30 Eylül 2015 Çarşamba

Kürt Kimliğinin Yeniden İnşası ve Muhafazakar Kürtler


         Mahmut Balpetek   

      16 Eylül tarihli Haber Türk gazetesinde -eski AKP Milletvekili Muhsin Kızılkaya’nın “Kafası kemalist, gövdesi Kürt” başlıklı makalesi son derece çarpıcı saptamalar içermektedir. Kürt etnisitesini oluşturan sermaye, ulusal ve dini  blokların  siyasal alan inşasında öncelikleri nedeni ile  yaşadıkları iç gerilimi teğet geçerek, yaptığı  saptamalar  ve vardığı sonuç  tartışmaya namzettir. Konuyu tartışmaya değer  kılan, geçmişten bugüne  tartışılıyor olması kadar, 8 Haziran seçimlerinde Kürt coğrafyasında AKP’nin, HDP’ye tümüyle  kaptırdığı  siyasal inisiyatif  ile aktüelleşmiş olmasındadır.
 Bağımsız Kürdistan savunusu içinde olan, Kürt Teali Cemiyeti  Dönemi  ilgili  övgü ile aktarılmış bir anekdot ile başlayan makalesi  aşağıdaki  saptama ile sürmektedir.


“Kimi tarihçilerin “Kürt Rönesansı” dedikleri bu dönemin birikiminin başarısız birkaç “isyana” dönüşmesi için Cumhuriyet’in kurulmasını beklemek gerekti. Harp sonrasında oluşan “1920 ruhu”yla birlikte Kürt milliyetçiliğinin yeni dönemin baskın ideolojisi olan Kemalizm’le karşılaşması erken patlak veren “Şeyh Sait Ayaklanması”yla oldu.
Şeyh Sait isyanının fikri altyapısını da yukarıda saydığım cemiyet ve dergi etrafında bir araya gelen münevverler oluşturmuştu. Bu münevverlerin tümü muhafazakâr, dindar, tarikat ehli, büyük ailelerin çocuklarıydı. Cumhuriyet’in yerleştirmeye çalıştığı yeni “seküler hayat” bu aydınların çok hoşlandığı bir hayat tarzı değildi. Daha önce “Bağımsız Kürdistan” fikri kendilerine hoş geldiği halde, Halife’ye “kıymaya” hiç yeltenmediler, hem zaten cemiyet ve dergi etrafında bir araya gelen ilk Kürt milliyetçileri, “İslam birliği” fikrine bağlı olduklarını her vesileyle dile getiriyorlardı.
Yazarın iddialarına bakılırsa; Mir Bedirxan  Cizre’nin başkent olduğu 1842 yılında, Bağımsız Kürdistan ilan etmesi, Kürt parası basması, Osmanlı’nın bunu yıkmak için 35 bin asker göndererek Kürdistan’ı derdest etmesi ve Bedirxan ailesini sürgüne göndermesi, ardından peş peşe yaşanan  14 Kürt isyanı  Kürt isyanları Osmanlı dolayısı ile Halife’ye karşı yaşanmamış mı sayılmalıdır? Kaldı ki, iddia edildiği gibi “İslami birlik” fikrine bağlılık Kürt sorununda çözücü bir maymuncuk işlevi görmüş olsaydı,  sorun  Cumhuriyet dönemine devir edilmeden, Osmanlı  ya da Halife tarafından çözülmüş olurdu. Hattı zatında yaşanan isyanlar “İslam birliğinin” etnik sorunu çözemediğine sarih birer örnektirler.
Yazar devamında; “Şeyh Sait,  arkasından gelen İhsan Nuri Paşa önderliğindeki Ağrı isyanını örgütleyenler de aynı muhafazakâr Kürt milliyetçileriydi ve karşılarında yeni Kemalizm vardı. Bu durum neredeyse 1980’e kadar böyle devam etti. Muhafazakâr dindar Kürt milliyetçileri, laik Kemalistlere karşı hep kuyruğu dik tuttular,” diye bir yargıya varmakta.
Türkiye Kürtlerinin çoğunluğu için dini kimlik, politik alanın şekillenmesinde en belirleyici dinamiklerden birisidir. 19. Yüz yılın ilk yarısında Kürt mirliklerinin ortadan kaldırılmasıyla, oluşan yönetsel boşluğun şeyh ve toprak ağaları tarafından doldurulmuş olması, aynı zamanda mirlikler yerine yönetici sınıf olan şeyh ve ağalar  20. yüzyıl Kürt isyanlarının neredeyse tamamının öncüsü olarak konumlandırmıştır. Kürt mirlikleri gibi, Kürt şeyh ve ağalarından oluşan bu yeni yönetici sınıf da, 1950 lere dek, Türk egemenliğinin doğrudan yönetiminin inşası ve konsolidasyonu ve Kürt politik sahasının, Türk merkezinin politik anlamda çevresel bir alana dönüşmesinde kanlı bir şekilde büyük oranda tasfiye edildi.
1930’lı yıllardaki kanlı bastırılan isyanlara öncülük eden dini lider ve ağalar 1950’lerde Demokrat Parti ve ardılı Adalet Parti’ye katılımları sağlandı. Bu bağlamda milliyetçi, devletçi Türkçülüğün çevresel politik gücü olarak yeniden  inşa  edildiler. Yeni sınıf,  artık baş kaldıran değil İslami referanslar ile Türkçülüğün coğrafyada yerel yöneticileri statüsü içine girmiş olur.  Kürt şeyh ve ağalarının sağ partilerle iş birliğini salt İslamcı hassasiyetler üzerinden kurulmadığı gibi, aynı zamanda yönetici sınıfla merkez arasındaki patronaj ilişkisi barındırmaktaydı.
 Yazıya konu olan dönem, yazarın söylediğinin aksine, Kürt kimliğinin siyaset alanın dışına itildiği,  entegrasyon ve asimilasyonun en derinden yaşandığı ve buna karşılık İslami referanslarla milliyetçi sağın Kürtleri anti komünist mücadelede mobilize etmeye çalıştığı dönemdir. Ne dik ne de eğik ortada bir kuyruk görünmemektedir.  
                                      Kürt Kimliğinin Yeniden İnşası
13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu. Türkiye sosyalist hareketinin mobilizasyonunda önemli bir milat olan, kuruluşu aynı zamanda Türkiye’nin içinde bulunduğu entellektüel izolasyonun kırılmasında da işlev gördü. Yaygın bir biçimde çevrilen eserler, daha önce sadece yabancı dil bilenlerin ulaşa bildiği kitaplar her kes tarafından okunur ve tartışılır hale gelir.
Türkiye siyasal tarihinde ekstrem bir diğer gelişme ise; Kürt kökenli DP’lilerin kurduğu Yeni Türkiye Partisidir(YTP). Doğu ve Güney Doğu illerinde aldığı yüksek oy nedeni ile, Kürt seçmenle özdeşleşen parti, Kürt kimliğini temsil etmek iddiasında olmadığı, Kürtlerin taleplerini siyasi programına almadığı gibi,  Kürtlerin entegrasyonu ve gönüllü  asimilasyonunun siyasal alanını oluşturdu. Bu politika; geleneksel Kürt şeyh ve ağalarının devletçi anlayışının tipik bir dışavurumudur.
Yazarın, ‘1980’ne kadar Kemalizme karşı kuyruğu dik tuttular’ dediği, muhafazakâr, dindar Kürt milliyetçileri YTP’yi kuranlardan başkası değildi. Bu feodal elitler devlet merkezli asimilasyoncu politikanın Kürt coğrafyasındaki çevre halkası olmaya gönüllü kabul edenlerdi.
60’lı yılların sonlarına doğru dünyada yükselen gençlik hareketine paralel olarak Türkiye’de de gençlik hızlı bir politikleşme sürecine girdi. Kürt aydın ve gençliği, Türkiye sosyalist parti ve hareketlerinde farklı etnik kökenli sol, devrimci güçleri ile birlikte ortak örgütlendiler. Bu örgütlerin tartışma konularından biri de ulusal sorun bağlamında Kürt sorunu oldu. Kürdistan sömürge mi? Yarı sömürge mi? Yoksa Kürt ulusu ezilen ulus mu dur, soruları etrafında yürütülen tartışma, Kürt hareketinin teorik ve eylemlilik sürecinin çerçevesini oluşturmada işlev gördü.
         Doğu Devrimci Kültür Ocaklarının  (DDKO)  kuruluşu ile birlikte Kürt kimliğinin sosyalist referanslarla yeniden inşasının başladığını söylemek mümkündür. Kürt coğrafyasında TİP’in desteklediği DDKO’nun öncülüğünde, Bıref Law Ağa hat (Kaç Ağa Geliyor) sloganı etrafında  peş peşe düzenlenen mitingler uzun bir sessizliğin ardından çoraklaşan topraklarda Kürt kimliğinin siyaset alanında kendine yeniden yer bulmasının ön adımı oldu. Bu aynı zamanda merkez siyasetin işbirlikçisi ağa ve şeyhlik kurumuna karşı mücadelenin de fitilini ateşlemek anlamına geldiğini söylemek mümkündür.  DDKO  Kürt siyasal alanını temsilcisi şeyh ve ağalara karşı siyasi duruşu ile Kürt kimliğinin taşıyıcısı olacak yoksul emekçi ve köylüleri mobilize etmenin nüvelerini atmış oldu. 1970’lerin ikinci yarısında sosyalist referanslı bir dizi Kürt örgütü illegal olarak kurularak kısa sürede maddi güce dönüşebildiler. Her ne kadar, bu örgütler 12 Eylül ile birlikte PKK hariç tasfiye oldularsa da, Kürt ulusal kimliğinin inşası başarı ile devam etti. 1990’lı yıllara gelindiğinde Kürt meselesi odaklı kurulan yasal parti, dernekler ve medya kuruluşları ile ulusal ve ulus ötesine yayılan bir genişleme ile inşanın bir üst düzeye sıçradığı gözle görünür oldu.
     Öte yandan yazarın övgüsüne mazhar olan muhafazakâr Kürtlerin birçoğu koruyuculuk sistemine destek vererek,  Anavatan Partisi (ANAP), Doğru Yol Partisi (DYP) ve Refah Partisi’ne (RP)  illegalde ise Kürt Hizbullah’ına desteklediler. Kürt kimliğinin yeniden inşasının taşıyıcısı Kürt Özgürlük hareketinin mobilizasyonunu engellemeye çalıştılar. Söze konu olan bu muhafazakarlar,  2015 Haziran seçimlerine kadar AKP’de siyaset yapmaya devam ettiler.
Kürt İslamcılığının, Türk Milliyetçi İslamcılığından kopuşu ve otonomlaşma evresi
2015 seçimlerinde Kürt seçmenindeki değişimi anlamak için muhafazakâr Kürtlerin yaşadığı evrime kısaca da olsa göz atmakta yarar var.
Kürt siyasetinin genişlemesine paralel zamanda, Türkçü İslami  gruplara karşı ilk tepki  Nur Cemaatı içinde bulunan Kürt İslamcılarından gelmiştir. Cemaati, Türk milliyetçiliği ve devletçiliği ile niteleyen gurup Nur Cemaatinden ayrılarak,  Med-Zehra Cemaatini kurdular. Cemaat, 1992 yılında tamamen Kürtçe olan Nubihar isminde bir dergi çıkardılar. Kürt sorunu İslami referanslarla tartışan cemaat, radikalleşen Kürt İslamcılığın öncülerinden biri oldu gibi Kürt İslami entellektüellerinin çevresinde toplamayı başardı.
      Kürt Hizbullah’ının  90’lı yıllardan başlayarak devletle girdiği işbirliğine rağmen genişleyen Kürt siyasallığı karşısında,  2000’li yıllarda kurdukları Yasal Parti HÜDAPAR,  Kürt meselesinde Türkçü İslam merkezli yaklaşımlardan , farklı görüşler üretmeye çalışması da.  “…Mazlum ve mustazaf Kürtlerin sorunu sadece  Müslüman Kürtlerin sorunu olarak değil, hangi kavimden olursa olsun bütün Müslümanların sorunu olarak görmektedir. Kürt halkına yönelik inkar asimilasyon ve baskıyı reddetmekte, imkanlar ölçüsünde buna karşı durup mücadele etmeyi bir vazife olarak görmektedir…” kendi iç bağlamında merkezi Türkçü İslam dan kopuş ve otonomlaşmayı içerdiğini söylemek mümkündür.
2012 yılında kurulan Hak ve Adalet İçin Kürdistan İslami İnisiyatifi (Azadi),  diğer otonomlaşan ve radikalleşen Kürt İslami çevresidir. Med-Zehra ve Kürt Hizbullah’ından farklı olarak Azadi (Özgürlük) Kürt meselesine daha fazla odaklanmış bir harekettir. Azadi’nin Kuruluş manifestosunda “ Bizler, Kürdistan halkının yüz yılardır devam eden hak ve adalet arayışı ile özgürlük mücadelesini meşru  gördüğümüz gibi, bu arayış ve mücadeleye katkı sunmak ve halkımıza ilişkin olan sorumluluğumuzu yerine getirmek için hak, adalet ve hürriyet için Kürdistan İslami İnisiyatifini (Azadi)başlatmış bulunmaktayız”
Azadi’nin yukarda ismi geçen, diğer iki İslami örgütten diğer bir farkı da,  seküler olmasının yanında başta Kürt Özgürlük Hareketi olmak üzere sol örgütlerle işbirliğine yatkın bir dünya görüşüne sahip olmasıdır. “Kürdistan çok dinli, çok dilli, çok mezhepli olduğunu kimsenin inkar edemeyeceği ve dolayısıyla hakkını hukukunu çiğneyemeyeceği bir gerçektir”,  inançlar konusundaki özgürlükçü yaklaşımı onu geleneksel İslami anlayıştan  farklı kılan diğer bir özelliğidir.
İslamcı Kürtlerde farklı format ve düzeylerde yaşanan bu değişim onları Kürt sorunu ile daha ilgili kılarken, Türk milliyetçi İslam anlayışından kopuşu da birlikte getirdi. Buna mukabil Kürt Özgürlük Hareketinin Özgürlükçü sekülerliğinden ödün vermeden din konusunda geliştirdiği demokrat yaklaşım ve bu yaklaşımın Rojava’da  realite olması, birbirlerinden farklı referanslarla da olsa Kürt bloğunun mobilizasyonuna katkı koymaktadır.
Bu durumun seçimlerdeki siyasal karşılığı,  2012 seçimlerinde Kürt coğrafyasında oyların yüzde 51’ni alan AKP, 2015 Haziran seçimlerinde yüzde 35 e düşmüştür. Yaşanan gelişmeler AKP oylarının bölgede daha da düşeceğine dair güçlü emareler içermektedir. Denilebilinir ki, dindar Kürtlerin giderek aratan bir kesimi için tek başına “İslam kardeşliği “ ifadesi verili koşulların değişmemesi durumunda cazibesini yitirmektedir. Bir başka ifade ile Kürt dindarları da kimsenin kardeşi olmak değil, kendi ulusal kimliği ile eşitlenmeyi talep eder duruma gelmişlerdir.
Yazarın  “ “seküler hayat” onların hoşlandığı bir yaşam tarzı değildi” ve “İslami birlik fikri onlara daha yakındı” tespitleri değişeni anlamaktan uzak, eskiye özlemin dışa vurumun dan başka bir şey değildir.Zira bugün dindar Kürtlerde Kürt halkının siyasal,kültürel , ekonomik sorunları ile daha ilgili ve çözüm için Kürt tarafında durmaktadırlar. Yani “İslam birliği” kendi başına çözüm üretici olmaktan uzak, “Türk, Kürt Kardeştir Bunu Bölen Kalleştir” tekerlemesinin başka bir veçhesi olduğunu daha iyi görmektedir.
   Yazar makalenin son bölümünde; Kürt Özgürlük Hareketini aşağıda ki cümlesiyle, HDP’yi Kemalist olmakla suçlamaktadır.
    “ O yüzden şu anda başlayan yeni çatışma dönemi artık Kemalizm’e karşı yürütülmüyor. “Kafası Kemalist, gövdesi Kürt” bir hal almış olan Kürt milliyetçiliği, yanına Kemalistleri de alarak artık Kemalizm’le dertleri en az Kürtlerin derdi kadar büyük olan ve tarih boyunca Kürt meselesini ilk defa “görüşmeler” yoluyla halletmeye yeltenmiş olan muhafazakâr Müslüman Türklerin kurduğu bir iktidarla hesaplaşıyor. Ona karşı “devrimci halk savaşını” veriyor”  diyor.
AKP iktidarı ile birlikte  onun ideolojik hegemonyasının etki alanı  içine giren kimi liberal ve sol liberaller Kemalizm eşittir  CHP’dir algısı yaratma için bir hayli gayret gösterdiler.Ulus devletin bütün tekçi  özeliklerini Kemalizm elbisesinin ceplerine tıkayıp elbiseyi CHP’ye giydirdiler.Kuşkusuz bu yaklaşımı haklı kılacak epeyce veri mevcuttu. Ancak  bu yaklaşımı sorunlu kılan Kemalizmin ulus devlet ideolojisi olduğunun göz ardı edilmesiydi. Dolaysı ile iktidarda ki AKP Kemalizmin kale burçlarını yükseltirken buna karşı mücadele etmek yerine CHP ile savaşmak hem risksiz hem de daha cazip bir tutum olarak öncelendi.Halbu ki,Türk İslamcılığının da ulus devletçi bu dolayımla milliyetçi olduğu görülmedi ya da görülmek istenmedi. Kemalist ideolojinin  politik sahada taşıyıcısını,  CHP ile sınırlı gören bu anlayış aynı zamanda Ulus devlet ideolojisini hayli  hafife almış oldu,  eksik ve bir o kadar hatalı bu öngörü ile  Türkiye’nin bu günlere gelişinde kendi gücü ve meşrebince AKP lehine katkı koydu.
   Yazar,  kemalimi bir partinin çıkarmamacasına giydiği elbise olarak tanımlayarak bu yanlış ve eskimiş öngörüyü yeniden dolaşıma çıkarmaya çalışmakta. Yine bir o kadar eskimiş ve afakî olan “İslam kardeşliğin” bir çözüm modeli olarak ısıtmaktadır.
       Bilindiği gibi dört parçaya bölünmüş olan Kürt coğrafyasının üç parçasında Kemalistler değil, Müslümanlar iktidardalar ve sorun bütün çözümsüzlüğü ile o ülkelerde de yaşamına devam ediyor. Örneğin; İran İslam devrimi  sonrası Humeyni rejimi ile İran Kürdistan Demokrat Partisi arasında yaşanan çözüm odaklı görüşmelerin akamete uğramasının yegane nedeni, rejimin “Müslüman ümmetiyiz, kardeşiz. Kürtlük diye bir şeyi kabul etmemiz mümkün değildir” anlayışının sonucudur. Kürt mücadelesinin deneyleri bize göstermiştir ki, din kardeşliği sorunun çözümüne değil asimilasyonunda işlev gördüğüne dairdir.
   Daha dün Rojava’da,  AKP destekli  IŞİD’in Kürtlere karşı gerçekleştirdiği vahşi katliamları  “İslam kardeşliğinin” hangi parantezine yerleştirmeyi düşünmektedir.
Irak’ta yıllarca iktidar olan Müslümanların Kürtlere yaşattığı hangi katliamı “İslam kardeşliği” diye hoş görmemiz beklenmektedir? Bu örnekler gösteriyor ki, ulusal bir sorunu dini endazelerle çözmeye çalışmak mümkün değildir. Mümkün olamayanda ısrar, meselenin yozlaşmasını istemekle eş anlamlıdır. Kaldı ki, dünyada bu sorunla karşılaşan ilk ülke biz olmadığımız gibi, ilk kez sorunu çözecek olanda değiliz. Dünyadaki çözümlerin deneyi ışığında şunu söyleyebiliriz. Bu parti ve ya dini inançtan bağımsız, onu aşan, ulus devletinin ontolojisinde yatmaktadır. Ulus devletin varlık gerekçesi tekçilikten çoğulculuğa, diktatörlükten demokratikliğe doğru evriltilemedikçe birlikte yaşama odaklı çözümün gerçekleşmesi mümkün değildir.
     Son söz yerine yazar, devletçi bir partinin içinde mevzilenerek, ulus devletin ana paradigmasına karşı mücadele eden özgürlükçü güçleri Kemalist olmakla suçlayarak kendini aklamaya çalışa dururken daha fazla çamura batıyor.
     “ Tarih boyunca Kürt meselesini ilk defa “görüşmeler” yoluyla halletmeye yeltenmiş olan muhafazakâr Müslüman Türklerin kurduğu bir iktidarla hesaplaşıyor” ifadesini okuyanlar yazarı kendini korumak adına hayatla tüm bağını kesmiş Japon askeri sanacak. Zira, trajik komik olan bütün dinler için kutsal olan mezarlıkların bombalandığı, mezarlıkların girişinde bulunan cami ve cem evlerinin yıkıldığı, keskin nişancıların cami minarelerinden çocuk yaşlı demeden halkı hedef aldığı, tekbir nidaları eşliğinde Kürtlerin linç edildiği, bir ortamda bu sözlerin sarf ediliyor olmasıdır. Yazarın kendisi “çözüm süreci” diye geçmişte yaşanan bir dejeavuyu yeniden yaşamak isteyebilir, ancak Kürt halkının aynı fikirde olduğunu sanmıyorum.
      Bir taraftan şiarı “Tek Devlet, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Bayrak, Tek Din, Tek Mezhep” olan AKP’nin milatlığını yaparak, öte yandan Kürtçülüğü elden bırakmamaya çalışmak işin doğasına aykırı bir davranış içinde bulunmak demektir. Olması gereken davranış; Kürtlere karşı bayrak simgesi etrafında yürütülen ırkçı kampanyaya destek olmak ve ‘bayrağını al gel’ mitinglerine iştirak ederek münevver bir edayla  “halife efendiyi” üzmeden bağımsız Kürdistan şarkılarını kimsenin duymayacağı bir tonda mırıldanmadır.

Hiç yorum yok: