30 Eylül 2015 Çarşamba

Hiç Kimse İllegal Değildir! Bodrum’dan Kos’a uzanan bir göç geçidi


N. Cemal
Bodrum’un göçmenleri:
Türkiye’nin “cennet köşelerinden birisi” olarak anılan ve yaz mevsimlerinin “en gözde eğlence merkezi” namıyla bilinen Bodrum’da bu yaz öyle kolay kolay “âlemlere akmak” yok. Çok affedersiniz, çok çok sayın küçük burjuvalarımız; âlemlere akacağınız bu cennet beldemize, savaş cehenneminden kaçan göçmenlerin akını var. Bodrum otogarından başlayan mülteci taburları, açlık ve yorgunluk içinde her yere dağılmış durumdalar.
göçmen
Otogarın çevresinde, banklarda, duvar diplerinde, sahil şezlonglarında, yani nereyi buldularsa orada yatıp kalkıyorlar. Bodrum merkezden sahile doğru indiğinizde, yüzlerini karşı kıyıdaki komşumuz Yunanistan’a çevirmiş bekleyen Suriyeli, Iraklı, Afganistanlı savaş mağdurlarını göreceksiniz. Onlar, kendilerini umuda yolculuğun göç geçidine ulaşabilmiş “şanslı” mülteciler olarak görüyorlar. Bodrum’a “yaz aşkları” yaşamaya ve “gecelere akmaya” gelenler ise bu insanlık dramına “iğrenerek” bakıyorlar. Mültecileri “insan” yerine bile koymuyorlar…


Mülteciler, şişme botları patlamaz ya da sahil güvenlik polislerince patlatılmazsa, boğularak ölmez ya da öldürülmezlerse, Bodrum’un karşı kıyısında bulunan Kos sahiline çıkacaklar. Kendilerince, Avrupa’nın ilk durağına adımlarını atmış olacaklar. Çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bu savaş mağduru mültecilerde ‘Kos’tan sonra Allah kerim’lik bir kader halleri var. Ve “ver elini Avrupa’nın diğer ülkeleri” gibisinden bir “cennet rüyası”. Ağırlığını Suriye, Irak ve Afganistanlıların oluşturduğu mültecilerin Lübnan durağından sonra en önemli Avrupa geçidi Türkiye. Türkiye’den geçerek Avrupa’ya ilk ayak basma hedefinde ise 12 adalar ve tabi ki Kos adası var. Kos deyince de ilk akla gelen Bodrum geçidi…
Kos’un mültecileri:
Karşı kıyıda ise, Kos’un merkezinde bulunan ve 1912 İtalyan işgalinden miras kalan tarihi polis merkezi binası var. Bu bina İtalyan işgali döneminde İtalyan faşistlerinin karargâhı olarak da kullanılmış. Polis merkezinin önünden bir cadde geçiyor ve caddenin hemen dibinde de Kos sahili var. Kos sahili ve merkezi boydan boya mültecilerle dolup taşıyor. Kimisi yeni gelmiş, kimileri ise neredeyse bir aya yakın bir zamandır “resmi” bir mülteci belgesi almak için beklemekteler. Tarihi polis merkezini adeta kuşatmışlar ve kayda geçirilip bir “kâğıt” almak istiyorlar. Yani onlar KÂĞITSIZLAR. Sadece Türkiye’deki unu tuzu kurular için değil, Avrupalılar için de insan olarak yok hükmündeler. Yunanistan çevik kuvvet polisleri, pencereleri tel ve demir takviyelerle güçlendirilmiş polis otobüsleriyle gelip, tarihi karakollarını koruma altına almaya çalışıyorlar. Ya da bize öyleymiş gibi gösteriyorlar. Oysa gerçekler görünenden çok farklı. “Kâğıtsız” göçmenler polis karakolunu işgal etme derdinde değiller, “resmen” kayda geçirilmenin ve geleceksizlikten kurtulmanın telaşındalar. Göçmenleri bir ara polis zoruyla bir stadyuma kapatmayı ve turizmin en önemli aylarında ortalıkta dolaşan bu “iğrenç görüntüyü” (Kos’a gelen Avrupalı turistlerin ifadeleri aynen böyle) ortadan kaldırmayı denemişler. Aldıkları sonuç, savaş cehenneminden can havliyle kaçan göçmenlerin tepki ve direnişi olmuş…
Kaçaklar” ve “yasadışılık” yaftası:
Kos merkezindeki sahili denize girmek için kullanan turist neredeyse kalmamış gibi. Oralar artık göçmenlerin zorunlu mekânı. Turistler genellikle araçlarla gidilen ve Kos merkeze uzak olan Paradise (Cennet) gibi koylarda denize girmeyi tercih ediyorlar. Myhtos birasıyla susuzluklarını giderip, Barbayanni rakısıyla sirtaki oynamaya çalışıyorlar. Göçmenler, yıkık dökük ve sağlıksız kapalı mekânlara topluca kapatılmaktansa merkeze yakın ara sokaklarda gölgelenebilecek ve barınacak köşeler arıyorlar. Tarihi bir kalıntının duvar dibi, Kos’un sembolü olmuş eski bir köprünün altı, uygun yere konulmuş bir bankın üstü “tercihleri” arasında. Kısmen hazırlıklı gelen ve üç beş kuruşu olanlar paraları bitene kadar kendilerini “şanslı” hissediyor ve yiyecek bir şeyler satın alabiliyorlar. Bu göçmenlerin geneli için “lüks” bir ayrıcalık gibi duruyor. Çoğunluğu, ellerinde su şişeleri ve poşetlerindeki ekmekleriyle, yerleşim merkezinin etrafında, girdaba kapılmış pervaneler gibi dolanıp duruyorlar. Öncelikli hedefleri Kos ya da iflas etmiş Yunanistan’da kalmak değil. Diğer “gelişmiş” Avrupa ülkelerine, özellikle de İngiltere’ye gitmeyi hayal ediyorlar. Yüzlerinde, Bodrum’dakilere oranla, bir parça “rahatlamışlık” hissi de var. “Avrupalı olduk sayılır” gibisinden ikircikli bir rahatlık. Ait olmayı istedikleri Avrupalıların yüzünde ve dilindeki ifadeden açıkça anlaşılan ise “onlarla aynı havayı solumaktan bile nefret ediyor” oluşları…
Sınır tanımayan doktorlara, BM görevlilerine, STK gönüllülerine (özellikle merkezde ve karakol yakınlarında) rastlamak mümkün. Devriye gezen polisleri ve sahil koruma botlarını da sıkça görebilirsiniz. Kos duvarlarında tek tük de olsa, anarşist ve sosyalistlere ait dayanışma sloganları göze çarpıyor. Hepsinde de yaklaşık olarak aynı vurgu var: Hiç kimse illegal (yasadışı) değildir! Türkiye’de televizyon kanallarında ve gazete haberlerinde, savaş mağduru göçmenlere dair söylenen “kaçaklar” vurgusundaki “yasadışılık” yaftasının ne denli yaygın bir burjuva kanaat olduğu açık seçik ortada. Hemen belirtmekte fayda var: Onca yokluğa ve yoksunluğa, onca mülteci akınına karşın, Kos’ta köşe başlarını tutan ve aile boyu dilenenler yok. Bu anlamda İstanbul ve büyük kentlerdeki bildik görüntüler hiç yansımıyor. Hiçbir işyerine, lokanta ve restorana gidip ekmek aş isteyen de yok. Lokantalarda karnını doyuranlara yanaşıp talepte bulunanlar yok. Yolda önünüze geçip bir şeyler isteyen de yok. Bazı kiliselerin bahçesinde sessiz sedasız oturup, duyarlı dindarların yardımlarını kabul edenle var. Peki, ama nereye kadar?
Büyük insanlık” için zorunlu göç:
Tarihin ilk hastanesinin yer aldığı, tıbbın babası Hipokrates’in doğduğu yer olan Kos’ta savaş mağduru göçmenlerin aç, sağlıksız ve her türlü hijyenden yoksun yaşam mücadeleleri sürüyor. Ne Hipokrat’ın hekimlik yaptığı ilk hastanenin, Asklepieion’un anıtsal nitelikteki görkemli sütunlarının, ne dönemine özgü tarihsel ameliyathanelerin, ne dinlenme odalarının, ne şifalı çeşme ve suların, ne de asırlık bir abide gibi yükselen çınarların savaş mağduru göçmenlere bir faydası var. Onlar orada değiller. Kos’un o güzelim panoramik manzarasını görmek için Zia tepesine çıktığınızda açlık ve sefalet içinde “kâğıtlanmak” ve “resmen” mülteci olmak için çabalayan göçmenleri göremeyeceksiniz. O kadar uzağa gitmenize bile gerek yok. Kos merkezine belediye otobüsü ile 15-20 dakikalık uzaklıkta olan Aguas Fukas plajına gittiğinizde şezlongların üzerinde sevişip öpüşen Avrupalı turistleri görecek, ama mülteci göçmenlerle karşılaşmayacaksınız. Turistik mekanlar onlara fiilen yasak. Plajın denizden çıkışa göre sağ tarafında kalan kayalık tepede askeri bir gözetleme kulesi gözünüze çarpacak. Merak edip o yöne doğru yöneldiğinizde deniz kıyısındaki mülteci kalıntılarını göreceksiniz. En ucuzundan can yelekleri, kıytırık şişme deniz yatakları ve simitleri, ayakkabı ve giysi kalıntıları. (Bu malzemeler için Bodrum’da bir piyasa oluşmuş ve esnaflar set halinde satıp para kazanıyorlar.) Siz bu kalıntılara bakarken büyük bir dalga Aguas Fukas sahiline çarpacak ve hiç inanamayacağınız bir şey göreceksiniz. Küçücük bir ahtapot yavrusunun dalganın etkisiyle kıyıya vurup ölüşüne tanık olacaksınız. O zaman gözünüzün önüne minicik bebekleriyle birlikte o denizi aşıp kıyıya çıkan mülteciler gelecek. Çıkamayanlar ise haber bültenlerinde çift haneli rakamlarla “ölen kaçaklar” olarak ekranlara yansıyacak…
Emperyalist paylaşım savaşı sürüyor. Vekil ordular kanalıyla sürdürülen vekâlet savaşlarına hız veriliyor. Su, petrol ve doğalgaz kaynakları emperyalist paylaşım savaşının merkezi olmaya devam ediyor. Emperyalist paylaşım savaşı, başta kadın ve çocuklar olmak üzere, “büyük insanlık” için zorunlu göç, tecavüz, cinayet ve katliamlar yaratmaya hızla devam ediyor…
Barışa, ekmek ve su kadar ihtiyacımız var. Kos’un duvar yazılarının da dediği gibi:
NO ONE IS ILLEGAL!

Hiç yorum yok: