22 Kasım 2013 Cuma

Suriye: Emperyalizmin El Kaide’yle Dansı

Mahmut Balpetek 

Suriye ve Rojava’daki gelişmeleri, bu konjonktürde önemli kılan iki unsurdan söz etmek mümkün. Birincisi, Suriye coğrafyasının olası bir bölge yada Dünya savaşının düğüm noktası olma potansiyeli, ikincisi ise Rojava’da ulusal özgürlük hedefi ile, toplumsal kurtuluş talebinin örtüşme eğilimi taşıyor olmasıdır.
Emperyalizm
Bu iki özelliği ukdesinde barındırıyor olmasından dolayı bölge ve dünyanın dikkatine mazhar olmayı sürdürmektedir. İkili karaktere sahip olması, Aynı zamanda ortak bağlam  içinde olmalarına karşın, Suriye ve Rojava’yı ayrık süreçler gibi de değerlendirmeye olanağı sunmaktadır.
 
Öncelikle Suriye’de uzun bir savaş ve de stabilize faaliyetine rağmen rejimin arkasında güçlü bir toplumsal desteğin varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Çok aktörlü bir iç savaşın yaşandığı böylesi ortamda bu destek görece azalmış olsa da korunan bakiyenin sonucu belirlemede göz ardı edilmeyecek türden dominant karaktere sahip olduğu aşikardır . Görüntü itibarı ile bir iç savaş gibi cereyan eden sürecin perdesi aralandığında arkada, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsrail, Türkiye, Katar, Arabistan vb. ile Rusya, Çin, İran gibi ülkelerin çıkar ve egemenlik savaşı verdiklerini görülmektedir. Bu dolayım iledir ki, yaşanan iç savaş, bölge ya da Dünya savaşına evrimle potansiyelini içkin kılmaktadır. Bu olasılığı şimdilik frenleyen ve Dünya savaşını kısmen uzak ihtimal haline getiren bir kaç olgudan biri de oluşan egemenlik bağlaşıklarından, ABD’nin başını çektiği blokun, kendi içinde bir dizi paradoks ve çelişkinin yarattığı açmazın içinde kısmen de olsa kilitli kalmasıdır.
                     
Batı Bloğu ve El Kaide Gerçeği!
 
CIA tarafından Afganistan’da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne karşı (SSCB) savaşmak üzere devşirilen El Kaide, 11 Eylül Amerika’daki iş kulelerine saldırısı sonrası Batı iktidarlarınca terör listesinin en başına konuldu. Devamında  El Kaide tarafından düzenlenen elçilik saldırıları ve sabotaj eylemleri, örgütün Batı dünyasında şeytan ilan edilmesine ve  çökertilmesi gerekliliği noktasında toplum ikna edildi. Zira, NATO’nun Afganistan işgalini El Kaide’nin batı dünyasına tehdit ve saldırılarını sonlandırmak amacıyla gerçekleştirdiğini söyleminin destek görmesi iknaya dayalı yaratılmış bu algının eseriydi. El Kaide liderinin özel operasyonla öldürülmesi, Batı toplumunun bir marazdan kurtulduğu ve bundan böyle güvenlikli bir ortamda yaşayacağı gibi lanse edilmesi, toplumun bunu hakikat olarak kabul etmesi yaratılan algının derinliğinin açık ifadesiydi. Batı kamuoyu manipüle yolu ile Dünya’nın selameti için El Kaide’nin yok edilmesi gerekliliğine ikna edildi. Batı toplumun hafızası  bütün derinliği ve tazeliği ile bu algının kuşatması ile teslim durumda iken, El kaide ile yapılan ittifak, yaratılan ezberde şok etkisi yaratmıştır. Tam da bu nokta işin yumuşak karnı olarak uç vermektedir.
 
Özgür Suriye Ordusuna yapısı ve bileşenlerine baktığımızda; On bin civarında, aralarında çok sayıda Türkiye vatandaşının da bulunduğu, çeşitli ülkelerden devşirme El Kaide, otuz bin El Kaide gibi düşünen radikal fundamentalist , otuz beş bin görece ılımlı fundamentalist ve çok az sayıda laik’ten oluşmuş durumdadır.
 
Yani, batı kamuoyu için ÖSO denilen muhalefetin ana gövdesi kendi varlığını tehdit eder olarak algıladığı El Kaide  güçlerinden oluşmuş durumdadır.
  
Dün batı dünyasının, toplumu El kaide’nin ortadan kaldırılmasını bir zorunluluk olduğuna ikna eden iktidarlar, bugün, ana omurgasını El Kaide’nin oluşturduğu Özgür Suriye Ordusu ile (ÖSO) birlikte Suriye rejimini yıkmak, bu dolayım ile El Kaide’yi desteklemeye ikna etmeye çalışmaktadırlar. İşin doğası gereği yaratılmış yargıyı kırmak yerine yenisini inşa etmek ve akabinde gerekli olan desteği almakta zorlanmaktadırlar. İngiltere meclisinden kararın çıkmaması, ABD’de Obama’ya yeter desteğin realize olmamasının  nedeni tam da buraya yaslanmaktadır.
 
Buna Batı iktidarlarının,SSCB’ye karşı savaşmak üzere organize edilmiş El Kaide’nin, sonra dönüp batı dünyasına sorun haline gelmesi gibi tarihin, tekerrür etme korkusu, kimyasal silahların El Kaide’nin denetimine geçmesi ihtimali ve İsrail’in çekinceleri de eklenince iş bir o kadar daha zorlaşmaktadır. Yani işgalci güçlerin kendileri ikircim içinde iken, mevcut algıdan yüz seksen dereceçark anlamına gelen bu yönelime ,halklarını ikna etmeleri  çok kolay görünmüyor.
 
AKP iktidarı kendisi için demagoji yolu ile aşılabilir bulduğu bu durumun, bağlaşıkları açısından aşılması bir hayli zor olan engeller taşıdığını, doğru okumaktan uzak, müdahale ve savaşta ısrarcı tutum içinde olması onu, kimi zaman içinde olduğu blokun Batı kanadı ile senkronize olmaktan uzaklaşmasını neden olmaktadır. Ha keza mevcut politikada ısrarı etmesi ise Dünya ve bölgede hızla yalnızlaşması dışında bir işlev görmeyecek gibidir. AKP nesnelliği veri alıp politika üretmek yerine sahip olduğu tasarımı hayata dayatmayı tercih ederek, Dünya ve bölge gerçeğinin dışına düşmektedir. Bu verili durumu görmeyen volantarist yaklaşımın, Türkiye’ye siyasi ve ekonomik bedelinin, kesilmiş faturadan, daha büyük ve ağır olacağını görmek için kahin olmak gerekmez.
 
Akdeniz havzası üç önemli üsse ev sahipliği yapmaktadır. ABD’nin İncirlik üstü, İngiltere’nin Güney Kıbrıs’ta bulunan üssü ve Rusya’nın Suriye’deki Üssü. Her üç devlet için de bu üsler, Akdeniz’de varlıkları açısından korunması gereken mevzilerdir.
 
Rusya’nın eskiden farklı olarak, ekonomik ve askeri gücünü konsolide etmiş olması, mevcut mevzilerini korumak ve dünya üzerindeki egemenlik kavgasında kendine yer aralamak adına kendi Lazkiye’ de bulunan üssünü, dolayısı ile Suriye’nin belirsizliğe doğru yol almasına müsaade etmeyecektir. Bu dolayım ile bir başka belirleyen ise, Rusya’nın göstereceği dirençtir.
 
İran faktörü de es geçilmeyecek niteliktedir. HAMAS, HİZBULLAH ve benzeri örgütlere ideolojik liderlik yapıyor konumu, köklü bir devlet geleneğine sahip olması ve geleceğini Suriye savaşının sonuçlarında arıyor olması, onu güçlü bir aktör kılmaktadır. Kaldı ki, muhtemel bir müdahalede destekçi olmaktan çok direkt savaşa girmek gibi pozisyon alması da gözden uzak tutulmayacak bir ihtimal olarak görünmektedir. Ortaya çıkan bu dehşet dengesinin kendisinin de vekaleten süren iç savaşın vekiller savaşına dönüşmesini frenleyen hatta engelleyen bir başka etkiye sahip olduğu çok açık görülmektedir. 
 
Yani, geçmişte Afganistan, Irak, Libya müdahalelerinde olduğu gibi, bir gece ansızın gelebilirim hayalinin karşılığını Suriye’de aramak onu bulacağını, kendini ikna etmeye çalışmak, beyhude bir çabadan başka bir şey değildir. Zira işin karmaşıklığının yarattığı engeller, görünür ufukta böyle bir hamlenin gerçekleşmesini belirgin kılmamaktadır.
 
Cin Şişeden Çıktı
 
Rojava süreci daha ilk günden başlayarak kendini diktatör ve emperyalist seçeneklerinin dışında üçüncü yol ya da üçüncü bir seçenek olarak konumlandırmayı ve bu konumunu koruyarak geliştirmeyi hedeflemiştir. Buna karşılık gerek Emperyalist blok gerekse de Suriye rejimi Kürt dinamiğini kendi yanına çekmek için yoğun bir çaba içine girmişler.
 
Suriye rejimi açısından Rojava’nın Emperyalist destekli ÖSO muhalefeti içinde olması da bir başarı gibi görünüyorken, Emperyalist blok ve özelikle Türkiye Rojava’ güçlerini bölmek ve olabilecek maksimum kısmını ÖSO’nun şemsiyesinin altına çekmeye özel bir önem vermektedir.
 
Bu çabanın iki nedeni var biri savaşı kazanmak için Rojava’nın hangi tarafta yer alacağının savaşın sonucu üzerinde doğrudan belirleyici olmasıdır. İkincisi ise Rojava Kürtlerini bölerek mevcut statülerinin değişmemesini teminat altına almak istemesidir. Bu iki faktör AKP’nin savaşa ve Rojava Kürtleri üzerinde yoğunlaşmaya ve bu alana dönük özel mesai harcamasına neden olmaktadır.
 
AKP ile Güney Kürdistan iktidar arasında küresel sermayenin çıkarları doğrultusunda uzun zamandır gelişen ilişkiler herkesin malumudur. Bu ilişki Rojava süreci ile birlikte farklı bir boyuta evirildi. 1990’lı yıllarında ki Türk askeri ve Güney Kürdistan Peşmergelerin işbirliği ile gerilla güçlerine karşı giriştikleri operasyonlar andıran konumlanış bugün Rojava’da yeniden sahneye konulmaktadır.
Güney Kürdistan iktidarı, Rojava sürecinin ilk gününden başlayarak, kapalı tuttuğu sınır kapısı ile Rojava halkına, açık bir ambargo uygulamıştır.  
 
PYD Eş Başkanı Muslim ambargoya karşı tepkisini şu ifadelerle ortaya koymuştur. “Bizi açlıkla terbiye edemezsiniz” Rojava’ya yönelik uygulanan ambargodan dolayı halkın bir kesiminin göç etmesine dikkat çeken Muslim “KDP’ye bize ambargo uygulamamalarını söyledik. Biz yaprak ve otlarla yaşamımızı sürdürebiliriz. Kimse bizi açlıkla terbiye etmeye ve teslim almaya kalkmasın. Bunu yapanlara çok iyi ders vereceğiz. Herkes şunu iyi bilsin. Halkımız hiç bir zaman açlığa teslim olmayacak. Bize sınırları kapatanlar ve aç bırakarak teslim almak isteyenlerden tarih hesap soracak”
 
Devamında Rojava halkına karşı gerçekleşen katliama karşı alınan tutum, Barzani’nin katliama ilgisizliği, tepkisizliği karşısında Kürtler arasında tepkiler geliştirdi. Tepkiler, 12-13 Ağustos’ta, Hewler’de gerçekleşen Kürt Ulusal Kongresi hazırlık Komitesi toplantılarında da, dile getirilir. Barzani, katliamı kabul ve kınamaktan kaçıp. Katliamı araştırmak üzere bir komitenin kurulmasını, düzenlenecek araştırma raporu sonucuna göre tavır belirlenmesini şart koştu. Barzani, kamuoyunu sakinleştirmek için de, “eğer bilgiler doğruysa, Rojavalı kadın ve çocukların güvenliği için tüm olanaklarını devreye koyacağız” açıklamasında bulunmak zorunda kalır. Söz konu olan dönemde, Avrupalılar, BM, Rusya, Ortadoğu halkları başta olmak üzere, insan olan herkesi ayağa kaldırır. Suriye muhalefetine, El Kaide’ye tepkiler gelişir, kınamalar yoğunlaşırken, kınama yapmayan iktidarların başında Güney Kürdistan’ın gelmesi, Kürtler tarafından tepki ile karşılanır.
 
Kongreden bir heyete inceleme yapmasına  razı olmak zorunda kalan  Barzani’nin amacı, “ısmarlama” araştırma heyeti raporuna dayanarak, Kürtlerin katledildiği gerçeğini yalanlamaktır. 
 
Kongre Hazırlık Komitesi, katliam araştırma heyeti oluşturur, heyet Rojava’ya gider, araştırma yapar. Düzenlediği raporu Komite’ye sunar. Komite, raporun bir kopyasını üst yazıyla Barzani’ye yollar. 
 
Rapor, “Til Hasıl ve Til Aran beldelerinde salt Kürt oldukları için kadın, yaşlı, çocuk ayrımı yapılmaksızın, sivil, savunmasız Kürtlerin çetelerce katledildiği, iş yerleri ve evlerinin yakıldığı, raporun ulaştığı günün ertesinde, Barzani sözcüsü aracılığı ile açıklama yapar: “Heyetin raporunda Rojava’da katliam yapıldığına dair hiçbir belge yoktur. Katliamda ölenler, iki silahlı güç arasında yaşanan çatışma sonucunda hayatını kaybetmiştir.”
 
Barzani’nin, Halep’teki Kürt katliamını rapora rağmen “ters yüz” etmesi, çarpıtması, Ulusal Kongre Hazırlık Komitesini çileden çıkarır. Sekretarya toplanır. Dr. Kemal Kerküki, Ronahi Serhat, Sadi Pira ve Zeki Şengali’nin imzasını taşıyan yazılı bir bildiriyi Barzani’ye iletir. Bildiride, yapılan açıklamanın düzeltilmesi istenir, düzeltme gelmezse, raporun orijinalinin yayınlanacağı ihtar edilir. 
 
Hemen ardından kongrenin toplanması belirsiz bir süre ertelendi. Yani top taca doğru bilinçli olarak atıldı.
 
Güney Kürdistan iktidarının arkasındaki güç Küresel sermaye ve onun bölgedeki sacayağı AKP iktidarından başkası değildir. Güney Kürdistan iktidarı daha en başından Kürtlerin ABD’nin başını çektiği blokta yer alması gerekliğini savunmuştur. Zira üçüncü seçenek, Küresel Sermaye ile entegrasyon yaşayan Barzani iktidarı içinde açık bir tehlike olarak gözükmekteydi.
                           
Saldırının Arkasındaki Güç AKP
 
Bu arada AKP iktidarı boş durmuyor, PYD eş başkanını Dış İşleri aracılığı ile Türkiye’ye davet ediyor diyalog süreci geliştiriyormuş gibi davranıyordu. Bu görüşmelerin geldiği sonucu PYD Eş başkanı Salih Muslim, Stockholm’de düzenlenen etkinlikte AKP iktidarına yönelik şu ifadeleri dile getirdi ‘Bir yandan bizimle görüşmeler yapacaksın öte yandan köpeklerini, tilkilerini, çakallarını üzerimize salacaksın’ devamında “Şehitlerimiz bize kesinlikle teslim olmayacaksınız diyor. Ya onurlu bir yaşam ya da onurlu bir ölüm. Üçüncü seçenek yok. Şehitlerimize söz veriyoruz. Onların istemlerini yerine getirmezsek yaşam bize haram olsun” şeklinde kararlı ifadelerle deklare etti.Yine aynı oturumda Muslim, kendilerini ezmeye kalkan rejimin belinin kırıldığını, şimdi de Kürtlerin karşısına insanlığın, özgürlüğün, demokrasinin, ahlakın düşmanlarının çıkarıldığını belirterek, Rojava’daki saldırılarda, AKP iktidarı ve Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın parmağının bulunduğunu belirtti.
 
Her ulus gibi Kürt ulusu da faklı sınıflardan oluşmuştur. Dolayısı ile heterojen bir sosyal siyasal yapıya sahiptir. Biri birinden farklı siyası ve ideolojik temsilcileri örgütleri, partileri vardır. Farklılıklar zaman zaman iç kavgaya yol açmış olsa da Kürt ulusal kimliğini özgürleşmesi için birlikte davranmak öncül olmuştur. Ancak Güney Kürdistan’ın özerklik elde etmesi ve  Küresel sermaye ile girdiği entegrasyon süreci, Kürtler açısından yeni bir milat olmaya namzet gibi durmaktadır. Zira Güney Kürdistan iktidarının takındığı tutum, attığı adımlar silsilesi tesadüf eserinin ötesinde sınıfsal, siyasal tercihlerin devlet olarak örgütlenmiş olmanın kaçınılmaz sonucudur. Güney Kürdistan iktidarı ABD ve AKP iktidarı ile geliştirdiği çıkar ilişkilerine Rojava sürecini feda etmekte beis görmüyor. Çok açıktır ki,ulusal kimlik Güney yönetimi için başat sorun olmaktan çıkmış iktidarı ve temsil etiği çıkarlarının penceresinden pozisyon almak öncül olmuştur. Bu dolayım ile Kürtler arasında da dünden farklı olarak, devlet olarak örgütlü hale gelmiş mekanizmanın, sınıfsal ayrılıkları giderek daha öne çıkarması kaçınılmaz olgudur. Güney Kürdistan ve onun temsil etiği özerklik modeli, küresel güçler ile girdiği ilişki, onu bir başka adrese göçe mecbur kılmıştır. mazlumun yanından muktedirin yanına tayin olmuş durumdadır. Göçenler ve kalmakta ısrar edenler ayrımı, bugünden sonra Kürtlerin özgürleşme serüveninin her aşamasında gelişeceğe  benzemektedir.

Hiç yorum yok: