16 Aralık 2016 Cuma

2 Fotoğraf Her Şeyi Anlatıyor/ Silvan


Ferhan Umruk
Birinci fotoğrafın bize gösterdiği, tek parti döneminin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un Silvan’da reenkarnasyonla vücut buluşudur.
türksensilvan asker 2
Mahmut Esat Bozkurt Eylül 1930’da Ödemiş Gölcük’teki konuşmasında şunları söylemişti “Türk, bu ülkenin yegane efendisi, yegane sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!”

Demek ki 85 yıl sonra Silvan’ı tarumar edip daha sonra çekilen asker,polis, özel harekatçı her neyse resmi güvenlik güçlerinin zihin dünyasının kaynağı Mahmut Esat Bozkurt’tur ya da onların her biri bizzat Mahmut Esat Bozkurt’turlar.



 Bunlar Silvan duvarlarına ‘Türk Övün, Türk Değilsen itaat et’ diye yazarak, faşist geleneğin günümüzde de yaşadığını ispatlamış oldular.
İkinci fotoğrafın bize gösterdiği ise 12 günlük sokağa çıkma yasağı sonrası askerlerin birer birer halkın arasından geçerek şehirden çekilirken,halkın bir yandan askerleri korurken diğer yandan ‘PKK halktır, halk burada’ diye slogan atmalarıdır.
İşte bu iki fotoğraf, Silvan’da ve diğer Kürt şehirlerinde uygulanan sokağa çıkma yasaklarının, askeri operasyonların, çocuk, genç, yaşlı sivillerin öldürülmesinin nasıl bir siyasi sonuç verdiğini yazıya dökülmüş kelimelerin anlattığından çok çok daha fazlasını anlatıyor.
Muktedirlerin devleti Kürdü Türk’e itaat etmesi gereken bir topluluk olarak görürken, Kürt bütün bu baskıya karşı direnerek kimliğini savunuyor.
Aslında bu iki fotoğraf zaten süre gitmekte olan etnik toplumsal yarılmanın artık kopuşun eşiğinde olduğunu gösteriyor.
Bu iki fotoğraf aynı zamanda Fırat’ın batısı ile Fırat’ın doğusu arasındaki politik gündem maddesinin nesnel olarak somut duruma göre farklı olabileceğini de gösteriyor.
1 Kasım seçimlerinin sonuçları üzerine sol-demokrat kesimlerde sürdürülen tartışmanın HDP’nin oy kaybetmesine ilişkin olarak çatışmalı ortam ve PKK’nin de çatışmaya girişmesi olarak adeta oy birliği ile kabullenilmesi politik gündem maddesinin farklılığından doğuyor.
Elbette çatışmalı ortamın derinleşmesi, Suruç ve Ankara katliamları, PKK’nin eylemleri, HDP’nin seçim kampanyasını durdurmasına, televizyon ekranlarının HDP’ye kapanmasına sebep olarak, HDP’nin oy kaybına neden oldu.
Yaşanan, yaşanmakta olan sürecin yalnızca bu yanını görenler PKK’nin HDP’nin önünü bilinçli olarak kestiğini hatta AKP ile işbirliği içinde çatışmayı tırmandırarak 1 Kasım’da AKP’nin tek başına iktidarı kazanmasına destek olduğunu düşünüyorlar.
Özellikle sol-demokrat cenahın kanaat önderleri Murat Belge, Aydın Engin, Oya Baydar, Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Nuray Mert ve de çokça yazan Demir Küçükaydın, Gün Zileli gibiler bu tür bir kanaati dile getiriyorlar.
Aynı çizgide olan Ömer Laçiner örneğin şunları söylüyor ‘PKK’nin 7 Haziran sonrasındaki tercihlerinin temelinde HDP’nin sunduğu barışçıl, kapsayıcı perspektif ve projenin Kürtler, Türkiye ve bölge nezdinde güç kazanma ihtimalinden duyulan bir tür rahatsızlık var.Çünkü HDP’nin sunduğu siyaset ve çözüm perspektifinin belirleyici olduğu bir zeminde bir müddet sonra PKK bile lüzumsuzlaşabilir.’ Bu durumda Ömer Laçiner’e göre çatışma sürecinin başlaması başlı başına PKK-HDP rekabetinden ibaret.
Doğrusu süreci böylesi okumalarla anlamak ve anlatmak görünürün yüzeyselliğinde tıkanmayı işaret ediyor. Sadece şu hatırlansa Seçimler öncesinde çözüm sürecinin yeni bir eşiği olan Dolmabahçe mutabakatının Erdoğan tarafından reddedilerek, masanın devrilmesinin çatışma sürecinin kapısını açan adım olduğu hatırlanır.
Peki neden, AKP ve Askeriye giderek ittifak haline gelerek, çözüm süreci masasını devirip şiddete yöneldi? IŞİD’in HDP’ye ve sola yönelik bombalı katliamlarına göz yumuldu veya yol açıldı? Bu sorunun cevabı nettir. Suriye’deki savaş Türkiye’ye taşındı, Kürtlere ve onun yanında olan sola karşı şiddet yoluna başvuruldu.
Kobani direnişinin IŞİD’e karşı zafer kazanmasının ardından Tel Abyad’ın IŞİD’in elinden alınması, Suriye’de Kürtlerin statü ve mevzi kazanma yolunda güçlü adımlar attığını ortaya koydu. Muktedirlerin ittifakı bu gelişmeleri, Kürt halkının eşit yurttaşlık ve barış talepleriyle uzlaşmak yerine geleneksel şoven zihniyetle bir tehdit olarak değerlendirdi. Suriye’de etnik kimlik olarak Kürtlere, mezhepsel olarak Aleviliği hedef alarak Esad’a karşı fundamentalist İslamcı örgütleri destekleyen Türkiye IŞİD barbarlığının tüm dünyayı karşısına almasıyla bu politikayı sürdüremez hale geldi. Bu politika Suriye’de sürdürülemez hale gelince muktedirler içeriye yöneldi, şiddeti tırmandırdı, çatışma karşılıklı hale dönüştü, kan aktı.
Bütün bu süreç belki Fırat’ın batısında fark edilemiyor ama Fırat’ın doğusunda ki halk hafızasının derinliğinde ve yaşanan sürecin bizzat içerisinde olduğundan ne olup bittiğini anlıyor. Silvan’da, Nusaybin’de, Sur mahallesinde olduğu gibi direniyor. Nesnel gerçeklik halk için Rojava’nın Silvan, Silvan’ın Rojava olduğunu anlatıyor.
Erdoğan’ın çözüm sürecini ‘buzdolabına’ sokması, yargının hukuksuzluğu, birinci fotoğrafta görüldüğü gibi güvenlik güçlerinin faşist zihniyetle donandığı bu coğrafyada Kürt şehirlerinde mahallelerde hendek kazılıyor, meşru müdafaa güncelleşiyor. Sol-Demokrat kanaat önderlerine göre bu direniş hareketi de can kayıplarına yol açması dolayısıyla doğru bulunmuyor.
Elbette can kayıpları olmadan barışçı çözüm bugün bu toprakların temel ihtiyacıdır. Öyle gözüküyor ki muktedirler barışçı çözümü direnerek kazanmaktan başka bir yol bırakmayarak süreci şiddete sürüklüyorlar.
Aslında Türkiye’de muktedirlerin mağdurlara karşı şiddeti temel alan politikası tarihen de dramatik sonuçlar vermiştir. Bir hatırlatmayla bitirelim. 12 Eylül cuntası sola karşı operasyonlara başladıktan sonra sendikacıları teslim olmak üzere askeri mahkemelerin olduğu Selimiye kışlasına çağırmış, DİSK sendika yöneticileri sıraya girerek teslim olmuşlardı. Sonrası mı? Başta DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk olmak üzere ağır işkencelere maruz kaldılar.
Daha sonra cuntacılardan biri şu sözleri söylemişti ‘Biz güçlü bir direniş bekliyorduk, ama olmadı’ Türkiye’de sosyalist hareketin belini doğrultamamasının nedenlerinden biri de bu olmasın?

Hiç yorum yok: