başka bir şey değildir. Ayrıca işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını temsil eden bir partinin yek vücut olması gerekir. Çünkü parti içinde ortaya çıkacak bir muhalefet gerçekte, ister bilinçli ister bilinçsiz nesnel olarak karşı-devrimin ajanıdır. O halde bastırılmalı ve yok edilmelidir… Yıllardır bu anlayışla hareket eden Stalinist gelenek işçi sınıfını, ya “insancıl bir kapitalizm”e razı olup demokrasi uğruna sosyal-demokrasiyi desteklemeye ya da “sosyalizm” adı altında bürokratik bir kastın diktatörlüğüne kabule zorlanmıştır. Bu, işçileri sosyalizmden soğutmuştur. Ama son yıllarda özellikle Doğu Avrupa’da yaşananlar yeni bir canlanmaya işaret etmektedir. Şu soruya açıkça cevap vermek gerekir: Marks ve Lenin’in tarifine uygun burjuva demokrasilerinden daha özgür, daha demokratik ve iktidarın gerçekten emekçilerin elinde olduğu bir sosyalist demokrasi mümkün müdür, değil midir?
Çoğunluk İktidarı ve Konseyler
Devrimci Marksistler, “demokrasi”nin ya da “demokratik kurumlar”ın sınıflar üstü bir yapıya sahip olduğu türünden reformist yanılsamaları reddederler. İşçi demokrasisinde de emekçilerce yeni bir kalıba dökülmüş olan devlet burjuvazinin örgütlü saldırılarına karşı kendini korurken, Lenin’in de belirttiği gibi giderek güçlenen değil kendi kendine sönümlendiren bir yapı olacaktır. İşçi demokrasisi, insanlık tarihinde sömürücü ve baskıcı azınlıklara karşı nüfusun emekçi çoğunluğunu temsil eden bir iktidardır. İşyeri ve mahalle komitelerinden konseyler dek uzanan, demokratik olarak seçilmiş ve merkezileştirilmiş kitlesel öz örgütlenmeler bu iktidarın temelidir. Geniş kitlelerin “yönetime katılma”sı pasif bir biçimde oy vermeleriyle gerçekleşemez. Bu ancak toplumsal faaliyetin bir dizi alanında yönetim etkisinin her düzeyde (uluslararası, ulusal, bölgesel, yerel) doğrudan öz-yönetinm organlarına devriyle gerçekleşir. Bu iktidarın temelinin yalnızca fabrika komiteleri, işçi konseyleri oluşturmaz. Ticari ve tarımsal birimler, hastaneler, okullar, ulaşım ve haberleşme merkezleri vb. ile yerel zeminlerde inşa edilecek öz örgütlenmelerde bu iktidarın temelini oluşturacaktır. Yoksa iktidarın nüfusun çoğunluğunca kullanılması, ayrıca işçi sınıfı ile diğer toplumsal kesimlerden müttefikleri arasında bütünleşme ya da ittifakın güçlenmesi de mümkün olmaz. Böyle bir demokrasi de bütün daimi görevliler, yargıçlar, milis ve ordu komutanları, devlet kurumlarındaki emekçi temsilcisi delegeler yalnızca seçim yoluyla gelecek ve seçmenlerin isteğiyle her an geri alınabilecektir. Ücretleri vasıflı işçilerinkini aşmayacak ve hiçbir maddi ayrıcalıkları olmayacaktır. Görevliler dönüşüme tabi tutulacak, görevlerin süresiz ya da ömür boyu aynı kişi tarafından yürütülmesi önlenecektir. Yasama ve yürütme ilkesi aynı anda ve birlikte bizzat konseylerce uygulanacaktır. Daimi görevlilerin sayısında köklü bir indirime gidilecek, yönetim görevleri hızla emekçilerin öz yönetimine devredilecektir.
Merkezi Planlama
Sosyalizmin inşası, insanlığın ekonomik ve toplumsal geleceğinin kör ve anarşik bir düzen yerine ilk kez bilinçli olarak planlanmasıdır. Ekonomik kaynaklar ve zenginlikler Pazar ve değer yasalarına göre değil, belirlenmiş toplumsal önceliklere göre bir merkezi ekonomik plan eliyle yapılacaktır. Ancak milyonlarca insanın refahını ve geleceğini belirleyecek olan bu öncelikleri kim saptayacaktır? Ya bürokratik kast saptadığı öncelikleri kitlelere dayatacaktır, ya da üretici kitleler konseylerine dayalı demokratik iktidar mekanizması yoluyla bu öncelikleri bizzat saptayacaklardır. Birinci çözüm maddi kaynakların ve üretken kapasitelerinin israfı, emekçilerin yaratıcı ve üretken kapasitelerinin boğulması demektir. İkincisi, ise kendi kendini yöneten üretici ve tüketicilerden oluşan sınıfsız, sosyalist topluma ulaşmanın tek yoludur.
Bağımsız Denetim Araçları
Demokratik kuruluşuna karşın işçi demokrasisi, devlet aygıtından bağımsız denetim mekanizmaları ve denge unsurları olmaksızın işleyemez. Grev hakkı, bağımsız sendikalar vb. mekanizmalar, konseyler de dahil yönetim organlarınca alınabilecek keyfi be bürokratik kararlara karşı işçilerin kendi taleplerini savunabilmelerini güvenceye alacaktır. Devletten bağımsızlığın korunması için sendikal görevlerle devlet görevlerinin aynı anda aynı kişi tarafından yürütülmemesi gerekir.
Toplumsal Hareketler
Ancak, iktidar yapısının bu biçimde değişmesiyle tüm toplumsal sorunlar otomatik olarak çözüme kavuşamaz. Kadınların kurtuluşu, ulusal azınlıkların kurtuluşu, cinsel ayrımcılığın yok edilmesi, gençliğin topluma yabancılaşmasının önlenmesi türünden sorunlar, hiçbir zaman basitçe “proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi”ne indirgenemez. Bu hareketlerin bağımsız olarak örgütlenme ve eylem özgürlüğü işçi demokrasisi için vazgeçilmezdir. Elbette soyut olarak ” demokrasi” olsun diye değil bunlar çözülmeksizin sosyalist bir toplumun inşası imkansız olduğu için.
Politik Çoğulculuk
İşçi demokrasisi politik grup, eğilim ve parti örgütlemeye tam bir özgürlük tanımazsa, emekçiler için demokratik hak ve özgürlüklerin genişlemesinden söz edilemez. Hangi partilerin konseylerde temsil edileceğini belirleyecek olan işçi ve emekçi köylülerin oylarıdır. “Sovyet partileri yasallaşmadan Sovyetlerin demokratikleşmesi imkansızdır.”(Troçki)
Bu özgürlüklere konacak ideolojik kısıtlamalar, sınıf düşmanlarının değil bizzat işçi ve emekçilerin siyasal özgürlüğünün kısıtlanması demektir. Siyasal çoğulculuk bu demokrasi için bir önkoşuldur. “Tek parti” savunusu için ileri sürülen iddialar devrimci Marksizm’de tarihsel deneylere de aykırıdır. İşçi demokrasisi pratikte kendi anayasasına uyan tüm partilere, program ve ideolojileri burjuva ya da küçük burjuva da olsa örgütlenme özgürlüğü tanıyacaktır. Örgütlenme hakkının yasaklanmasıyla bir düşüncenin yok edilemeyeceğini öncelikle sosyalistlerin bilmesi gerekir!
Özsavunma ve Adalet
Elbette bu yeni devlet de kendini silahlı saldırılara, teröre, devirme girişimlerine karşı koruyacaktır. Ama bu yalnızca kanıtlanmış girişimler için olacaktır. Yoksa “nesnel olarak” bu sonuca varacağı iddia edilen “kapitalizm yanlısı” ve “sosyalizm düşmanı” propagandaya değil. Emekçi çoğunluğun böyle bir propagandaya kapılıp sosyalizmden vazgeçeceğine inanmak, işçi sınıfından iyice ümidi kesmek demektir. İşçi sınıfı kendisinin kalıba döktüğü bu devlette “düşünce suçu” kavramına yer vermeyecek kadar güçlüdür. Adalet mekanizmaları da daha demokratik ve ileri olmalıdır. Yasalarca tanımlanmamış ve geriye işleyebilen suç, “kolektif suç”, “ailevi sorumluluk”, zorla itiraf ve işkence bunun unsurları olamaz. Yargıçlar seçimle gelmeli ve geri alınabilmeli, jürili açık yargı uygulanmalı, savunma hakkı engellememelidir. 1936-38 Moskova duruşmaları türünden bir facia bir daha yaşanmamalıdır.
Öncü Parti ve İşçi Demokrasisi
Stalinist anlamıyla “sınıfa vekalet” eden bir “öncü” parti reddedilmelidir, yoksa bir devrimci öncü partinin gerekliliği değil. Böyle bir parti olmadan sosyalizmin inşa sorunları kendiliğinden çözülemez. Öncü partinin gerekliliğinin nesnel temelleri bizzat işçi sınıfının yapısından kaynaklanır. Çünkü işçi sınıfı da diğer sınıflar gibi kendi içinde farklı kesimlere ayrılır. Bilinç ve mücadele düzeyindeki farklar, sınıfın en bilinçli ve aktif kesimlerinin devrimci öncü partide toplanmasını getirir. Ama sınıfın bir kesimini ya da kısmi çıkarlarını temsil eden başka partiler de varolabilir, varolacaktır. Hatta bazı koşullarda birden fazla devrimci öncü parti olabilir. Devrimci öncü parti programını yasaklarla şiddet uygulayarak değil, ancak siyasi ve ideolojik mücadeleler yoluyla, konseyler temelinde sınıfın çoğunluğunun desteğini kazanarak hayata geçirecektir. Lenin’in 1917 Nisanı’ndan 1917 Ekimi’ne Sovyet’te çoğunluğu sağlamak çabası boşuna değildir! Devrimci öncü parti kendi içinde tarışma özgürlüğünü en geniş biçimde uygulamalıdır. Ortaya çıkacak farklı görüşlerin eğilim ve hizip olarak örgütlenme, parti yayınlarını kullanabilme, parti organlarında temsil edilme, kongre öncesi kitle önünde tartışma hakkı eksiksiz tanınmalıdır. Kadro ve yöneticiler hiçbir ayrıcalığa sahip olmamalı, ücretleri vasıflı işçi ücretleriyle sınırlanmalıdır. Parti aygıtıile devlet aygıtı arasında kesin bir ayrım sağlanmalıdır. Parti ancak emekçi kitlelerin çoğunluğunu güvenini kazanabilir, öncü işçilerin çoğunluğunu saflarında toplayabilirse öncü olma işlevini gerçekten yerine getirebilir.
Sosyalist demokrasi ya da bürokratik despotluk
Sosyalist demokrasi üzerine süregelen tartışma, uluslararası işçi hareketinin en can alıcı tartışmalarından biridir. Siyasi anlayışların bu konuda takındıkları tavırlar, nasıl bir toplum projesinden yana olduklarını ortaya koyduğu kadar bu amaç için bugünden yönetilen mücadelede takındıkları tavrı da açığa çıkaran önemli bir mihenk taşıdır. Tasarladıkları toplumsal düzende gerçek ve eksiksiz bir demokrasiye hak tanımayanlar, daha bugünden mücadele alanında da dayatmacı, yasakçı ve bürokratik bir tavır alıyorlar. Bu ise işçi hareketinin eylem birliğini parçalamakta ve aşılması gereken önemli bir engel oluşturmaktadır. Ya sosyalist demokrasi, ya da bürokratik despotluk. Başka bir seçenek yoktur!
Yeniyol, Kasım 1988 sayı 3

Hiç yorum yok: