28 Eylül 2015 Pazartesi

BİREYSELLEŞME KADER OLMAKTAN ÇIKMALIDIR!



   Ahmet Doğançayır
Daha önce de olduğu gibi şimdide insanlığın önüne bireyselleşme, bir seçenek değil, bir kader olarak konuluyor. Neo-liberal çağda bireysel seçme özgürlüğü alanında, bireyselleşmeden kaçma ve bireyselleşme oyununa katılmayı reddetme seçeneği kesinlikle gündemde değildir artık.
yalnız
Bugün toplumda, olduğuna inanılan kamu sayesinde var olan siyasal iktidarın ‘’meşruiyet’’ taşıdığına inanılmaktadır. Halk katlarında basit ve sade yurttaşlar arasında olduğu kadar, devlet hayatında da bu inanç ‘’demokratik iktidarın ‘’ dengeye kavuşmasını sağlayan bir mekanizma olarak kabul ediliyor. Bütün liberal teori taraftarları ve kuramcıları da toplumdaki iktidar sistemini anlatıp yorumlarken bu ‘’kamu’’ denen topluluğun siyasal rolünü dayanak alıyorlar.


Devletin ve yönetimin tüm kararlarıyla özel sektör kuruluşlarınca alınan ve toplumda önemli sonuçlara yol açan bütün kararlar kamu yararına alınmış kararlar olarak gösterilerek haklı hale sokuluyor, tüm resmi açıklamalar, konuşmalar kamu adına yapılıyor. Kamu hayatı liberal ekonominin pazar anlayışına paralel olarak yansıtılıyor. Birinde rekabet içinde kapitalistler, diğerinde ise düşünce ve kanaatleriyle ilgili olarak tartışabilen bireylere dayalı bir kamusal tartışma ortamı ve kamuoyu. Nasıl serbest ekonomide pazar fiyatları eşit güçle karşılıklı pazarlık olanağına sahip insanlarca belirleniyorsa kamuoyu da kendi başına düşünebilen, düşündüğünü ifade edebilen, herkesin herkesle birlikte bir büyük koronun içinde yer alabildiği toplumsal bir ortamın ürünü olarak tanımlanıyor.
Parçalanan ‘’kamular’’ ve bireyselleşme
Fakat bütün bu anlatılanların toplum hayatının gerçekleri karşısında büyük bir yalandan öte anlam taşımadığını bilmemiz gerekir. Çünkü günümüzde bireyin kaderini etkileyecek nitelikteki kararlar bile kamuoyu tarafından alınmıyor. Yapılan topluma gerçekte olan bir şeyin anlatılması ve aktarılmasından çok bir idealin görüntü halinde yansıtılmasından ibarettir. Kitleler ile kitleler adına kararlar alan egemen sınıfların arasında büyük bir boşluk vardır. Çok önemli sonuçlara yol açacak kararlarda bile kamuoyu her şey olup bittikten sonra haberdar olmaktadır. Kamuoyu sadece bir kitle haberleşmesi tüketicisi olarak değerlendirildiğinden bu araçlar kendisine ne veriyorsa sadece onları öğrenebilme durumundadır.
Toplumda geniş alana dağılmış küçük iktidar çevreleri yerine merkezileşmiş iktidara geçilmiş, güçlü iktidar çevreleri diğer çevreler üzerinde tekelci bir denetim kurmaya başlamıştır. Kısmen örtülü olarak yapılan bu iş hem otorite hem de güdümleme merkezlerince uygulanmaya başlanmıştır. Dükkânların yerine ülke çapında iş gören büyük şirketler geçmiştir. Tüccarla müşteri arasındaki kişisel etkileme sürecinin yerini etkileme aracı olan reklamlar almıştır. Siyasetçiler ülke çapındaki kitle iletişim araçlarından yararlanarak milyonlarca insana birden seslenme olanağı bulmuşlardır. Bugün tüm sanayi işletmeleri, bütün meslek toplulukları kamuyu kendi istedikleri yönde güdümlemek için kanaat biçimlendirme ve oluşturma sanayinden yararlanmakta ve bu sanayinin en büyük müşterisi olmuş bulunmaktadır.
İnsanların psikolojik yönden kendileri için anlamlı sayılacak ve tarihsel yönden de bir şeye yarayacak etkinliğe sahip kuruluşlar, birlikler bulup bunlara karşı içlerinde bağlılık duymadıkları dönemlerde siyasal ve ekonomik alanda topluma da yakınlık ve bağlılık duymadıkları anlaşılmaktadır. Günümüzün etkin iktidar kuruluşları dev şirketler, erişilmesi güç devlet kurumu ve ordudur. Bir yandan bunların, bir yandan ailenin ve küçük yakın toplulukların baskısı altındaki birey kendini güvenceye alabilecek ve güçlü hissetmesini sağlayacak araçlardan yoksun bulunmaktadır. Birey için gerçekten canlı gerçekten anlamlı bir siyasi hayatın yerini ‘’tepeden’’ yönetim almış, altlarda ise bir siyaset boşluğu meydana gelmiştir.
Çağdaş insan bugün toplumda kendi dar sosyal çevresi içinde yaşamakta ne bireysel olarak entelektüel yollarla ne de kamu olarak eylem yoluyla bu çerçeveyi aşabilmektedir. İş bölümüne dayalı ekonomik üretim hiyerarşilerinde de sıradan emekçiler için dar bir sosyal çerçevenin dışına çıkabilme olanağı yoktur. Sadece üretimden ve üretim araçlarından değil fakat üretim yapısından ve üretim sürecinden de soyutlanmış ve yabancılaşmış bulunmaktadır.
Bireyselleşme, ‘’yurttaşlık’’, siyaset
Erkeklerin ve kadınların kendi düş kırıklıkları ve dertlerinden ötürü suçlayacak kimse bulamamaları, kendi gayretleriyle kendilerini dertlerden sıyırarak geçmişe kıyasla daha fazla koruyabilecekleri anlamına gelmez. Onlara söylenen ve inanmaları istenen şey, hastalanmaları halinde bunun nedeni sağlık rejimine uymakta kararlı ve yeterince gayretli olmamalarıdır. İşsiz kalmaları halinde bunun sebebi bir iş görüşmesinden başarıyla çıkma becerilerini öğrenememeleri ya da bir iş bulmak için yeterince gayret göstermemeleri ya da tek kelimeyle işten kaçmalarıdır. Dolayısıyla sanki bu durum gerçeğin ta kendisiymiş gibi davranmaya itilirler.
Kader olarak bireysellik ile pratik bir kendini kabul ettirme yeteneği olarak bireysellik arasında büyüyen bir gedik vardır. Günümüzde bireyselleşme baskılarıyla biçimlendirilen özgürlük biçiminin tatlı merheminde iğrenç bir iktidarsızlık sineği vardır. Bu iktidarsızlık, özgürlüğü vermesi ve güvence altına alması beklenen yetkilendirme göz önüne alındığında daha iğrenç ve alt üst edici hissedilir.
Geçmişte olduğu gibi omuz, omuza durmak ve birlikte yürümek çare olmaktan çıktı mı? Ne kadar soluk ve yetersiz olsa da bireysel güçler kolektif bir duruş ve eylem içinde yoğunlaşsalar hiçbir erkek ve kadının tek başına rüyasını bile göremeyeceği işler birlikte yapılamaz mı? Bunların yapılmasında yolu kapatan engel bugünlerde ‘’kaderin’’ bireylere getirdiği ortak dertlerin bir araya toplanma özelliğinden yoksun oluşudur.
Kişinin başkalarının ortaklığından öğreneceği ilk şey, ortaklığın sağlayabileceği tek hizmetin kişinin kendi yalnızlığı içinde nasıl yaşayacağına ilişkin tavsiyesi ve hayatla herkesin tek başına yüzleşmesi ve savaşması gereken risklerle dolu olduğudur. ‘’Birey yurttaşın en kötü düşmanıdır.’’ Birey ortak çıkar, iyi toplum ya da adil toplum konusunda kayıtsız, kuşkucu ve hatta ihtiyatlı olma eğilimi gösterir. Bireyselleşmenin öteki yanı yurttaşlığın aşınması ve yavaşça parçalanmasıdır.
Birey yurttaşın en kötü düşmanı, bireyselleşme de yurttaşlık ve yurttaşlığı temel alan siyasetler için olumsuz bir anlam taşıyorsa, bunun nedeni Kamusal olanın özel olan tarafından işgal edilmesidir. Bireyselleştirilmiş aktörlerin Cumhuriyetçi yurttaşlar yapısına ‘’yeniden yerleştirilme umutları’’ sönmeye yüz tutmuştur. Onları kamusal sahneye çıkmaya zorlayan, ortak davaların, ortak çıkarların ve ortak yaşama ilkelerinin anlamının araştırılması değildir. ‘’Mahremiyetleri’’ paylaşmak tercih edilen ve belki de ‘’topluluk inşasının’’ elde kalan tek yöntemi olma eğilimindedir.
Ancak bu inşa yöntemi bir hedeften, diğerine istikrarsız bir şekilde kayan sonsuz ve sonuçsuz bir güvenli liman arayışına sürüklenen kısa ömürlü topluluklar üretebilir. Bunlar ortak üzüntüler, ortak kaygılar ya da ortak nefretlerden oluşan topluluklardır ve ancak her durumda anlık bir toplanmadan ibaret kalırlar.
Günümüzde bireyselleşme devamlı olmak üzere buradadır. Onun hepimizin hayatlarımızı yönetme tarzımız üzerinde yarattığı etkinin üstesinden gelme konusunda düşünen herkes, bu durumu bilerek işe başlamalıdır. Bireyselleşme artan sayıda erkek ve kadına görülmemiş bir deneme özgürlüğü verir. Ama aynı zamanda onun sonuçlarıyla başa çıkmayla ilgili görülmemiş bir dizi görev de koyar önlerine. Bir riskten diğerine sürüklenmeye yol açan, birçok korkuyu yaratan ve uyanıklığa izin vermeyen bir deneyimdir bu.
Sistemin bireylere verdiği mesaj açıktır. ‘Herkes potansiyel olarak gereksiz ya da değiştirilebilir durumdadır. Dolayısıyla herkes saldırıya açıktır ve her toplumsal konum şimdiki halde ne kadar yüksek ve güçlü görünse de uzun dönemde güvenilmezdir. Ayrıcalıklar bile kırılgandır ve tehdit altındadır. Darbeler hedef alınabilir ancak darbelerin neden olduğu psikolojik ve siyasal hasar hedef alınamaz. Kişi yükseklere tırmanmak için ayaklarını zemine sağlam bir biçimde basmış olmalıdır. Ancak mevcut zemin daha da kaygan, istikrarsız ve güvenilmez olan bir zemindir.
Geleceğe dair her şeyi belirsiz hale getiren böyle bir ortam kolektif olarak isyan etmek için muhtaç olunan en küçük bir umudu engeller. ‘’Şimdiki zamana tutunmayı’’ yitirmenin yarattığı bu duygu, siyasal iradenin kaybolmasına, kolektif olarak anlamlı bir şeyin yapılabileceği ya da tek başına gerçekleştirilen eylemin insanlık durumunda radikal bir değişiklik yaratabileceği konusunda inançsızlığa da yol açan bir sonuçtur. Bu ortamda kuralsız rekabetin marazi yan etkisinin yegâne tedavisinin daha fazla kuralsızlık, esneklik ve daha kesin ir müdahale reddiyesi olduğu tekrar, tekrar işlenir.
İnsanlık durumunun en tayin edici parametreleri artık ulus devletlerin erişemediği alanlarda biçimlenmektedir. Bu koşulların korunmasına ve değiştirilmesine nezaret eden güçler giderek küreselleşmekte, ‘’yurttaşın’’ denetim ve nüfuz araçları ise ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar yerel olarak kalmaktadır.
Sermayenin, finansmanın ve iletişimin uluslararası hale gelmesi her şeyden önce bunların yerel makamların ve öncelikle de ulus devletin denetim ve yönetiminden muaf olmaları anlamına gelir. Bunların işlediği mekânda Cumhuriyetçi devletin yurttaş katılımı ve etkin siyasi eylem için geliştirdiği araçları andıran hiçbir kurum yoktur. Ve Cumhuriyetçi kurumların olmadığı yerde ‘’yurttaşlık’’ da yoktur. ‘’Küresel güçler’’ kavramı palazlanmakta olan ve şimdiden sağlam, esnek ve ‘’baş edilmez bir gerçekliğin’’ ifadesi olurken, ‘’küresel yurttaşlık’’ kavramı şimdiye kadar içi boş kalmaktadır.
Uzak yerlerden esen ve birdenbire çıkıp gelen fırtınaların kaldırdığı güçlü dalgaların tokadını yemek ‘’yurttaşlığın’’ tam tersi olan bir durumdur. Öyle ki yakınlarda olacak bir depremi ya da yaklaşan bir kasırgayı öngörmek borsadaki bir sonraki çöküşü ve güvenli gibi görünen kitlesel istihdam alanlarının buharlaşmasını ön görmekten daha kolaydır bizler için.
Gerçekte insanları yoksulluğa, umutsuzluğa mahkûm eden asıl sebep toplumun sınıflara bölünmesidir. Seri halde yapılan üretimle bu eğilimi son noktasına dek kapitalist toplum götürmüştür. Aynı yoksulluğun kurbanı olan, aynı ücretli köleliğe katlanan, seri üretimle üretilen aynı elbiseleri giyen, gazetelerde aynı sansasyonel haberleri okuyan, televizyonlarda aynı programları izleyen milyonlarca insan yaratan bu sistemdir. Kapitalist ekonomik koşullar burjuva toplumunda azgın bir bireycilik bencillik ve çıkarcılık yaratır. Bu toplumun üyeleri mevkileri ne olursa olsun dayanışma yerine karşılıklı düşmanlık havası içinde yaşamak durumundadır.
Kapitalist toplumda bireyselleşme ve yabancılaşmanın gerçek temeli kapitalist üretim tarzının çelişkili ilişkilerinde ve bundan çıkan sınıf karşıtlıklarında bulunur. Mülksüzlerden alınan her şey mülksüzleştirenlerin kazancı olur. Din de yeryüzündeki insanın zayıflığı ve insanlarda bulunmayan gücü taşıyan tanrının mutlak gücüyle bütünleşir, tanrının toplumdaki temsilcileri bu durumu kendi çıkarları için kullanırlar. Kapitalist ekonomide emekçinin kulluğu kapitalist efendinin özgürlüğünün temelidir. Azınlığın zenginliğini yapan çoğunluğun yoksulluğudur. Politika da halkın öz yönetiminin bulunmayışı devletin despotluğunda kendini gösterir.
Devrimci bir proje tasarlamak!
Devrimci bir proje tasarlayabilmek yani bugünü tasarlanmış bir geleceğe göre dönüştürmeye yönelik üzerinde iyice düşünülmüş bir niyete sahip olabilmek için ‘’bugüne bir nebzede olsa bir yerinden tutunmak’’ gerekir. Ama zurnanın zırt dediği yer şu ki ‘’bugüne tutunmak’’ çağdaş insanın içinde bulunduğu durumda bariz bir biçimde eksik olan bir özelliktir. Şu anki durumlarının en önemli manivela ve koruyucularının hiç biri üzerinde değil tek, tek ya da birkaç kişi ile birlikte uygulanan bir denetime, bir yapılanma hakkına bile sahip değildir. Bazı manivelalar daha şimdiden ‘’gerileme’’, rasyonalizasyon, piyasa talebinde düşüş ya da ‘’küçülme’’ gibi çeşitli adlar verilen güçlerden darbe yemişlerdir.
İş mevcut şekliyle hayatta kalmanın maliyetlerini karşılamayı zaman, zaman başarsa da bir güvenlik sunamamaktadır. Çağdaş erkek ve kadınların ezici çoğunluğunun yaşam dünyalarının yapısal istikrarsızlığı Cumhuriyetin günümüzdeki krizinin nihai nedenidir. Genelde kolektif eylemin bir amaç olarak ‘’iyi toplumun’’ solup gitmesine ve insan dayanışmasının ve ortak davalara sahip olma bilincinin olgunlaşabileceği tek alan olan özel/kamusal alanın tedricen yıpratılmasına karşı gösterilen direncin güçten düşmesine bu istikrarsızlık neden olur. Güvensizlik, daha fazla güvensizliği besler, kendi kendine çoğalır. Bu noktada mesele siyasi eylem kılıcı nereye vurulursa en etkili sonuç alınır onu bulmaktır. ‘’Özel dertlerin’’ toplumsal meselelere dönüştürülmesi sanatı kullanılmaz olma ve unutulma tehlikesiyle karşı karşıya. Özel dertler bir araya toplanmaları ve yoğunlaşıp siyasi bir güç haline gelmeyi güçleştiren bir biçimde tanımlanıyor genellikle. Söz konusu tercüme işlemini yeniden mümkün kılacak bir mücadelenin savunulması ve örülmesi gerekmektedir. Toplumun çelişkileri her birimize zarar veriyor, aptallaştırıyor, tıkıyor, çarpıtıyor. Bu çelişkilerin çözümü devrimin kendisinin eseri olacağı için, hareket de bunlardan etkilenecektir.  Fakat bu çelişkiler kavranmalı, strateji geliştirmek için kullanılmalıdır. Hiçbir birey ya da gurubun kurtuluş deneyi, savaştığı sistemin bu buluşmasından kaçamaz. Zarar getirecek unsurlar bir kenara bırakılamaz bunlarla kendi zeminlerinde savaşılmalıdır. Bu da içinde bulunulan durum tarafından tanımlanmış siyasi çerçeve içinde yürütülmesi gerektiği, düzenin içinde düzenin radikal eleştirisinin sürdürülmesi gerektiği anlamına gelir. Topluluk inşa etmenin ana malzemesi olan, ancak bir yerlerde bu amaca artık hizmet edemeyecek kadar dayanıksız hale gelmiş, çarpıklaşmış, sulanmış olarak duran dostluk ve dayanışmayı tekrar hatırlamak gerekiyor.
Hayat koşullarının artan ‘’esnekliği’’ üzerinde ve dolayısıyla insan hayatlarının bütün akışına giderek daha fazla nüfuz etmekte olan güçler fiilen devletler üstü hal alınca güvensizlik ve belirsizlik düzeyini azaltmayı amaçlayan bir eylemin ön koşulu, siyaseti günümüz güçlerin iş gördüğü düzey kadar uluslararası bir düzeye çıkarmaktır. Siyaset siyasi olarak denetlenemeyen ortamda serbestçe dolaşabilmek için kendini ondan koparmış güçlere yetişmelidir. Bunun için de söz konusu güçlerin içinde ‘’aktığı’’ mekânlara ulaşmasını sağlayacak araçlar geliştirilmelidir. Uluslararası güçlerin işleyiş ölçeğiyle kıyaslanabilir ölçekte uluslararası bir kurumdur, bir enternasyonaldir gereken, daha azı yetmez.
Sahte vaizlerin öne sürdükleri gibi insanların ebedi ve aşılması olanaksız kusurları yoktur. İnsanlığı sakatlayan ve çarpıtan bireyselleşme ve yabancılaşmaların anlaşılabilir tarihsel kökleri ve maddi nedenleri vardır. Bireyselleşme ve yabancılaşmaların odak noktası toplumsal gelişme sürecinde toplumla doğa arasındaki savaştan, toplumsal yapının kendi içindeki sınıfsal çatışmalara kaymıştır. Bu sınıfsal çatışmalar bitimsiz olmadığı gibi insan doğasında var olduğu iddia edilen kötülüklerden de çıkmaz. Bunlar açıklanmış ve açıklanabilir toplumsal koşulların ürünüdür.
Şimdi teknoloji ve bilimin zaferiyle insanın doğaya üstünlüğü kazanıldıktan sonra atılacak adım toplumun kâr güçleri üzerinde toplu denetimini elde etmektir. İnsanın kurtuluşunun maddi araçları siyasi ve ekonomik gücü işçilerin elinde toplayacak dünya sosyalist devrimiyle yaratılabilir ancak. Uluslararası düzeyde sosyalist planlı bir ekonomi sadece insanlığın yaşama araçları üzerindeki egemenliğini yeniden kazanmasını sağlamakla kalmayacak, bu toplu denetimi kıyaslanmayacak kadar arttıracaktır.
Toplumsal ilişkilerin yeniden kuruluşu, doğanın toplumsal amaçlar için kullanılması insanın insanı ezmesini, azınlığın çoğunluğu yönetmesini sağlayan koşulları ortadan kaldıracaktır. Bir kez herkesin ilkel gereksinmeleri karşılandıktan, bolluk yaygınlaştıktan ve yaşama gereklerini üretmek için zorunlu olan süre en aza indikten sonra bütün yabancılaşma biçimlerinin yok edilişi ve herkesin başkaları pahasına değil, kardeşçe ilişkiler içinde bütünsel gelişmesi için gerekli ortam hazırlanmış olacaktır. Özel mülkiyetin kaldırılmasını ulusal sınırların kaldırılması izlemelidir. Toplumun üretici güçlerinde ki büyüme kol ve kafa emeği arasında, köy ve kent arasında, gelişmiş ve az gelişmiş uluslararasında ki zıtlaşmaların kaldırılmasının yollarını açacaktır.

Hiç yorum yok: