Mahmut Balpetek
Suriye
ve Rojava’daki gelişmeleri, bu konjonktürde önemli kılan iki unsurdan
söz etmek mümkün. Birincisi, Suriye coğrafyasının olası bir bölge yada
Dünya savaşının düğüm noktası olma potansiyeli, ikincisi ise Rojava’da
ulusal özgürlük hedefi ile, toplumsal kurtuluş talebinin örtüşme eğilimi
taşıyor olmasıdır.
Bu iki özelliği
ukdesinde barındırıyor olmasından dolayı bölge ve dünyanın dikkatine
mazhar olmayı sürdürmektedir. İkili karaktere sahip olması, Aynı zamanda
ortak bağlam içinde olmalarına karşın, Suriye ve Rojava’yı ayrık
süreçler gibi de değerlendirmeye olanağı sunmaktadır.
Öncelikle
Suriye’de uzun bir savaş ve de stabilize faaliyetine rağmen rejimin
arkasında güçlü bir toplumsal desteğin varlığını sürdürdüğü
görülmektedir. Çok aktörlü bir iç savaşın yaşandığı böylesi ortamda bu
destek görece azalmış olsa da korunan bakiyenin sonucu belirlemede göz
ardı edilmeyecek türden dominant karaktere sahip olduğu aşikardır .
Görüntü itibarı ile bir iç savaş gibi cereyan eden sürecin perdesi
aralandığında arkada, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Türkiye,
Katar, Arabistan vb. ile Rusya, Çin, İran gibi ülkelerin çıkar ve
egemenlik savaşı verdiklerini görülmektedir. Bu dolayım iledir ki,
yaşanan iç savaş, bölge ya da Dünya savaşına evrimle potansiyelini içkin
kılmaktadır. Bu olasılığı şimdilik frenleyen ve Dünya savaşını kısmen
uzak ihtimal haline getiren bir kaç olgudan biri de oluşan egemenlik
bağlaşıklarından, ABD’nin başını çektiği blokun, kendi içinde bir dizi
paradoks ve çelişkinin yarattığı açmazın içinde kısmen de olsa kilitli
kalmasıdır.
Batı Bloğu ve El Kaide Gerçeği!
CIA
tarafından Afganistan’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne
karşı (SSCB) savaşmak üzere devşirilen El Kaide, 11 Eylül Amerika’daki
iş kulelerine saldırısı sonrası Batı iktidarlarınca terör listesinin en
başına konuldu. Devamında El Kaide tarafından düzenlenen elçilik
saldırıları ve sabotaj eylemleri, örgütün Batı dünyasında şeytan ilan
edilmesine ve çökertilmesi gerekliliği noktasında toplum ikna edildi.
Zira, NATO’nun Afganistan işgalini El Kaide’nin batı dünyasına tehdit ve
saldırılarını sonlandırmak amacıyla gerçekleştirdiğini söyleminin
destek görmesi iknaya dayalı yaratılmış bu algının eseriydi. El Kaide
liderinin özel operasyonla öldürülmesi, Batı toplumunun bir marazdan
kurtulduğu ve bundan böyle güvenlikli bir ortamda yaşayacağı gibi lanse
edilmesi, toplumun bunu hakikat olarak kabul etmesi yaratılan algının
derinliğinin açık ifadesiydi. Batı kamuoyu manipüle yolu ile Dünya’nın
selameti için El Kaide’nin yok edilmesi gerekliliğine ikna edildi. Batı
toplumun hafızası bütün derinliği ve tazeliği ile bu algının kuşatması
ile teslim durumda iken, El kaide ile yapılan ittifak, yaratılan ezberde
şok etkisi yaratmıştır. Tam da bu nokta işin yumuşak karnı olarak uç
vermektedir.
Özgür
Suriye Ordusuna yapısı ve bileşenlerine baktığımızda; On bin civarında,
aralarında çok sayıda Türkiye vatandaşının da bulunduğu, çeşitli
ülkelerden devşirme El Kaide, otuz bin El Kaide gibi düşünen radikal
fundamentalist , otuz beş bin görece ılımlı fundamentalist ve çok az
sayıda laik’ten oluşmuş durumdadır.
Yani,
batı kamuoyu için ÖSO denilen muhalefetin ana gövdesi kendi varlığını
tehdit eder olarak algıladığı El Kaide güçlerinden oluşmuş durumdadır.
Dün batı dünyasının, toplumu El kaide’nin ortadan kaldırılmasını
bir zorunluluk olduğuna ikna eden iktidarlar, bugün, ana omurgasını El
Kaide’nin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu ile (ÖSO) birlikte Suriye
rejimini yıkmak, bu dolayım ile El Kaide’yi desteklemeye ikna etmeye
çalışmaktadırlar. İşin doğası gereği yaratılmış yargıyı kırmak yerine
yenisini inşa etmek ve akabinde gerekli olan desteği almakta
zorlanmaktadırlar. İngiltere meclisinden kararın çıkmaması, ABD’de
Obama’ya yeter desteğin realize olmamasının nedeni tam da buraya
yaslanmaktadır.
Buna Batı iktidarlarının,SSCB’ye karşı savaşmak üzere organize
edilmiş El Kaide’nin, sonra dönüp batı dünyasına sorun haline gelmesi
gibi tarihin, tekerrür etme korkusu, kimyasal silahların El Kaide’nin
denetimine geçmesi ihtimali ve İsrail’in çekinceleri de eklenince iş bir
o kadar daha zorlaşmaktadır. Yani işgalci güçlerin kendileri ikircim
içinde iken, mevcut algıdan yüz seksen dereceçark anlamına gelen bu
yönelime ,halklarını ikna etmeleri çok kolay görünmüyor.
AKP
iktidarı kendisi için demagoji yolu ile aşılabilir bulduğu bu durumun,
bağlaşıkları açısından aşılması bir hayli zor olan engeller taşıdığını,
doğru okumaktan uzak, müdahale ve savaşta ısrarcı tutum içinde olması
onu, kimi zaman içinde olduğu blokun Batı kanadı ile senkronize olmaktan
uzaklaşmasını neden olmaktadır. Ha keza mevcut politikada ısrarı etmesi
ise Dünya ve bölgede hızla yalnızlaşması dışında bir işlev görmeyecek
gibidir. AKP nesnelliği veri alıp politika üretmek yerine sahip olduğu
tasarımı hayata dayatmayı tercih ederek, Dünya ve bölge gerçeğinin
dışına düşmektedir. Bu verili durumu görmeyen volantarist yaklaşımın,
Türkiye’ye siyasi ve ekonomik bedelinin, kesilmiş faturadan, daha büyük
ve ağır olacağını görmek için kahin olmak gerekmez.
Akdeniz havzası üç önemli üsse ev sahipliği yapmaktadır. ABD’nin
İncirlik üstü, İngiltere’nin Güney Kıbrıs’ta bulunan üssü ve Rusya’nın
Suriye’deki Üssü. Her üç devlet için de bu üsler, Akdeniz’de varlıkları
açısından korunması gereken mevzilerdir.
Rusya’nın eskiden farklı olarak, ekonomik ve askeri gücünü
konsolide etmiş olması, mevcut mevzilerini korumak ve dünya üzerindeki
egemenlik kavgasında kendine yer aralamak adına kendi Lazkiye’ de
bulunan üssünü, dolayısı ile Suriye’nin belirsizliğe doğru yol almasına
müsaade etmeyecektir. Bu dolayım ile bir başka belirleyen ise, Rusya’nın
göstereceği dirençtir.
İran faktörü de es geçilmeyecek niteliktedir. HAMAS, HİZBULLAH
ve benzeri örgütlere ideolojik liderlik yapıyor konumu, köklü bir devlet
geleneğine sahip olması ve geleceğini Suriye savaşının sonuçlarında
arıyor olması, onu güçlü bir aktör kılmaktadır. Kaldı ki, muhtemel bir
müdahalede destekçi olmaktan çok direkt savaşa girmek gibi pozisyon
alması da gözden uzak tutulmayacak bir ihtimal olarak görünmektedir.
Ortaya çıkan bu dehşet dengesinin kendisinin de vekaleten süren iç
savaşın vekiller savaşına dönüşmesini frenleyen hatta engelleyen bir
başka etkiye sahip olduğu çok açık görülmektedir.
Yani, geçmişte Afganistan, Irak, Libya müdahalelerinde olduğu
gibi, bir gece ansızın gelebilirim hayalinin karşılığını Suriye’de
aramak onu bulacağını, kendini ikna etmeye çalışmak, beyhude bir çabadan
başka bir şey değildir. Zira işin karmaşıklığının yarattığı engeller,
görünür ufukta böyle bir hamlenin gerçekleşmesini belirgin
kılmamaktadır.
Cin Şişeden Çıktı
Rojava süreci daha ilk günden başlayarak kendini diktatör ve
emperyalist seçeneklerinin dışında üçüncü yol ya da üçüncü bir seçenek
olarak konumlandırmayı ve bu konumunu koruyarak geliştirmeyi
hedeflemiştir. Buna karşılık gerek Emperyalist blok gerekse de Suriye
rejimi Kürt dinamiğini kendi yanına çekmek için yoğun bir çaba içine
girmişler.
Suriye rejimi açısından Rojava’nın Emperyalist destekli ÖSO
muhalefeti içinde olması da bir başarı gibi görünüyorken, Emperyalist
blok ve özelikle Türkiye Rojava’ güçlerini bölmek ve olabilecek maksimum
kısmını ÖSO’nun şemsiyesinin altına çekmeye özel bir önem vermektedir.
Bu
çabanın iki nedeni var biri savaşı kazanmak için Rojava’nın hangi
tarafta yer alacağının savaşın sonucu üzerinde doğrudan belirleyici
olmasıdır. İkincisi ise Rojava Kürtlerini bölerek mevcut statülerinin
değişmemesini teminat altına almak istemesidir. Bu iki faktör AKP’nin
savaşa ve Rojava Kürtleri üzerinde yoğunlaşmaya ve bu alana dönük özel
mesai harcamasına neden olmaktadır.
AKP ile Güney Kürdistan iktidar arasında küresel sermayenin
çıkarları doğrultusunda uzun zamandır gelişen ilişkiler herkesin
malumudur. Bu ilişki Rojava süreci ile birlikte farklı bir boyuta
evirildi. 1990’lı yıllarında ki Türk askeri ve Güney Kürdistan
Peşmergelerin işbirliği ile gerilla güçlerine karşı giriştikleri
operasyonlar andıran konumlanış bugün Rojava’da yeniden sahneye
konulmaktadır.
Güney Kürdistan iktidarı, Rojava sürecinin ilk gününden
başlayarak, kapalı tuttuğu sınır kapısı ile Rojava halkına, açık bir
ambargo uygulamıştır.
PYD Eş Başkanı Muslim ambargoya karşı tepkisini şu ifadelerle
ortaya koymuştur. “Bizi açlıkla terbiye edemezsiniz” Rojava’ya yönelik
uygulanan ambargodan dolayı halkın bir kesiminin göç etmesine dikkat
çeken Muslim “KDP’ye bize ambargo uygulamamalarını söyledik. Biz yaprak
ve otlarla yaşamımızı sürdürebiliriz. Kimse bizi açlıkla terbiye etmeye
ve teslim almaya kalkmasın. Bunu yapanlara çok iyi ders vereceğiz.
Herkes şunu iyi bilsin. Halkımız hiç bir zaman açlığa teslim olmayacak.
Bize sınırları kapatanlar ve aç bırakarak teslim almak isteyenlerden
tarih hesap soracak”
Devamında Rojava halkına karşı gerçekleşen katliama karşı alınan
tutum, Barzani’nin katliama ilgisizliği, tepkisizliği karşısında
Kürtler arasında tepkiler geliştirdi. Tepkiler, 12-13 Ağustos’ta,
Hewler’de gerçekleşen Kürt Ulusal Kongresi hazırlık Komitesi
toplantılarında da, dile getirilir. Barzani, katliamı kabul ve
kınamaktan kaçıp. Katliamı araştırmak üzere bir komitenin kurulmasını,
düzenlenecek araştırma raporu sonucuna göre tavır belirlenmesini şart
koştu. Barzani, kamuoyunu sakinleştirmek için de, “eğer bilgiler
doğruysa, Rojavalı kadın ve çocukların güvenliği için tüm olanaklarını
devreye koyacağız” açıklamasında bulunmak zorunda kalır. Söz konu olan
dönemde, Avrupalılar, BM, Rusya, Ortadoğu halkları başta olmak üzere,
insan olan herkesi ayağa kaldırır. Suriye muhalefetine, El Kaide’ye
tepkiler gelişir, kınamalar yoğunlaşırken, kınama yapmayan iktidarların
başında Güney Kürdistan’ın gelmesi, Kürtler tarafından tepki ile
karşılanır.
Kongreden bir heyete inceleme yapmasına razı olmak zorunda kalan Barzani’nin amacı, “ısmarlama” araştırma heyeti raporuna dayanarak, Kürtlerin katledildiği gerçeğini yalanlamaktır.
Kongre Hazırlık Komitesi, katliam araştırma heyeti oluşturur,
heyet Rojava’ya gider, araştırma yapar. Düzenlediği raporu Komite’ye
sunar. Komite, raporun bir kopyasını üst yazıyla Barzani’ye yollar.
Rapor, “Til Hasıl ve Til Aran beldelerinde salt Kürt oldukları
için kadın, yaşlı, çocuk ayrımı yapılmaksızın, sivil, savunmasız
Kürtlerin çetelerce katledildiği, iş yerleri ve evlerinin yakıldığı,
raporun ulaştığı günün ertesinde, Barzani sözcüsü aracılığı ile açıklama
yapar: “Heyetin raporunda Rojava’da katliam yapıldığına dair hiçbir
belge yoktur. Katliamda ölenler, iki silahlı güç arasında yaşanan
çatışma sonucunda hayatını kaybetmiştir.”
Barzani’nin, Halep’teki Kürt katliamını rapora rağmen “ters yüz”
etmesi, çarpıtması, Ulusal Kongre Hazırlık Komitesini çileden çıkarır.
Sekretarya toplanır. Dr. Kemal Kerküki, Ronahi Serhat, Sadi Pira ve Zeki
Şengali’nin imzasını taşıyan yazılı bir bildiriyi Barzani’ye iletir.
Bildiride, yapılan açıklamanın düzeltilmesi istenir, düzeltme gelmezse,
raporun orijinalinin yayınlanacağı ihtar edilir.
Hemen ardından kongrenin toplanması belirsiz bir süre ertelendi. Yani top taca doğru bilinçli olarak atıldı.
Güney Kürdistan
iktidarının arkasındaki güç Küresel sermaye ve onun bölgedeki sacayağı
AKP iktidarından başkası değildir. Güney Kürdistan iktidarı daha en
başından Kürtlerin ABD’nin başını çektiği blokta yer alması gerekliğini
savunmuştur. Zira üçüncü seçenek, Küresel Sermaye ile entegrasyon
yaşayan Barzani iktidarı içinde açık bir tehlike olarak gözükmekteydi.
Saldırının Arkasındaki Güç AKP
Bu arada AKP iktidarı boş durmuyor, PYD eş başkanını Dış İşleri
aracılığı ile Türkiye’ye davet ediyor diyalog süreci geliştiriyormuş
gibi davranıyordu. Bu görüşmelerin geldiği sonucu PYD Eş başkanı Salih
Muslim, Stockholm’de düzenlenen etkinlikte AKP iktidarına yönelik şu
ifadeleri dile getirdi ‘Bir yandan bizimle görüşmeler yapacaksın öte
yandan köpeklerini, tilkilerini, çakallarını üzerimize salacaksın’
devamında “Şehitlerimiz bize kesinlikle teslim olmayacaksınız diyor. Ya
onurlu bir yaşam ya da onurlu bir ölüm. Üçüncü seçenek yok.
Şehitlerimize söz veriyoruz. Onların istemlerini yerine getirmezsek
yaşam bize haram olsun” şeklinde kararlı ifadelerle deklare etti.Yine
aynı oturumda Muslim, kendilerini ezmeye kalkan rejimin belinin
kırıldığını, şimdi de Kürtlerin karşısına insanlığın, özgürlüğün,
demokrasinin, ahlakın düşmanlarının çıkarıldığını belirterek,
Rojava’daki saldırılarda, AKP iktidarı ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan’ın parmağının bulunduğunu belirtti.
Her
ulus gibi Kürt ulusu da faklı sınıflardan oluşmuştur. Dolayısı ile
heterojen bir sosyal siyasal yapıya sahiptir. Biri birinden farklı
siyası ve ideolojik temsilcileri örgütleri, partileri vardır.
Farklılıklar zaman zaman iç kavgaya yol açmış olsa da Kürt ulusal
kimliğini özgürleşmesi için birlikte davranmak öncül olmuştur. Ancak
Güney Kürdistan’ın özerklik elde etmesi ve Küresel sermaye ile girdiği
entegrasyon süreci, Kürtler açısından yeni bir milat olmaya namzet gibi
durmaktadır. Zira Güney Kürdistan iktidarının takındığı tutum, attığı
adımlar silsilesi tesadüf eserinin ötesinde sınıfsal, siyasal
tercihlerin devlet olarak örgütlenmiş olmanın kaçınılmaz sonucudur.
Güney Kürdistan iktidarı ABD ve AKP iktidarı ile geliştirdiği çıkar
ilişkilerine Rojava sürecini feda etmekte beis görmüyor. Çok açıktır
ki,ulusal kimlik Güney yönetimi için başat sorun olmaktan çıkmış
iktidarı ve temsil etiği çıkarlarının penceresinden pozisyon almak öncül
olmuştur. Bu dolayım ile Kürtler arasında da dünden farklı olarak,
devlet olarak örgütlü hale gelmiş mekanizmanın, sınıfsal ayrılıkları
giderek daha öne çıkarması kaçınılmaz olgudur. Güney Kürdistan ve onun
temsil etiği özerklik modeli, küresel güçler ile girdiği ilişki, onu bir
başka adrese göçe mecbur kılmıştır. mazlumun yanından muktedirin yanına
tayin olmuş durumdadır. Göçenler ve kalmakta ısrar edenler ayrımı,
bugünden sonra Kürtlerin özgürleşme serüveninin her aşamasında
gelişeceğe benzemektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder