Mahmut Balpetek
12 Eylül sonrası bütün iktidarlar neo liberal politikaları hayata geçirmek için Kürt sorununu araç olarak görmüştür. Kürt sorunu ile neo liberal politikalar bu bağlamda büyük devlet olma aklı arasında doğrudan bir bağ söz konusu olmuş.
Turgut Özal iktidarı döneminde hayata geçirilen Neo liberal politikalar; devamındaki iktidarlar tarafından da pervazsız bir şekilde sürdürüldü.Aynı zamanda ‘dünyaya açılıyoruz’ söylemine büyük devlet olma kompleksi eşlik etti. Kürt sorunu ile büyük devlet fikri arasına sıkışan bütün iktidarlar bölücülük fobisi ile toplumun büyük bir kesimini ırkçılık çadırı altında toplamayı başardı.
Hükümetlerin bölgede emperiyal kulvarda lider ülke olma hayali, 12 Eylül’ den bugüne değin kendini farklı biçimlerde gösterdi. Özal’ın 1. Körfez savaşında bir koyup beş alma mantığı, Çiller’ in Azerbaycan da darbe yapma girişimi, AKP’nin BOP eş başkanlığına soyunması ve bölgede yürüttüğü yeni Osmanlıcı dış politikaların altında yatan büyük ülke yaratma alt emperyalist tahayyülü oldu. Bu gün Kürt sorununda geldiğimiz aşamayı bu tahayyülden bağımsız düşünmek adeta imkansızdır.Bu çerçevede; 13 yıllık AKP iktidarının Kürt sorunu bağlamında geliştirdiği söylemi ile ürettiği pratik arasındaki çelişkiye baktığımızda, öteleme ve oyalama şeklinde karşılığını bulan bu oyunun perdelerini kapatıyor olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısı ile, AKP Hükümeti kendi adına söylem bazında eylemleri ile açı farkını kapatmak ve yolun başına dönmek istiyor. ‘Barışın mimarıyız’ diyerek övünen iktidar her ne kadar kendine mimar titri vermiş olsa da ortada inşa edilmiş bir eser görünmemektedir. Eser olarak takdim edilen ise inkarın ayaklar altına aldıklarının iddiasıdır. Öte yandan yaşanan tarih bu iddiayı da çürüten niteliktedir.
PKK’nin eylemlilik sürecine girdiği 1984 yıllı ve devamında hızla yükselişi, kırsaldan başlayarak kentlerde toplumsal karşılık bulması, değişen iktidarların değişmeyen, çözüyormuş gibi yapma aklının tezahüründen başka bir şey olmamıştır. Dolayısıyla AKP değişmeyen bu aklın en uzun icracısı olmak dışında bir anlama karşılık gelmemektedir.
Küresel Sermaye ile Entegrasyon ve Kürt Sorunu
12 Eylül darbesi; 24 Ocak kararlarının hayata geçirilmesinin sosyal, siyasal ve kültürel ortamını yaratmayı hedeflemiştir. Özal, neo liberal politikaların gereği olan özelleştirme, taşeronlaştırma, ithalat ve ihracat mevzuatında değişiklikler, gümrük duvarlarının kaldırılması gibi Türkiye’yi küresel sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırma startı vermiş. Yeni sistemin yerleşimi ve sürdürülebilirliğini domine etmek için ise Kürt sorununu kullanmıştır. Milliyetçi, ırkçı duyguları şahikaya çıkaran uygulamaları ile bütün toplumun dikkatini Kürt sorununa odaklaştırarak, emek güçlerinin sert direnişiyle karşılaşmadan, özelleştirme ve taşeronlaştırmayı hayata geçirmiştir. Bugünkü ırkçı kuşatmanın oluşumunda bu politikaların önemli yer kapladığını söylemek abartı olmaz.
Önce Başbakanlık sonra da Cumhurbaşkanlığı yapan Turgut Özal “ Benim anneannem de Kürttü” diyerek inkara ilk taşı atmış oldu. Özal 14 Ekim 1991 yılında “ Kürt Meselesini mutlak çözeceğim. Bu benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır”. 1992 yılında 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda Cumhuriyet tarihinin en önemli meselesiyle karşı karşıya olduğu ifade edilerek “ bu meseleye bir çözüm bulamazsak büyük, hatta orta devlet olma şansımızı kaybetme ihtimali olduğu gibi, zayıf ve perişan hale gelmemiz de muhtemeldir” deniliyordu.
Özal aynı yıl Çankaya Köşkü’nde aralarında Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan’ın da bulunduğu heyette” Af çıkarmayı düşünüyorum.İnsanlar gelecek kapalı zarfla dilekçe verecek beş yıl içerisinde suç işlemediği taktirde zarflar imha edilecek” demişti.
Özal meseleyle ilgili kamuoyuna “Federasyon dahil bütün seçenekleri tartışabiliriz” diyerek oldukça radikal söylemlerde bulundu.
Özal, ölümünden önce 17 Nisan 1993 yılında , Dönemin başbakanı Demirel’e “Kürt Sorununu” nun çözümüne ilişkin bir mektup yazarak önerilerini de sıraladı. Mektupta, meselenin çözümüyle ilgili her şeyin ön yargısız ve tarafsız açık bir şekilde tartışılmasını istiyordu.
Küresel Kapitalizm ile entegrasyonun tamamlanmasının akabinde yeni dönemin ihtiyaçlarına uygun biçimde etnik ve kültürel sorunları kısmi olarak çözme amacı gütmüş. Küresel sermaye açısından güvenilir, bölgesinde lider ülke yaratmak başat hedefi olmuştur.
Başka bir ifade ile bugün yaşanan vahşi kapitalist düzene geçişi temellendirmek için toplumu her türden baskıcı ortama razı kılmak amacı ile Kürtleri şeytanlaştırmıştır. Devamında yeni süreçte sistemi kalıcı kılmak için çapak olarak gördüğü savaşı bitirme düşüncesine evrilmiş olsa da büyüttüğü ırkçılık canavarına yenik düşmüştür.
Dolayısı ile savaş kendi mecrasını derinleştirmiştir. 19 Temmuz 1987 yılında 13 ilde Olağanüstü Hal (OHAL) uygulaması devreye sokulur.Özel tim, koruculuk sistemi ve jitem gibi özel savaş aparatları bu dönemde geliştirilir. Yaygın faili meçhul cinayetler bu savaş aparatlarını sıkça baş vurduğu yöntem olmuştur. .Bu bağlamda savaş tamamen kuralsızlık kulvarına sokuldu. Daha sonra kirli savaş diye adlandırdığımız dönemin yaratılması doğrultusundan arka arkaya bir dizi adım atıldı. Planlanan kırsal bölgeleri insansızlaştırmak, gerillayı lojistiksiz bırakmaktı. Böylelikle köy ve mezralar zorla boşaltıldı yada yakıldı.Bu durum kaçınılmaz sonuca götürdü: 2-3 milyonun yerinden edilmesine, Türkiye tarihinin en büyük kitlesel göçüne tanıklık edilmiş oldu. Özal döneminin söylem ile pratik boyutu arasındaki çelişki sonraki bütün iktidarların değişmez siyasal refleksine dönüştü..
Demirel Dönemi, Devletin En Derini İnkar Politikasına Nokta Koydu!
Devletin kara kutusu olarak bilinen Süleyman Demirel’in başbakan sıfatıyla 1993 yılında “Kürt realitesini tanıyoruz” sözü Cumhuriyet tarihinin bir dönüm noktası oldu. Öncülü Özal’ın devlet aparatının sadece bir kısmını temsil ediyor olması nedeni ile Kürt sorunundan söz ediyor olması bu kadar tarihsel bir anlam ifade etmiyordu. Zira, devletin en derinin bu açıklamayı yapıyor olması, ‘ devletin politikası değiştiği’ anlamını gelmekteydi. Dolayısı ile inkar sürecinin resmi olarak bittiğinin devlet tarafından ilanı niteliğindeydi.
Demirel bu açıklamanın ardından toplumun girdiği beklentinin farkına vararak, Kürt realitesinden kastının “Bu ülkede bazı insanlar kendine Kürt demektedirler. Bu insanlar Kürt kökeninden gelmektedirler. Onlar vatandaştırlar, bu ülkenin sahibi, azınlık değil, Türk vatandaşıdırlar”. Demirel’in 29 Kürt isyanı olarak nitelendirdiği PKK ‘ın ortadan kalkması durumunda daha iyi idare ve eşitliğin olabileceğini söyleyerek, ” Ben Kürt meselesi diye bir mesele kabul etmiyorum. Onu kabul edersem Türkiye’yi bölersiniz” demişti.
Demirel sonrasında kendisini çözüm doğrultusunda adım atmaktan muaf kılacak yeni açıklamalar yapmış olsa da devlet nezdinde Kürtlerin varlığının tanınması gerçeği değişmedi.Artık inkar politikası yerini “kardeşlik” enstantanesine bırakmış oldu.
Çiller, Gayri Nizami Savaş, ya da Devlet İçin Ölen de, Öldüren de Kutsaldır!
Kamu işletmelerinin büyüklüğü nedeni ile Türkiye ‘yi son komünist ülke olarak niteleyen Çiller , özeleştirme , taşeronlaştırma ve doğa tahribini hız kesmeden sürdürdü.Türkiye ‘yi birinci lig ülkeleri arasına çıkarmanın milli görev olduğunu her seferinde altını çizdi.
Çiller iktidarının ilk günlerinde Kürt sorununun çözümü için, Bask modelini tartışabiliriz demiş olsa da, iktidarının ilerleyen evresinde savaşı derinleştirmeyi siyasal hattının merkezine koydu. Gayri nizami savaşı başlatmak hazırlıkları çerçevesinde, eski emniyetçi, asker ve OHAL valilerinden oluşma, A Takımı diye adlandırılan grup eli ile kimi aşiret reislerini, mafya babaları,12 Eylül öncesi kimi katliamların faili olarak aranan paramiliter güçleri, PKK itirafçıları ile JİTEM arasında koordinasyon sağlayarak kirli savaşın aparatlarını oluşturdu. Devamında gayri nizami savaşın startını verdi. Öldürülecek Kürt iş adamlarının listesi açıklandı ve uygulamaya konuldu. Kürt milletvekillerinin öldürülmesi, meclisten vekillerin yaka paça çıkarılarak tutuklanması yine bu döneme ait olaylardır. Faili meçhuller, iş adamlarından fidye almalar bu dönemin rutini oldu. Yine bu dönemde köylerin yanında ilk olarak şehirlerde yakıldı.Bugün ortaya çıkan toplu mezarların büyük bir kısmının Çiller dönemine ait olduğunu söylemek abartı değildir. Çiller döneminin ruhuna sinen, kolluk güçleri eli ile süregiden savaşa , geniş bir paramiliter güç takviye ederek gayri nizami savaşı doruğa çıkarmasıdır . Birden fazla ve çete tarzında örgütlenen bu paramiliter güçler devlet içinde kendilerine özgü otonom alanlar yaratmış, çıkarları gereği zaman zaman iç infazlar yolu ile kendi aralarında çıkar çatışması yaşanmıştır. Kürt özgürlük hareketini toptan imha etmeyi hedefleyen Çiller iktidarının temel belirlemesi; “Türk, Kürt kardeştir. Onu bölen kalleştir” sloganı ile özetlemek mümkündür. Çiller iktidarının Kürt sorununa yaklaşımı sanıldığının aksine inkara dayalı değil, tasfiye ve imha merkezliydi.
Ecevit, İdamın Kaldırılması, Kürtçe Yayın Serbestliği
Ecevit iktidarında Türkiye, Kürt sorununda tarihsel kırılmalara tanıklık etti. Suriye de bulunan PKK kampları Türkiye’nin baskıları sonucu boşaltıldı. PKK lideri Abdullah Öcalan sınır dışı edildi. Avrupa ülkelerinde iltica talebini kabul edecek bir ülke bulamayınca ,Kenya ya gitmek durumunda kaldı. Kenya da MOSSAD ve CIA ‘nın ortak girişimi ile ceza hukukunda idamın kaldırılması koşulu ile Türkiye ye teslim edildi. Abdullah Öcalan yaptığı savunmada “silahlı mücadelenin tarihsel rolünü tamamladığını, siyasal mücadele ile yollarına devam edeceklerini “ ifade etmekteydi. Barışçıl demokratik çözüm için tek taraflı ateşkes ilan ederek, müzakerelerin başlamasına zemin hazırlamaya çalıştı. Öcalan’ın bu tutumunun yansımaları kısmen de olsa Hükümet içinde karşılık bulduğu gibi, koalisyon için de görüş ayrılıklarına da neden oldu. MHP’nin idamın kaldırılmasına karşı çıkmasına rağmen idam cezası kaldırıldı. Hükümet MHP’nin itirazına rağmen Kürtçe radyo ve televizyon yayını yapılmasını kararlaştırdı.
Dönemin Anavatan Partisi Genel Başkanı olan Mesut Yılmaz, 16 Aralık 1999 yılında günün başbakan yardımcısı olarak gittiği bölgede kendi raporunu açıkladı. Yılmaz “geçmişe artık sadece yanlışlarımızdan ders almak için bakmalıyız ve aynı yanlışları tekrarlamamalıyız” diyerek,” Avrupa Birliği üyeliğine giden yolun Diyarbakır’dan geçeceğine inanıyorum” dedi. Yılmaz demokrasinin Türk’ün de Kürt’ün de hakkı olduğunu belirttiği konuşmasında “ Devletin bekası ancak ve sadece vatandaşının hak ve hürriyetinin korunması ile mümkündür” diyordu. Ecevit iktidarı Kürt sorununa güvenlik merkezli konseptin çıkmazını görmüş ancak çözüm konusunda pratik geliştirme feraseti gösterememiştir.
Son söz yerine AKP iktidarının ” bizim sayemizde evinizde Kürtçe konuşuyorsunuz” belirlemesi, bütün mazlumlara karşı geliştirdiği basit nankörlük yaftasının uzantısı bir safsatadan ibarettir. Yakın tarihimiz devlet aklına yön veren siyasal dürtü, bölgesinde lider, dünya da birinci ligde olma ihtirasıdır. Kürt sorunu bu amaca giderken kullanılan bir araç olmuştur.AKP Hükümeti bu anlayıştan muaf değildir
Son söz yerine AKP iktidarının ” bizim sayemizde evinizde Kürtçe konuşuyorsunuz” belirlemesi, bütün mazlumlara karşı geliştirdiği basit nankörlük yaftasının uzantısı bir safsatadan ibarettir. Yakın tarihimiz devlet aklına yön veren siyasal dürtü, bölgesinde lider, dünya da birinci ligde olma amacıdır. Kürt sorunu bu amaca giderken kullanılan bir araç olmuştur.AKP Hükümeti bu anlayıştan muaf değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder