16 Aralık 2016 Cuma

Öğretilmiş Zorunluluk Ya da “ O Kadar İyi Bir İnsan ki, Görsen Kürt Demezsin”


Mahmut Balpetek
   Bilim insanları, “çekirgenin doğadaki sıçrama kapasitesini sınırlamak mümkün müdür” sorusuna yanıt bulmak için, çekirgeyi doğal ortamdaki sıçrama yüksekliğinden çok daha kısa bir fanus içine  koyarlar. Çekirge, doğal sıçrayışını gerçekleştirmek üzere harekete geçtiği her seferinde kafası  fanusun  tepesine değdiğinden, zaman içinde, sıçrayışını fanusun tepesine değmeyecek biçimde kısıtlamak zorunda kalır.


 Bir süre fanusta yaşamını sürdürdükten sonra,  doğaya bırakılan çekirgenin sıçrayışı fanustaki sıçrayış kapasitesi ile sınırlandığı gözlenmiştir. Psikoloji bilimi bu olayı öğretilmiş zorunluluk olarak kavramsallaştırır.
   Türkiye’de eğitim yolu ile Kürt, Alevi, kadın, Ermeni, terör, devlet, millet, vatan, polis, asker gibi bazı imgeler psikolojideki öğretilmiş zorunluluk nedeniyle, farklı anlamlar yüklenerek benimsetilmiştir. Bir başka ifade ile; bu kavramlara doğası gereği taşımaları gereken anlamlardan eğitim yolu ile sınırlandırılmış, başkalaştırıcı anlamlar yüklenilmiştir. Bir nevi illüzyon yolu ile yaratılan bütün bu algının üzerinden Türklük algısını inşa etmiştir. Toplumsal koşulların değişimine paralel olarak kodlandırılmış algı marjında kısmi esnemeler gerçekleşmiş olsa da özü aynı şekilde korunmuştur. Bu dolayım ile kendisini kuşatan toplumsal gerçekliklere öğretilmiş zorunluluğu aşamayan bir algının gözünden bakmaya mahkum edilmiştir. Bir başka anlatım ile insan/toplum yaşadığı ve başkalarından devraldığı ve içselleştirdiği deneyimlerin diyalektik bütünlüğüdür.
Marx; “İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar. Ama bunu, içinde doğdukları, kendilerini kuşatan kararlarında etkili/belirleyici olan bir tarz üzerinde/içinde yaparlar” belirlemesinde olduğu gibi, toplumun tarih bilinci onun bugün ve yarın ne yapmaya yönelik olduğunun en önemli faktörünü oluşturur. Kimileri bu belirlemelerin dolaysız uzantısını oluştururken, kimileri de onunla etkileşim içinde ve ortaya çıkan yeni faktörleri de dikkate alarak, bir sentez ile ilerleyebilmektedir. Türkiye toplumuna hakim olan düşünce, tedrici olarak kırılmaya başlamış olsa da resmi/yalan tarih belirlemelerinin dolaysız uzantısı olarak kendini var etmektir.
     Kadını erkeğin kaburgasından, Kürdü Türkün kardaki ayak seslerinden yaratan, Aleviye mum söndürmeyi yakıştıran, Ermeni ve Rumu Türke ezeli ve ebedi düşman olarak inşa eden bu algı, aynı zamanda bütün bu ötekileştirdikleri üzerinden hayatta karşılığı olmayan bir Türk algısı da yaratmıştır. Yani ötekilerini, karşılığı olmayan bir şekilde tarif ederken kendisini de aynı şekilde hayata karşılığı olmayan tarifi ile sınırlandırmıştır. Yani; yalan, yanlış bilgilerle yaratılan ötekiler, tersinden yalan, yanlış Türk algısını yaratmıştır. Örneğin, ‘bir Türk cihana bedeldir’ özdeyişiyle İrlanda uyruklu bir kimsenin birden fazla Türk uyrukluyu İstanbul’da darp etmesinin yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle günlerce ana haber bültenlerinin konusu olmuştur.
 Türk olmanın çalışkanlık ile eş anlamlı olması algısının insan aklının bu kadar çalışkanın yaşadığı coğrafi yerleşke neden dünyanın en varsıl ülkesi değildir sorusunu getirmesi örneklerine ile sürdürüp çoğaltmak mümkündür. Bu algının kendisi, gündelik hayata her seferinde duvara toslamasına karşın, öğretilmiş zorunluluk nedeni ile kendini düşünsel boyutta koruyarak sürdürebilmektedir. Çünkü bu algı topluma bir bütünlük içinde yedirilmiştir. Bu imgelerin herhangi birini gerçek hayattaki karşılığı ile değiştirmek, algı gen zincirin parçalanmasına neden olacağından, ezberlerin bozulması ile sonuçlanacaktır. Dolayısıyla, bu güne kadar doğru bildiklerinin tümünün, yanlış ile yer değiştirmesi kaçınılmaz olacaktır.
                                           “O Kadar İyi İnsan ki, Görsen Kürt Demezsin”
Günlük yaşamda bir çoğumuzun rastladığı bir örnekle anlatacak olursak; tanıdığı ve sevdiği bir Kürdü ya da herhangi bir ötekileştirilmiş gruba mensup kimseyi, bir başkasına  “öyle iyi bir insan ki, görsen Kürt demezsin” şeklinde tanıtma çalışmasında olduğu gibi.  Ötekiler için yaratılmış imaj ile gerçeği karşısında, düştüğü paradoks karşısındaki algı öncekinden devir aldığının özüne bağlı kalarak kendini var etmektedir. Yani öğretilmiş zorunluluk,  gördüğü gerçeği olduğu gibi kabul etmek yerine onu istisna kabul etmeye yöneltmektedir. Zira algıda Kürt her türlü kötülcül özelliği kişiliğinde birleştiren ötekidir. “Kuyruklu ve nankör olan Kürtler, bu devletin ekmeğini yedikleri halde, devlete karşı emperyalistlerle işbirliği yaparlar. Türkü en zor zamanında arkasından hançerler. Geri kalmayı tercih eden barbarlardır. Eşkıya, cahil ve gericidirler. Çatal, kaşık kullanma kurallarını bilmeyen kırolardır. Hırsız, zorbadırlar.” Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kısacası,  yaratılan algı “Kürtten olursa evliya, koyma girsin havluya” veciz ifadesinde karşılığını bulur.
  Tarihten devir aldıklarıyla, gördüğü gerçeği karşılaştırmak, bundan yeni bir sentez çıkarmak yerine kendini aldıklarıyla dolaysız olarak var eder. Böylece  hayatı  beyinlerindeki kalıplara bağlı kalarak anlama ve anlatma yolunu seçmiş olurlar.Bu algı bir taraftan ötekileştirip bölerken, öte yandan hedef kitlesini Türklük kimliği etrafında başarılı bir biçimde birleştiriyor.
     Ötekisi üzerinden benlik yaratmak, öyle güçlü bir yapıştırıcı kapasitesine sahip ki, çöpten beslenen ile onu çöpten beslemeye mecbur bırakanı sanalda da olsa Türklük şemsiyesi altında eşitlermiş duygusu yaratabilmektedir. Aynı zamanda bu duygu, devletin demokratikleşmesi için mücadele veren, ötekisine karşı çöpten beslenenin harekete geçirmesinde piston işlevi görmektedir.
Vatan, millet, devlet bekasına kast edenler, emperyalistlerin işbirlikçileri, dün Ermeni, bugün Kürtler olmak üzere hep ötekiler olmuştur. Ötekiler, imajının çerçevesi çizilirken üzerinden geliştirilen büyük benlik, kimi zaman Türklüğün sağ ve “sol” kanatlarını “kızıl elma” koalisyonunda olduğu gibi aynı yelpazede buluşturabiliyor.
                       Terör ve Terörist Algısı
   Terör ve terörist tanımları Fransız Devrimi esnasında ortaya çıkmış kavramlardır. Terör; Fransız Devrimi’nde devrimcilerin kral ve yandaşlarına karşı kullandığı bir direniş yöntemidir. Terörist bu metodu kullanan kimselere verilen isimdir. Ancak, zaman içinde bu kavrama egemenler tarafından  başkalaştırıcı anlamlar yüklenmiştir. Yani, amaçsız bir biçimde her türlü cinayeti işleyenler diye bir algı inşa etmişlerdir. Dün terörist diye nitelendirilenler, yenilmeyip güçler dengesini kendi lehlerine çevirdiklerinde, içinde bulundukları toplumun meşru siyasal temsilcisi olarak kabul görülebilirler. Yenilgiye uğrayanlar ise “hain/terörist” olarak yenilenler tarafından tarihe kazınabilirler. Örneğin, Mustafa Kemal cumhuriyeti inşa etme hedefini ıskalasaydı ihtimaldir ki, bugün tarih kitaplarında Osmanlıya karşı baş kaldıran bir “asi” ya da “terörist” bir subay olarak yazılacaktı. Ancak, başarısı kendisini Atatürk ünvanı ile taçlandırmıştır. Dün terörist, bugün halklarının meşru temsilcisi olarak görülenlere en yakın örnek, Filistin’de Hamas, Güney Afrika’da önce terörist olarak nitelendirilen sonra da Nobel Barış ödülü alan Mandela’dır. Tersinden bir örnek ise düne kadar AKP’nin, iktidar ortağı olan Gülen cemaatının, AKP ile aralarında çıkan çelişkiler nedeni ile terörist ilan edilmesidir.
 18 Mayıs 1972’de Diyarbakır zindanında işkence ile katledilen İbrahim Kaypakkaya’nın mezar anmasında aralarında kendi annesinin de bulunduğu bir grup insana suçluyu övmekten dava açılmıştı. Ancak İbrahim Kaypakkaya, TC’nin hiçbir mahkemesi tarafından yargılanmamıştır. Zira mahkemeye çıkarılmadan işkenceyle infaz edilmiştir. İşkencede infaz edilmiş bir kimsenin faillerini ortaya çıkarıp yargılanması gerekirken adına “adalet” denilen mekanizma, işkencede öldürülenin, mezar  anmasını suç olarak telakki etmekte hiçbir sorun görmemektedir. Zira; yenilenlerin tarihini yazan yenenlerin, yargıçları da tarihten devir aldıkları ile “terör” ya da “terörist” kavramlarına bakmaktadırlar. Bu vesile ile;  “terör “ ve” terörist” kavramları üzerinden her türlü devlet şiddetinin uygulayıcısı asker ve polisi kahraman olarak algılatmaktadırlar. Aynı zamanda, yaratılan bu algı toplum nezdinde her türlü devlet şiddetini meşrulaştırmada işlev görmektedir.

Hiç yorum yok: