28 Eylül 2015 Pazartesi

Türk Metal çöküyor,peki şimdi?


Şadi Ozansü
Türkiye işçi sınıfı; 2009-2010 yılları arasında gerçekleşen TEKEL eylemleri ve onun cılız uzantılarını bir kenara bırakacak olursak, hiçbir dönemde AKP iktidarı altında olduğu kadar zayıf, soluksuz ve sessiz bir “topluluk” olarak varlığını sürdürmedi. 12 Eylül’ün daha onuncu yılı dolmadan gerçekleşen Bahar Eylemlerini ve büyük Zonguldak kalkışmasını anımsadığınızda bunu daha kolaylıkla gözünüzün önüne getirebilirsiniz.
tofaş
2013 yılı Haziran İsyanına işçi sınıfının örgütlü kesimlerinden çok zayıf bir katılım olduğundan Erdoğan Hükümeti ayakta kalabildi. Bundan dolayı başta Bursa olmak üzere işçi sınıfımızın otomotiv sektöründe yer alan ağır müfrezelerinin yılların uykusundan uyanarak Türk Metal’den bölük bölük kopmaya başlamaları sadece işçi sınıfının sınıf mücadelesi açısından değil, genel olarak Türkiye halklarının burjuvaziye ve emperyalizme karşı politik mücadeleleri açısından da tarihsel bir dönüm noktası anlamına geliyor.


7 Haziran seçimlerinden daha önemli

Kuşkusuz 7 Haziran seçimleri son derece önemli bir kavşak. Ve bu seçimlerden AKP’nin oldukça zayıflayarak çıkmasının yanı sıra seçimde HDP’nin barajı aşması da son derece önemli. Ama gene de Türkiye siyasetinin geleceğini doğrudan 7 Haziran seçimleri değil, onun hemen sonrası belirleyecektir. Yani 7 Haziran sonrasında, yeni Meclis ile yapılmak istenen Başkanlık Sistemi Anayasası ve onun referandumu. Bir başka ifadeyle HDP’nin barajı aşması engellenmiş bile olsa savaş felaketi referandum gerçekleşmeden kapıya dayanmayacaktır. İşte bu yüzden de otomotiv sektöründe patlak veren ve başka sanayi kollarına sıçrama eğilimleri gösteren sınıf mücadeleleri şu an için seçimlerden daha yakıcı bir görünüm arz ediyor. Üstelik bazılarına fazla iddialı gibi gözükecek böyle bir yaklaşımın kestirme bir “uvriyerizm” suçlamasının muhatabı olması dahi çok önemli değil. Gerçekten de işçi sınıfının içindeki Türk Metal kolluk kuvvetinin çökmesi, yıllardır zincire vurulmuş bir halde yaşayan işçi sınıfının mücadelesinin bir anda dizginlerinden boşalmasına neden olabilir ki, bunun önünde AKP dahil hiçbir hükümet duramayacağı gibi, savaş beklentileri de ham hayal olur. Böyle bir gelişme AKP için başarısız bir seçim sonucundan daha tehlikelidir. Zaten bu yüzden de “Çokuluslu şirketler-Türk Metal-Hükümet” şeytan üçgeninin Hükümet kanadı sınıf eyleminin gelişimini çaresizlik içinde seyretmeyi, bir süredir kullanmayı çok sevdikleri gaz bombardımanına tercih ediyor.

Türk Metal’in malvarlığı işçilere aittir

Türk Metal tabandan bir işçi muhalefeti ile değiştirilebilecek bir sendika değil, patronların kolluk kuvveti işini gören, üye olmayanın işten atıldığı bir mafya sendikadır. Dolayısıyla işçilere bu mafya sendikayı ele geçirmeye çalışmalarını söylemek gerçekçi değildir, o nedenle tüm üyeleri tereddütsüz istifa ederek Türk Metal’in çöküşünü hızlandırmaya çağrılmalıdır. Tabii ki esas olması gereken sadece işçilerin Türk Metal’den istifası değil, Türk Metal’in bütün mal varlığıyla birlikte işçilere devridir. Yıllardır işçi sınıfının kanını emmiş olan Türk Metal yöneticileri sonuçta üyeleri olan metal işçilerinin aidatlarıyla zenginleşmişler, oteller satın almışlar, kumarhaneler işletmişler, ama aynı zamanda araziler ve sendika binaları da satın almışlardır. Bu mal varlığının tümü işçilere aittir. Türk Metal’den istifa eden üyeler, yıllarca işçilerin alınteriyle edinilmiş sendikanın malvarlığını (2009 yılında sendikanın aylık geliri 6 trilyon olarak açıklanıyordu) gözden çıkaramaz, elbette yöneticilerinin işçi aidatları ve “patron destekleri” ile yaptıkları dudak uçuklatan servetlerini de. İstifa eden işçiler mutlaka yöneticilerinin göreve geldiği zamanki mal beyanlarıyla şu ankilerin karşılaştırılmasını talep etmelidir, çünkü yöneticilerin kendisi birer patron olacak serveti edinmiştir (bir önceki Genel Başkan Özbek’in sadece Kıbrıs’taki serveti 1 milyon Sterlin, şimdiki Başkan Kavlak da onun yolunda). Ayrıca, mafya sendikasından ayrılan işçiler, ayrılma dilekçelerini verirken ileride sendikanın mal varlığından doğacak haklarını da güvenceye alan bir resmi metin imzalamalıdırlar. Aksi takdirde Türk Metal günün birinde tekrar hortlayabilir. Kaldı ki zaten şimdilik mal mülk sendikanın mafya yöneticilerine terk edildiği için henüz canavar yok edilmiş değildir.

Birleşik Metal’de bir araya gelmek tabii ki doğru, ama…

Tabii ki Türk Metal’den kopuşta ilk dikkat edilmesi gereken husus eylem birliğinin bozulmamasıdır. İşçiler şu anda her ne kadar kendilerine düşman olarak Türk Metal yöneticilerini seçmişlerse de eylem içinde, fabrika yönetimleriyle hükümetin de aslında Türk Metal’in suç ortakları olduğunu, hatta dahası Türk Metal’in yularını ellerinde tuttuğunu göreceklerdir. İşçiler sınıf bilincini küçük burjuvalardan farklı olarak eğitimle değil, eylemle kazanırlar. Bir aylık bir eylem işçi sınıfına durağan dönemlerde yıllar içinde kazanacakları sınıf bilinci kazandırır. Buna daha önce Büyük Zonguldak Grevinde de tanık olduk. Şu veya bu fabrikanın eylemi daha önce ve daha sonra bırakmış olması, bu eylem birliğinin bozulmasına kesinlikle neden olmamalı. Bunu sağlamanın yolu da şu anda kısmen de olsa var olan fabrika temsilcileri sisteminin kökleştirilmesidir.
Öte yandan, şu anda hareket şöyle bir sorunla karşı karşıya: Nasıl devam edilecek? Tabii ki, Hak-İş’e bağlı Çelik-İş tercihi yaşanmış bunca acı deneyden sonra hiçbir şekilde gündeme getirilmemeli, hatta mümkün olduğunca “ötelenmeli”. Bugüne kadarki oldukça pasif tavrına rağmen gene de Birleşik Metal propagandasının işçiler arasında sistematik olarak yapılmasında yarar var. Ancak işçinin bu alternatiflere hayırhah bakmadığı koşullarda, Türk Metal’den büyük kopuşla gerçekleşecek olan ve bağımsız bir sendikaya ulaşabilecek olan girişim de kestirmeden “kızıl sendika” anlayışı olarak suçlanamaz. Söz gelimiBirleşik Metal’in üye sayısından daha fazla işçiyi temsil edebilecek bir kopuşu, küçük “kızıl sendika” olarak nasıl niteleyebiliriz? Burada esas sorun böyle bir sendikanın, bir fraksiyonun dükkânı “kızıl sendika” olmasından ziyade, başını çekecek olanların yeterli tarihsel deneyime sahip olmamalarından kaynaklı kolaylıkla patronlara yem olabilecekleri tehlikesidir.

Birleşik Metal’e naçizane “öğüt”: ASİS deneyimine bakın!

Türkiye işçi sınıfı hareketi özellikle 60’lı yıllardan itibaren ciddi mücadele deneyimleri yaşadı. Bursa işçi sınıfının, bütün Türkiye işçi sınıfı gibi demokrasiye aç olduğu aşikâr. Özellikle kendi kaderini ve tabii bütün toplumun kaderini belirleme noktasında sendikal demokrasi bu hareketin olmazsa olmazı. Birleşik Metal yöneticisi dostlarımız Bursa’nın ayağa kalkmış işçi sınıfını etkilemek istiyorlarsa DİSK’in 70’li yıllardaki mücadelesine ve bu mücadelenin ASİS (Ağaç Sanayi İşçileri Sendikası) deneyimine özellikle bakmak zorundalar. O günleri görememiş olanlara hatırlatmakta fayda var. İşçi sınıfının mücadele deneyimleri kuşaktan kuşağa başka nasıl aktarılabilir ki? 70’li yılların ortalarında ASİS İstanbul Anadolu Yakası’ndaki ELKA mobilya fabrikasında bir grev başlattı. Greve sendikalı 700 civarında işçinin tümü katıldı. Sendikanın Başkanı 12 Eylül’den bir süre sonra hayatını kaybetmiş olan sevgili ağabeyimiz Cenan Bıçakçı ve Başkan Yardımcısı da birkaç yıl önce aramızdan ayrılan yoldaşımız Alev Ateş idi ( Alev, ELKA grevi sırasında sendikanın Genel Başkanı olmuştu, çünkü ASİS’in tüzüğü gereği bir Genel Başkan iki dönem üst üste Genel Başkanlık yapamıyor, kendi başkanlığı sırasında bir başka işçiyi Genel Başkanlığa hazırlaması gerekiyordu, aynı şekilde Alev Ateş de 12 Eylül’den önce Genel Başkanlığı bir diğer işçi yoldaşımız olan ELKA fabrikası temsilcisi Rıfat Kendirligil’e devretmişti. Maalesef onu da Alev’den önce yitirdik).
Birleşik Metal yöneticisi dostlarımız eğer Türk Metal işçilerini sendikaya kazanmak istiyorlarsa onlara mutlaka DİSK üyesi ASİS’in tüzüğünü okumalı ve Türk Metal’den kopan işçilere bu temelde propaganda yapmalıdırlar.
O sıralar genel uygulamadan farklı olarak, mücadeleci bütün işçi sınıfı örgütlerine açık yürütülen ELKA grevinde sendikacıların, patronlar ve onların temsilcileriyle yürüttükleri toplu müzakereler, baştan sona fabrika içine yerleştirilmiş bulunan hoparlörler aracılığıyla bütün işçiye anında iletiliyordu. Günümüz teknolojisiyle fabrika içi mekânlara yerleştirilecek dev ekranlarla görsel olarak da işçi kitlesine bir sinema filmi izletircesine gösterilebilir. ASİS gizli görüşmeleri tümüyle kaldırmıştı. Sendikanın tüzüğü gereği her şey aleni oluyordu. Tabii bundan rahatsız olanlar sendikacı yoldaşlarımız değil, patronlar oluyordu. Bugünlerde çeşitli sosyalist çevrelerin sendika içi demokrasinin hayata geçmesi için ileri sürdükleri bütün talepler, işçi sınıfının demokrasi talepleridir. Ama Birleşik Metal sendikası yöneticileri, ASİS deneyimini Türk Metal’den kopan işçilere aktarırlarsa onlardaki güvensizlik duygusunu biraz olsun kırabilme yolunu da açabilirler.

Fabrika Komiteleri ya da “İşyeri Vekilleri Heyeti”

Bursa otomotiv işçilerinin eylemi grevle fabrika işgali arasında yer alan bir tür iş bırakma eylemidir. Önümüzdeki dönemde sınıf hareketinin gelişimine damgasını vuracak olan bu mücadelenin doğrudan fabrika işgallerine kapı aralaması fazlasıyla mümkündür. 12 Eylül’den beri yürürlüğe konan yasalarla (buna 12 Eylül 2010 referandumu sonrası düzenlemeler de dahildir) her türlü grevi fiilen imkânsızlaştırmış olan patronlar ve onların hükümetleri, olası işgallerle birlikte bakalım fabrika içindeki iktidarlarını Türk Metal çetesi ortadan kalktığında sürdürebilecekler mi? Ya da işçi sınıfı fabrika içinde hâkimiyet tesis ettiğinde, bunun toplumda da bir hâkimiyet tesisi anlamına geleceğinin bilincine nasıl varacak? Vardığında ne olacak? Hep birlikte göreceğiz.
Olana geri dönersek; Bursa’da işçiler şu an kendi sözcülerini seçiyor ama fazlası lâzım, Fabrika Komiteleri ya da “İşyeri Vekilleri Heyeti” gibi mücadele araçlarını sürekli kılmaları da gerekiyor. Fabrika içinde mevcut işçilerin tümünün oylarıyla seçilmesi gereken temsilciler topluluğu için “Fabrika Komitesi” yerine, sınıf 
mücadelesine yeni yeni atılmaya başlayan işçilere, geleneksel olanla aynı anlama geldiği halde daha sempatik gelebilecek “İşyeri Vekilleri Heyeti”kavramının kullanılması daha uygun olabilir. Bununla birlikte, dünya ve Türkiye işçi sınıfının evrensel deneyimlerinin ortaklaşılmış kavramlarıyla (ister “komite”, ister “işçi vekilleri” vb. olsun) konuşmaktan vazgeçmeye çalışmanın ve bunların yerine (“yeni” olarak sunulan ama aslında sınıf mücadelesi dışı) farklı anlayışlar –sanki mümkünmüş gibi- geçirmeye çalışmanın da bir anlamı olmasa gerek.

Parti… Parti… Yine Parti

İşçi sınıfının bütün mücadelelerini birleştirecek ve geçmiş deneyimlerini de yeni üyelerine aktaracak sınıf partisine elbette ihtiyacı var. Üstelik bu parti işçi sınıfının iktidar yürüyüşünde ona tepeden buyruklarla talimatlar veren bir parti olmayacaktır. İşçi sınıfının partisi, onun en vefakâr ve mücadeleci unsurlarından oluşacak ve onun iktidarı almasına yardımcı olacak bir aygıttır. İşçi sınıfının en ileri kesimlerini bünyesinde toplayacak böyle bir parti, ancak çok daha geniş bir işçi sınıfı partisinin içinden süzülerek ortaya çıkacak ve esas olarak, devrim anında gerekli inşayı tamamlamaya hazır olan parti olacaktır. Hiçbir sınıf partisi, devrime kadar tamamlanmış bir parti olmayacaktır. Bununla birlikte, bu yolda yürüyüşe hazır olmak için de bugünden en azından seçimlerde bağımsız sınıf hattı tutturmamıza hizmet edecek daha geniş bir sınıf partisine acilen ihtiyaç vardır.
Kaynak: PGB Sosyalizm dergisi-
İnternet Bülteni, 12. Sayı, 2 Haziran 2015

Hiç yorum yok: