16 Aralık 2016 Cuma

LENİN’İN DEDİĞİ GİBİ. “YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR”


İbrahim Özkurt
 Sınıf hegemonyası yerine parti hegemonyası, hatta tek adam diktaları şeklinde inşa edilen reel sosyalist sistemin de çökmesiyle hız kazanan neo liberal ekonomik sistem, tehlikeli bir aşamaya ulaştı.
lenin
Temsili demokrasinin de işletilmeyerek emperyalist sisteme biat etmeyen, iç dinamiklerince değiştirilemeyen şahsiyetlerle yönetilen ve enerji kaynaklarının üzerine oturmuş Irak, Libya, Suriye, İran gibi ülkelerin kaynakları, küresel şirketlerin sömürü alanına dahil edilmek üzere ve bölge yeniden dizayn edilmek adına harekete geçildi.

Çoğu insan bunu 3. paylaşım savaşı olarak okumakta. Her ne kadar bölgemizde süren savaş 3. bir savaş gibi de okunsa, bu savaş ilklerine benzemiyor. İlkleri, emperyalist devletlerin pazar paylaşımı amaçlı kendi aralarındaki savaşı iken, bu savaş emperyalist devletlerin İŞ BİRLİKLERİ İLE sürdürülmekte. Sanırım, bölgeyi önce tarumar edip, yeniden inşası ile enerji kaynaklarını ve akışını da pay ederek, kimbilir sonra ve sırası geldiğinde hangi bölgeye yönelecekler? Bu ara haberlerden öğreniyoruz ki, çoğu Afrika’daki 34 ülke halklarının yaşam kaynakları kurutulmuş. Sanki 34 ülke insanları, toprak gibi nadasa bırakılmış vaziyette ve tüm diğer insanlık, savaşla birlikte olup bitenleri uyuşturulmuş gibi sadece seyrediyoruz.

Sanırım yaşanan tek kutuplu dünyamızda küresel şirketlerin tüm dünyaya yayılması, dünyanın küresel şirketler için adeta tek devlete dönüşmesi nedeniyle, bundan böyle radikal değişimler olmazsa emperyalist devletler birbirleriyle sıcak bir savaşa tutuşmazlar.
Bu demek değildir ki, şirketlerin rekabet savaşı sürmeyecek. Aksine, sistemin doğası gereği rekabet savaşı acımasızca sürmekte olup, giderek daha da acımasızlaşacak. Üstelik savaş sürerken, ekonomik rekabet nedeniyle çevre devlet yönetimlerinin “biz de varız” demeleri nedeniyle dengeler sürekli değişmekte. Görünen o ki, “filler tepinirken, çimenler geçmişte olmadığı oranda ezilecekler.”
Bu gidişi durdurup ters yüz etmek, tek başına ne bir sınıfın işi ne de öncülüğüyle başarılamaz diye düşünüyorum. Zira, günümüzde sendikalı, güvenceli, sigortalı çalışan işçi sınıfının, bir tür küçük burjuvalaştığını söylemem pek de abartılı olmaz. Günümüzde, çalışan nüfusun %25’i kadarından oluşan, adına prekarya denen güvencesiz, korumasız, esnek ve gerçekten zincirlerinden başka kaybedecekleri olmayan yeni bir sınıfta oluştu ve her geçen gün de çoğalmakta bu sınıf.
Emek kanadındaki tabloyu kısaca özetlersek: 1. Proleterya küçük burjuvalaştı. 2. Küçük burjuvalar özellikle hizmet alanının işçileri oldular. 3. Orta sınıf her geçen gün dağılmakta, işsizleşmekte, işçileşmekte ve gençleri prekarya ya dahil olmakta. Yani darmadağın olmakta. 4. Köylülük yaşam kaynaklarını korumak için ayağa kalkmakta. 5. Kadınlar ise özgürlük mücadelesinde her geçen gün daha da görünür olmakta. 6. Emekliler; Sendikaların yükseliş dönemlerinin işçileri bugün emekli ve oldukça birikimliler. Bu nedenle emek mücadelesinde işlev görme potansiyeline sahipler.
Komünist Manifesto kaleme alındığı dönem, yukarıya sıralamaya çalıştığım devrimci dinamiklerden sadece (günümüzde küçük burjuvalaşan) işçi sınıfı ve emekçi kadınlar vardı ve devrimci mücadele yöntemleri, kadınlar bile dikkate alınmaksızın işçi sınıfın üzerinden inşa edildi. Ne var ki günümüz işçi sınıfı, devrimci dinamiklerin içersinde olmakla beraber, uyumakta olan bir dev konumunda. Aslolan, bu devi diğer dinamiklerle birlikte harekete geçirmektir diye düşünmek gerekiyor. Zira bu devin, günümüz sendikal yapıların düzenle uyumlulaşması nedeniyle uyanma ihtimali yok gibi.
Geçmişteki iktidarcı-devletçi sosyalist pratiğin iflası bir yana, tablo böyleyken hala proleterya öncülüğünde bir devrim ve sosyalist dünya hayal etmek, başka çıkış yolu aramamak, sanırım devrimci-diyalektik düşünmenin dumura uğraması anlamına gelir. Oysa ki, günümüz neo liberalizminin ürettiği bu tablodan bir dizi ders ve buna bağlı çıkış yolu bulunabilir. Bulunmalıdır da…
Bana göre, burjuvaziye ve devletlerine karşı, yaşam ve çalışma alanlarındaki tüm dinamiklerle ortaklaşmacı mücadele aygıtlarının üretilerek, devletsiz bir geleceğin inşasına yönelmek gerekiyor. Üstelik neo liberalizm yaygınlaşırken, tüm ulus devletlerde tarihin kaydetmediği faşist rejimlerin kurulma tehlikeside büyümekte. Bu nedenle de yukarıya sıralamaya çalıştığım dinamiklerin ortak mücadelede buluşmasına yönelik çalışmaların başlatılması, tüm sol ve demokrasi güçlerinin acil görevidir de.
Küresel sermaye ve devletlerine karşı dedim… Bunun altını kalınca çizmekte yarar var. Çünkü, tek başına burjuva sınıfını hedef almanın yeterli olmadığını yaşayarak gördük. Üstelik burjuvazi, devleti olmaksızın bir hiçtir. Bu nedenle, işçi sınıfının fabrikalardaki ve diğer AVM ve sanayi sitelerinde vereceği, doğrudan burjuvaziye karşı ekonomik, demokratik mücadelesinin yanı sıra, devleti de eş zamanlı hedef alarak, devletsiz ve patronsuz bir gelecek inşa etmek zorundayız. Bunun yolu da, HALK MECLİSLERİ kanalı ile mevcut devleti yerellerden başlayarak konfederasyonlar şeklinde parçalayarak, öz yönetimle işleyen birimlere dönüştürmekten geçiyor. İlk hedef ise, halkın belediye yönetimini kendi öz yönetimlerine geçirmesidir. Bunun için de, yukarıya sıralamaya çalıştığım tüm emek cephesi bileşenleri, yaşadıkları belediyelerde ortak mücadele aygıtlarında ( HALK MECLİSLERİ ) buluşarak ve kendi aralarında doğrudan demokrasiyi işleterek yol almalılar diye düşünüyorum.
Sadece yönetimi ele geçirmek de yeterli değil. Bir yandan da başta kadınlar olmak üzere mümkün olan her dalda komünal ihtiyaç ekonomilerininde inşa edilmesi gerekiyor. Unutulmasın ki burjuvalar feodalite hüküm sürerken kendi ekonomilerini kurmaya başlamışlardı. Benzer şekilde emek cephesi de kendi komünal ekonomilerini bu günden örmeye başlamalı.
Mevcut işçi sınıfı ise, ekonomik demokratik mücadelesini, işçi meclisleri adı ile yeniden ögütlenerek, bu kez doğrudan demokrasiyi işleterek sürdürmeli ve yükseltmeli. Ayrıca, yaşadıkları mahallalerindeki halk meclislerinde de aktif görev almalılar. Yani dil, din, mezhep, etnisite, cins ayrımı gözetmeksizin bir yandan fabrikalarda işçi meclisleri, diğer yandan da yaşam alanlarında ortaklaşmacı ekonomik, demokratik, politik, kültürel, sanatsal, eğitsel vb. her alanda HALK MECLİSLERİ ve İHTİYAÇ KOMÜNLERİ adı ile örgütlenerek burjuvaziyi ve devletini ancak alt edebiliriz. Aksi halde yaşanacak bir dünyamız olmayacak.
Tabii ki, yaşam ve çalışma alanlarındaki örgütlenmeler dünya çapında örülmeli ve aralarında her tür  kurularak nerde bir sorun varsa, eş zamanlı ortak mücadele devreye sokulmalı. İhtiyaç ekonomisi ise tüm gezegende çoğaltılarak ihtiyaçlar karşılıklı ağlarla karşılanmalı. Ortaklaşa bankalar bile kurulmalı. Sağlık alanında ortak örgütlenmeler yaratılmalı. Kısacası evrensel bazda ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel vb. örgütlenerek gerekli ağlar örülmeli.
Küresel sermaye, kendi kurduğu, bir zamanlar sıkı sıkıya koruduğu ulus devlet sınırlarını kendisi için nasıl kaldırdıysa, emek cephesi de kendisine kapalı olan tüm sınırları parçalamayı hedeflemeli. Ulus devlet yönetimlerince, günümüzde daha da güçlendirilen asker, polis, yargı ve vergi gibi baskı kurumlarına karşı evrensel ölçekte mücadele yürütülmeli. SAVAŞLARA karşı dünya ölçeğinde ayağa kalkmalı. Aksi halde bir dünya devrimi de mümkün olamaz.
Üstelik bu gidişle bir dünya devrimi bile yaşansa, komünal-özgür bir dünyanın inşası, geçmişteki gibi iktidar amaçlı örgütlerin yönetiminde asla gerçekleştirilemez. İnsanlar yaşam ve çalışma alanlarında bu günden politikanın ÖZNELERİ olmaksızın yönetilmekten kurtulamazlar. Yönetmek ve yönetilmek odaklı politik inşa asla özgürlük getirmez. Özgürlüğe açılan yol, insanların ÖZNE olacağı meclislerle, ulus devlet iktidarı yerine belediyelerin ve oluşturulacak konfederasyonların doğrudan demokrasi ile işleyen ÖZ YÖNETİMLERİ ile devletçi ve özel mülkiyete karşı komünal ortak mülkiyet inşa etmeleri ile açılabilir.
Öznelerin öz yönetimleriyle geçmişteki gibi ideolojik, politik, etnik, inanç ve cinsel farklılıklar da sönümleneceği için, emek cephesinin ulusal ve enternasyonalist birliği de sorunsuz işleyebilir. Böylece dünya devrimi ütopyası da ete kemiğe bürünebilir. Aksi halde ulus devlette iktidar odaklı örgütlerin yarışı, emek cephesini parçalamaktan öte bir işlev göremez ve bu halleriyle yarardan çok zarar verir sınıf mücadelesine. Ki, veriyor da..
Günümüzün sahneye çıkan Prekaryası ise, dünya devriminin çelik çekirdeğini bile oluşturabilir. Çünkü kaybedecek zincirleri olmayan başka sınıf yok günümüzde. Ne var ki prekarya, gerçekten Guy Standing’in “Prekarya Yeni Tehlikeli Sınıf” adlı İletişim Yayınlarından çıkan kitabında dediği gibi,”tehlikeli bir sınıf”. Küresel emperyalist devletler bu sınıfı kendi amaçları için kullanmaya başladılar bile. Başta IŞİD, EL KAİDE, El NUSRA gibi örgütlerde söz konusu sınıfın mensuplarını, olmadık ütopyalar adına örgütleyebildiler ve Ortadoğu’da ki savaşları için kullanmaktalar. Şimdilik islam kökenli prekarya kullanımda. Gelecek içinse, kapitalizmin merkezindeki kendi yurttaşları olan prekaryayı nasıl istihdam etmeyi planladıklarını bilemem ama, bu günden pllanladıklarından şüphe duymuyorum. Şayet, gerçekten tehlikeli olan bu sınıfı, özgür bir gelecek için sol örgütleyemezse, dünyanın sahiden bir geleceği olmayacak.
Bu nedenle devrimci Marksistlere çağrım, çok kullandığınız ama gereğini yerine getirmekte başarısız olduğunuz ‘SOMUT DURUMUN SOMUT TAHLİLİNİ’, yani günümüz sınıfsal analizlerini ve günümüzde yaşanan çelişkileri yerli yerine oturtmaya yönelik sağlıklı tartışmaları, Anarşistler ve komünalistler, birlikte başlatmamızdır. Çünkü herkesin bir diğerinden öğrenecekleri var ve üstelik çok birikti. Aksi halde yarın çok geç olabilir. Sanırım Lenin’in “ Dün erkendi, yarın çok geç olabilir” sözünü anımsatmanın da tam zamanı.
Şayet tartışabilirsek; Gezi isyanının neden kalıcı örgütlülüğe dönüştürülemediğini, faşizme karşı ortak mücadelenin neden örülemediğinin yanıtını da bulacağımıza inanıyorum. Tartışmalarla bulacağımız diğer bir şey ise, günümüze kadar devrimlerin neden ve nasıl çalındıklarıdır.
Tüm bunların yanı sıra, Ekolojik sorunların günümüzün temel sorunu haline gelmediğini kim söyleyebilir? Kadın’ın özgürlüğü ve öncülüğü olmaksızın hangi sorun gerçek anlamda çözüme ulaştırılabilir? Unutmayalım ki, zorbalar kadını köleleştirerek başladı egemenliklerine. Bu nedenle özgürlüğü kaybedilen zeminde ve mekanda aramak gerekiyor. Yani devletsiz komünal yaşamda. Kadınlar bu günden ekolojik özgür komünal yaşamını inşa etmeye başlamalı ki özgürleşebilsinler ve özgür bir dünya için öncülük misyonlarını yerine getirebilsinler. Erkek egemen anlayışla bir dünya devrimi gerçekleşse dahi kadınlar özgürleşmeden dünya özgür olamaz.
Günümüzde insanlığın kaybedeceği çok şey kalmadı. Bu nedenle her tür iktidar yarışını terkederek, sınıf mücadelesindeki tüm bireylerin ÖZNE olduğu, tüm canlı yaşamın özgürlüğüne yönelik, İŞÇİ ve HALK MECLİSLER başta olmak üzere hayatın tüm alanlarında MECLİSLEŞEREK sınırsız, sınıfsız ve devletsiz bir dünyayı ancak inşa edebiliriz…

Hiç yorum yok: