30 Eylül 2015 Çarşamba

HALDUN ÇELİK. (1948 – 01 Temmuz 2015)



Rıza Aydın
Bizim Pir Sultan camiası için 2 Temmuz bir milattır. Her anlamda bir milattır, bütün yapılacak işler ona göre ayarlanıp planlanır. Her 2 Temmuz bitince de yeni bir yıla başlanır gibi gelecek 2 Temmuza hazırlanılmaya başlanılır.
haldun2Ben, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri Genel Merkez yöneticisiyim. Haziran ayının ortalarında, 2 Temmuz hazırlıklarını görüşmek için Ankara’ya geldim. Bu sene 2 Temmuz hazırlıkları babında, Tokattan başlayıp, Sivas’ın bütün ilçelerini gezerek, ilçeler de köy muhtarları ile toplantılar yaparak, 2 Temmuz anmalarına katılmanın önemini anlatmayı kararlaştırdık. Bu kararımızın gereği olarak, PSAKD Gene Başkanı Gani Kaplan ile beraber, özel bir arabayla Ankara’dan yola çıktık. Ankara’dan, Tokat’a gitmek için yola revan olduğumuz da yolumuz önce Çoruma uğradı.




Ramazanlıktı, Çorumda okuyan kardeşimin oğlu Cemal’e sabah sabah bir sürpriz yapıp, onun kapısını çaldık, onunla Çorumda kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 12 civarında, Tokat Pir Sultan Abdal Cem evine yetiştik. Tokat Pir Sultan Abdal Cem evinde, Tokat bölgesindeki derneklerin yöneticileri ile beraber Karadeniz bölgesinden, ağırlıklı olarak Samsundan gelen Pir Sultan derneklerinin yöneticileri ile bölge toplantı yaptık. O akşam Tokatta yatıp, sabah yöredeki cem evlerini ziyaret ettikten sonra, akşama doğruda Sivas’a ulaştık. Sivas’ta Alevi dernekleri ile demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri ile toplantılar yaptık, sabah olunca da Pir Sultan Derneği Sivas bölge temsilcisi Hidayet Yıldırım’ı da yanımıza alarak Sivas’ın bütün ilçelerini gezmeye başladık. Bir gece Kangalın Kellah (Genç Ali) köyünde Yusuf Budak’ın misafiri olup muhabbet ettik, bir gecede Banaz Köyünde Murtaza Demir’in misafiri olduk, bir gece Kaymak köyünde Navruz’un, bir gecede Davulalan köyünde Ganigil de kalıp, tekrar Sivas’a, döndük. 1 Temmuz günü öyle saatleri idi, biz Gani ile Şarkışla’dan Ortaköy’e giderken, arkadaşlarım arayıp HALDUN ÇELİK’in öldüğünü haber verdiler, bir gün sonra 2 Temmuz anması vardı, hiçbir yere kıpırdayacak durumda değildim. Bazı arkadaşlarımı telefonla arayıp konuşmaktan başka bir şey yapamadım.
Haldun Çelik, sonradan Devrimci Yol (Dev – Yol) diye tanınacak olan hareketin, Güney bölgesine dışarıdan gelen ilk insanlarından biriydi. Aslında bölgeye dışarıdan ilk gelen arkadaş, Yozgatlı Gazi adında bir arkadaştı. Haldun Tarsus’a geldiğinde, Gazi Tarsus’taydı. Haldun ile bu konuyu bir ara konuşmuştum, Gazi için “Nasuh’gilin çevresinin gönderdiği bir arkadaşmış, ben de Tarsus’a gelince tanıştım” demişti. İlerde bu bölgenin Devrimci Yol tarihini yazacak olanlar için, bu bölgeye emeği geçen bu arkadaşımız unutulmasın diye bunu özellikle yazıyorum, Gazi bu bölgeye dışarıdan gelen ilk arkadaşımızdı. Gazi Adana’da, hatta bölgede çok az kişinin tanıdı bir arkadaştı. Geçtiğim haftalarda Selman Serttepe ile bu konuyu konuşken onunda Gazi’yi bilmediğini gördüm. Gazi bir dönem Kemal ARSLAN ile aynı evde kaldığı ya da Kemal Arslan’ın Tarsus’ta kaldığı eve çok sık gelip gittiği için, Gazi hakkında en ayrıntılı bilgi Kemal Arslan’dan alınılabilinir. Gazi arkadaşımız, Tarsus Emekçiler Derneğinin kurulmasında ön ayak olmuş, bir dönem oradaki çalışmalarda etkin olmuş bir arkadaşımızdı. Gazi, Behçet Dinlerer bölgeye geldikten bir süre sonra bölgeden ayrıldı sanırım. O zamanki örgüt anlayışımızın gereği, bunları çok fazla sormazdık ama Behçet ile Gazinin arasında bir sorun olduğu hissediliyordu. O dönem de, bu hareket ya da yapı Devrimci Gençlik Dergisi diye bir dergi çıkarıyordu. Devrimci Yol bildirgesi 1 Mayıs 1977’de piyasaya çıktı; böyle dememin nedeni bildirge resmen yayımlanmadan önce teksir halinde belirli kişilerin elinde vardı, üzerinde görüşmeler yapılmıştı.
Haldun Çelik önce Tarsus’a gedi. Haldun Çelik zaten Tarsuslu bir ailenin çocuğuydu, ailesi Tarsus’ta yaşıyordu. Babası, o dönem “Çukurova Grubu” diye tanınan, Mehmet Emin Karamehmetoğulları’nın bir fabrikasında üst düzey görevlilerinden biriydi, sanırım en yetkili kişisiydi. Sonuç olarak Haldun, varlıklı bir ailenin, iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu. Bu yüzden bizden biraz farklıydı. Haldun Çelik’in, 12 Mart öncesinden kalma eski tüfeklerin çoğu ile “teşriki mesaisi olmuştu”, onca tecrübesiyle, billurlaşan bilinciyle bize yardımcı olan bir arkadaşımızdı. Adana tabiriyle söylersem “piyasada çok görülen bir adam olmadığından”, Adana’da da sınırlı bir çevreyle ilişkisi vardı. Haldun Çelik, Emek mahallesindeki bir soyguna adı karıştığı için, kısa bir dönem Köprü Köprüköylünde ki Anada Askeri cezaevinde yatmıştı.
Haldun abinin devrimci mücadele içinde bu kadar aktif olmasını babası istemediği için, babası ile ilişkileri iyi değildi, bu yüzden hep “validemle görüştüm, validem haber salmıştı” derdi. Ailesi hakkında ne biz fazla soru sorardık, ne de o fazla konuşurdu. Babasının fabrika müdürü olduğunu, Haldün’un devrimci olmasını istemediğini, bu yüzden de aralarının “limoni” olduğunu biliyorduk ama. O zamanlar gereksiz bilgi militanın üzerinde yük sayılırdı.
O dönemin iyi anlaşılması için, bir hususu kısaca belirtmek istiyorum. O dönem aile bağlarını, o dönemin tabiriyle söylersem, küçük burjuva ilişkileri denilen ilişkileri kesip, hayatının her safhasını devrim yoluna adamak babında, profesyonel devrimci olma eğilimi vardı. Bunu Haldun için söylemiyorum ama o dönem “ailem ile bütün bağlarımı kestim” laflarını çokça duyardım. Çok gerekmediği halde okula gidip gelmeyen, okulunu bırakan, ailesiyle bağlarını kesen arkadaşlarda vardı. Hareketin üst düzeylerinde sorumla bulunan arkadaşlar buna destek olmuyorsa bile köstekte olmuyorlardı.
O dönemde bizim en çok okuduğumuz kitaplar arasında, Albeto Baya’nin “Gerilla nedir” adlı kitabı ile Carlos Marıghella’nın “Şehir Gerillasının El kitabı” vardı. Carlos Marıghella, biz kadroyu, militanı nerden bulacağız sorusunu anlatırken, bu konuda en iyi kitle öğrencilerdir, eğer öğrenci okulunu bırakıp ailesi ile de ilişkisini keserse örgütten başka gideceği başka yeri kalmaz gibi bir söz söylüyordu. Aklımda böyle kalmış. O dönemde de bu mantığı doğru bulmazdım ama sanki bilerek ya da bilmeyerek buna uygun davranılıyordu. Bu dönemde, özellikle mahkemelerde “mesleğin ne”, “ne iş yaparsın” diye sorduklarında “devrimciyim” diyorduk. Okulu bırakmayı, aile bağlarını kesmeyi göze almak, davaya bağlı olmanın, kararlı olmanın bir göstergesi gibi kabul ediliyordu sanırım, yarın ya da yarından da yakın bir dönemde devrim yapacağımıza inandığımız için, devrim için mücadeleden başka bir şeyi gözümüz görmüyordu zaten.
Bu mantığın sıkıntısı, 12 Eylül sonrası hapishanelerden çıkınca göründü. Okullarımızı bırakmak zorunda kalmıştık, bir iş yapma tecrübemiz de yoktu, hapisten çıkan devrimci militanların, kendilerine yardımcı olacak bir aile çevreleri de yoksa yeni hayata uyum sağlamada çok zorlandılar. Şöyle düşünün, askerlikten başka bir şeyi bilmeyen bir kişi, bir komutan, askerlikten atılsa sivil hayatta ne iş yapabilir? Değer ölçüleri değişmişti, topluma egemen olan değerler bize ters geliyordu. Bizler farklı bir dünyadan gelmiş bireyler gibi, 12 Eylül sonrasının koşullarına ayak uydurup ayakta kalmaya çalıştık. Bu konuda çok sıkıntılar yaşandı ama konumuz şimdi bu değil.
Haldun Çelik, Tarsus ile Mersin bölgesinde biraz kaldıktan sonra Adana’ya geldi ama oralarla bağlarını da hiçbir zaman kesmedi. Devrimci Yol hareketi içinde, daha çok işçi örgütlenmesi, sendikal faaliyetler alanında çalışıyordu. Kemal Arslan’ın sendikacı olmasında Haldun Çelik ile bu dönem çalışmış olmasının etkileri olduğunu düşünüyorum. Bu bab’da, Haldun Çelik ile en çok ilişkisi olan, bize onu en iyi anlatacak olan kişiler Mehmet Turan ile Kemal Arslan’dır.

12 Eylülden sonra Haldün abi ile Adana’da yollarımız tekrar kesişti. Nasıl oldu ise buluştuk işte. O dönem ben babamgilden kalan evimizde tek başıma kalıyordum, kardeşim ile eşi henüz Adana’ya gelmemişti. Haldun Çelik ile o dönem uzun bir süre bizim evde birlikte kaldık, yokluğu yoksulluğumuzu paylaştık. Haldun Çelik o dönem ne yapıyordu, nerelere takılıyordu, ne işlerle uğraşıyordu bilmiyorum. Bazı zamanlar eve çok geç geldiği, hatta çakır keyifli, içki içmiş bir halde geldiğini görüyordum ama kimlerle yiyip içtiğini, nerde konup göçtüğünü bilmiyordum; ne ben bunları soruyordum ne de o bunları anlatıyordu. Sonra Adana’dan ayrıldı, izini kaybettim. O dönem cep telefonu henüz hayatımıza girmemişti, hatta ev telefonumuz bile yoktu.
Sonra, yıllar yıllar sonra birgün Şenay ile İstanbul’a gitmiştik, Taksim civarın da dolaşırken, bir dükkânın önünden geçiyorduk, Haldun abi bizi görmüş, bize seslendi, böylece Haldun abi ile tekrar buluştuk. Taksim civarında bir yerde, meyhane türü küçük bir yer işletiyordu. O dönem birkaç kez Haldün abinin dükkânına geldim uzun uzun konuşluk. Beni evlerine davet etti, bir gece evlerinde misafir oldum. Ünlü bir müzisyenin, balerin kızı ile evliydi, kız o dönem bale okulunda öğretmenlik yapıyordu. Eşinin işinden dolayı zaman zaman Eskişehir’e gidip orada kalıyorlardı, sanırım orada bir evleri de vardı. Bu tarihten sonra, telefon hayatımıza girdi, Haldun abi ile daha sık haberleşiyorduk. Bir şey olunca ya o beni arıyordu ya da ben onu. Adana’ya gelecek olursa mutlaka önceden haber veriyordu, mutlaka buluşup iki kadeh atıp hasbıhal ediyorduk. Haldun Çelik hoş sohbet bir adamdı.
Haldun, Mehmet abiyi (Mehmet Turan’ı) çok seviyordu, hep “Rıza ihtiyar bu dünyadan göçmeden onun hayatını yazacak birini bulmalıyız” diyordu. Hatta Mehmet abinin hayatını yazması için, yazar olan bir kız arkadaşını Mehmet abi ile tanıştırmıştı. Bu dönemde Mehmet abi ile bir belgesel yapmak ya da hayatını kayıt altına almak için Cahit Akçam’gil bir çalışma yaptılar. Mehmet Turan ile bu sohbet sırasında neler konuşabileceği üzerine bir çalışma yaptık. Hayatının önemli kilometre taşlarını belgesele anlatırken unutmasın diye hayatının önemli dönemeçlerini belirli bir sıra ile yazdık, bu başlıklar bile 12 sayfayı geçti. Cahit Akçamgil Mehmet Turan ile birkaç gün süren uzunca süren bir söyleşi yapmıştılar. Mehmet abi Ankara’dan gelince bu DVD’leri getirdi bizde seyrettik, tam 6 DVD olmuştu. Mehmet abi DVD’leri seyrederken “bah ya” şunu unutmuşum dediği çok oldu, 83 yıllık devrimci mücadele de geçen bir hayatı anlatmak kolay değildi[1]. Biz bu çalışmaları yaparken Haldun abi sürekli arayıp telefonla bilgi alıyor durumla ilgileniyordu.
Sonra bu yıl, Mayıs ayının başlarında Pir Sultan Derneğinin bir toplantısı için Ankara’daydım, Mehmet Turan telefon etti, “Haldun’la ilgili kötü haberler aldım, gelince acilen konuşmamız lazım” dedi. Adana’ya geldiğimde Mehmet abi ile buluşup durumu konuştuk. Onu da bizim Bahçet’in kardeşi Selami Dinlerer arayıp haberdar vermişti. Haldun eşinden ayrılmış, eskiden Militan Gençlik – Halkın Yolu geleneğinde olan, Necmi adında bir arkadaşın evine taşınmış, hem sağlığı hem de maddi durumu çok kötüymüş, durum vahim ne yapacağız onu düşünelim dedi. Selami’yi telefonla arayıp tekrar gördüklerini, bildiklerini konuştuk. Mehmet abi ile acil sorunumuz bu olmuştu. Bu durumu hemen Selman Serttepe aktarıp, onunla da bunu epeyce konuştum. Selman Serttepe, ev ev üzerine olmaz, boş evi olan, mütahitlik falan yapıp elinde boş evi bulunan bir arkadaşın evine taşıyıp bir hal çaresine bakarız dedi. Ben 2 Temmuz çalışmalarına gidip gelecektim sonra bu sorumuza hal çareleri arayacaktık ki, 1 Temmuz 2015 tarihinde Haldun Çelik’in ölüm haberi geldi. Sivas’tan Şarkışla’nın Ortaköy’üne doğru giderken Haldun abinin ölüm haberini aldığımda kıpırdayacak durumda değildim. Bir gün sonra 2 Temmuz anması vardı, Haldun abiyi tanıyan eşi dostu arayıp konuşmaktan başka bir şey yapamadım. Haldun abinin cenazesi, sade bir törenle İstanbul da toprağa verildi.
Nazım Hikmet, bir şiirinde “Kardeşlerim, sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana” der. Haldun Çelik, benim için sonu tatlıya bağlanmayan bir kitap gibidir, onu ne kadar okursam okuyum, onu ne kadar yazarsam yazayım, yine de bu bana az gelir.
Işıklar içinde yat koça çınar.
Anıların gönlümüz de her zaman yaşayacak.
Bilmeyen ne bilsin seni, bilenlerden selam olsun, seni bilip tanıyanlarla seni hep anacağız
Saygılarımla. 15 Ağustos 2015
Rıza Aydın. Kaymak Köyü.
[1] Mehmet Turan 1933 doğumlu. Mehmet abinin devrimci saflara gelmesi, 1950’de Akçadağ Öğretmen okulundan mevzun olup köylerine gelen Ali İhsan Tıraş adlı öğretmenden etkilenmesi ile başlamış. Köyde ki bütün gençler öğretmenden etkilenip, onun gibi Ak bir şapka büründükleri için “AK ŞAPKALILAR CEMİYETİNE” üye olma suçu ile tutuklanarak solcu damgası ile damgalanmışlar, Mehmet abi de o günlerden buyana kesintisiz olarak örgütlü mücadele de olmuş, hayatı gerçekten roman olan bir adam. Onun hayat hikâyesini bilip de onun anısı ölünde saygı duymamak mümkün değil.

Hiç yorum yok: