16 Aralık 2016 Cuma

Vatan partisi Bir Adım İleri…



Not: Aşağıdaki makalem Nisan 198o tarihinde ‘Ne Yapmalı’ dergisinin 4. sayısında yayınlandı. Yani tam 36 yıl öncesinden bahsediyorum. Eski defterleri karıştırırken tesadüfen bu makaleyle karşılaştım. Öncelikle belirteyim ki sözü edilen Vatan Partisi günümüzün Doğu Perinçek ve ahvalinin kurmuş olduğu malum karakterdeki parti değil. Sözü edilen, 1980 öncesi Demir Küçükaydın’ın Hikmet Kıvılcımlı’ya dayanarak teorik-politik şekillendirmesiyle kurulmuş olan partidir.  1980’lerde Demir Küçükaydın Niğde cezaevindeyken teorik olarak bir değişimle devrimci Marksizme yönelip Troçki’nin teorik-politik birikiminin önemini belirtti bu doğrultuda makaleleri yayınlandı.


 Ancak bunu yaparken Hikmet Kıvılcımlı’nın görüşlerini de, ulaştığı devrimci Marksizmle bitiştirme çabasına girdi. Kuşkusuz bu benzemezleri benzeştirme yönelişi imkansız göreve dönüştüğü için bu konudaki  görüşümü bir makaleyle ifade etmiştim. Yeniden yayımlamamın nedeniyse bu tartışmayı hatırlatmak  değil. Yakın tarihlerde sosyalist hareket içinde zuhur ettiği düşünülen ulusalcı eğilimin, aslında dünya sosyalist hareketine daha doğuşundan itibaren musallat olduğu gerçeğiyle beraber, bu topraklarda  1970’lerde de sosyalist harekette etkin olduğunu hatırlatmaktır. Türkiye sosyalist hareketinin ideolojik şekillenmesine egemen olan Stalinizmin ulusalcı niteliksel özelliğinin yarattığı tahribatın günümüzde Doğu Perinçek veya ona yakın düşen solları ortaya çıkarmasına şaşırmamak gerekiyor. Sosyalist hareketin tarihiyle hesaplaşmayan sosyalist, aktüel gidişatla düşüncesini oluşturduğunda doğru bir yerde konumlanabileceği gibi yanlış bir yerde de konumlanabilir. Örneğin günümüzde Kürt halkının mücadelesine çeşitli biçimlerde destek olan ve doğu yere konumlanan bir sosyalist bu davranışını Marksist enternasyonalizmine mi dayandırmaktadır? Yoksa insan hakları değerleri mi bu davranışını belirlemektedir? Ben ikincisinin daha yaygın bir durum olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türkiye sosyalist hareketi kökenlerinde olan ulusalcı sosyalizm anlayışıyla günümüze kadar köklü bir biçimde hesaplaşmamıştır. Kürt halkının mücadelesini sosyalist aynı zamanda ir enternasyonalist olarak elbette destekler ama Kürt halkının mücadelesini destekleyen herkesin sosyalist olması da gerekmemektedir, bir liberal de insan hakları değerleri üzerinden Kürt halkının mücadelesini destekleyebilir. Günümüzde liberallerin Kürt halkının mücadelesine verdiği destek bu duruma örnek teşkil etmektedir, bu davranış elbette kıymetlidir. Soru şudur, bugün Kürt halkının mücadelesini desteklemekte olan sosyalist hangi dünya görüşüyle bu davranışını belirliyor, Marksist-Enternasyonalizmle mi, liberal dünya görüşüyle mi? Buna verilen cevap önemlidir çünkü liberal bir noktaya kadar ilerler, kendi sınırında da durur kalır. Marksist dünya görüşüyle donanmış bir sosyalist ise…

 Ferhan Umruk
Türkiye sosyalist hareketinin içinde bulunduğu durum, ideolojik mücadelenin halen en acil bir biçimde önde gelen bir görev olarak saptanması gerektiğini ortaya koyuyor. Devrimci hareket halen görünürde ne kadar eleştiriye tabi tutulursa tutulsun geçmişin tasallutundan kurtulabilmiş değildir. Eskiyen kabukları yırtıp atmak için harcanan her çaba büyük bir dirençle karşılaşmakta çoğunlukla yeniden boyuneğiş hakim olmaktadır. Ya  da içinde bulunulan yanlıştan kurtulma gerçekleştiğinde başka bir yanlışın peşi kovalanmakta devrimci kadrolar kısır döngüyü kıramamaktadırlar.
Sınıf mücadelesinin dayattığı görevler karşısında devrimci hareketin yol gösterici bir yetenekten mahrum oluşu dönemin belirleyici olgusudur. Devrimci hareket olarak adlandırdığımız şüphesiz bir bütün olarak ele alınamaz. Bugün ağırlıklı olarak Türkiye’de varolan devrimci grup ve partiler görünürde değişik kamplaşmalar içersindedirler. SSCB reformizminin etkisinde olan TİP, TSİP, TKP gibi, bunun yanında, Tirancı çizgi, Maoculuk, merkezci akımlar vardır. Ancak bütün bu grupların ortak özelliği ise Stalinizmin teorik temellerine dayanarak hareket etmeleri veyahut merkezci hareketlerde olduğu gibi bir ölçüde Stalinizmden kopuş özelliği gösterebilmeleridir.
Olguya yaklaşırken ilk yapılacak iş sorunu doğru bir şekilde tespit edebilmektir. Tam bu noktada Türkiye sosyalist hareketinin Stalinist ideolojinin etkinliği altında olduğunu görerek varolan keşmekeşe sağlam bir biçimde yaklaşabilme olanağı çıkar. Özellikle oluşum evrelerinde çok daha belirgin olan sol grupların diplomatik bir tarzda siyasi mücadele içersinde yer alışlarının ideolojik kökenlerini ortaya çıkarabiliriz. Uluslararası işçi hareketinin içinde olduğu duruma bakmaya zahmet etmeyen veya sadece kederli laflarla yetinen devrimci grupların, hiç olmazsa diplomatik olarak ortaya çıkan sol hareketlerin kendilerini bu şekliyle varoluşlarının, devrimci mücadelenin ‘sosyalist devletler’ ve blokların durumuna göre bölünmüşlüğünün ortaya çıkmasının nedenlerini düşünmesi gerekmez mi? Bu nedenin cevabı devrimci Marksistler için çok açıktır, böyle bir olgunun ortaya çıkış nedeni Stalinizmin ulusal sosyalizm anlayışının biçimlenmesinden başka bir şey değildir. Stalinistler için ise bu olgu sadece olmamalı diye izah edilebilir ve arızi bir durumdur.
Devrimci teorinin önemi, sadece ‘devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz’ şiarını bildiğimizden belirmiyor ve onu tekrarlamak da hiç yetmiyor. Ulusal ve uluslararası işçi sınıfı hareketinin mücadele deneyimleri dikkatle değerlendirilmedikçe, başka tür biçimlerde çoğunlukla ‘tarihsel tekerrürle’ karşılaşmak olası oluyor. Bu olgu sadece bizim ülkemizdeki sosyal harekete özgün bir nitelik değildir. Stalinizmin her şeyde olduğu gibi tarihi kendi istediği şekilde belirleme eyleminin varmış olduğu sonuçtur. Bilimin asli karakteri nesnel olabilmesiyle kıyaslanır. Bu gerçek kimile­rinin sandığı gibi ‘tarafsızlıkla’ karıştırılmamalıdır. Teorinin önemi somut gerçeğin bütün bağıntılarıyla birlikte ele alınarak sentezleştirilmesidir; anlık siyasal çıkarlara ilgili olarak gerçekten yapılacak her türlü kopuş veya ayıklama eylemi bütünün parçalanarak elenmesi, teorinin yanlışlığını birlikte getirir. Devrimci teori sınıf mücadelesine yol göstermek görevi ile yükümlüdür. İşçi sınıfının tarihteki rolünü, doğru teoriyle teçhizatlanarak yapmadığı takdirde ulaşacağı başarılar dahi farklı tarihsel anlarda varılmış evrelerin eksikleri ve hataları anlaşılamadığı takdirde özüitibarıyla aynen tekrarlanması mümkün olacaktır. Teori bütün bunlardan kurtulabilme imkanını sunmaktadır, tabi ki tek başına her derde deva olarak görülmernek şartıyla. Marx’ın Kapital’in önsözünde belirttiği de budur.
«Bir ulus diğer uluslardan birçok şey öğrenebilir ve öğrenmelidir. Bir toplum kendi hareketinin doğal yasasını keşfetmek işinde doğru yola girmiş olsa bile -ki bu ese­rin en sonundaki amacı, modern toplumun ekonomik hareket yasasını ortaya çıkarmaktadır- bu toplum gelişmesinin birbiri peşi sıra gelen doğal ve normal aşamalarını, sıçramalarla geçebilir ve ne de yasalarla yok ede­bilir. Ama doğum sancılarının süresini kısaltabilir, şiddetini azaltabilir.» (1) (Marx, Kapital Birinci cİlt sy. 35 Odak Yay.)
İşçi sınıfının mücadelesi için teorinin gerekliliğinden bahsetmek yeterli değildir. Bu konudaki çabaların ne olduğu önemlidir. Bu bağlamda çabalar ikili olarak toplumun kendi doğal özgünlüğünü ortaya çıkarırken, diğer ulusların ve daha açık olarak uluslararası işçi sınıfı hareketinin deneyimlerini sınıf mücadelesine yol gösterecek şekilde nesnel olarak değerlendirilmesi gerekir. Bu görevlerden kaçınmak veyahut gerçekten çarpıtmalara girişmek ya da buna ortak olarak, çarpıtmalara göğüs germemek sınıf mücadelesinin yaşanmış hatalarına bir daha düşmesi için yolları açmak demektir.
Stalinizmin uluslararası işçi hareketini götürdüğü nokta kendi hatalarını örtbas ederek ve tarihsel çıkmazlarını gerçekleri yadsıyarak ve bunu başarmak için de devrimci eleştiriyi zor gücüyle susturmadır.
Uluslararası işçi hareketinin bugün içinde bulunduğu olumsuz durum bütün bunlar görülmeden anlaşılamaz. Stalinist liderliklerin, işçi sınıfının iktidarı alma olanağını ele geçirdiği her durumda yaptıkları hataları ve yenilgiye neden olan taktiklerinin yanlışlığını ortaya çıkarmak yerine çeşitli özürler üretmeleri yenilginin «nesnel» nedenlerini bulmaktaki üstün çabaları, eleştiri ve özeleştirinin kendisini bastırarak yaşanandan ders çıkarmayı bir kenara itmeleri, sınıf mücadelesindeki önderliklerinin gerçekten ihanete varan tutumlarını giz­lemek çabasından başka hiçbir şey değildir. Stalinist pratiğin eleştiriye karşı cevap vermek yerine asıl olarak ‘susturmak’ metodunu seçtiği unutulmamalıdır. Stalin’in Sovyet Devrimi’ni başarıya ulaştıran Bolşevik partisi önderlerini Moskova mahkemelerinde tümünü fiiliyatta ‘Alman ajanı’ olarak yok etmesini ne kadar sefil bir eylem bulursak bulalım, dönemin karakterini belirleyen bir olgu olması ibret vericidir. Stalinizm’in uluslararası işçi hareketine ne tür bir yaklaşım ve eylem içer­sinde tahrif ve tahrip edici bir rol oynadığı açığa çıkar.
Türkiye sosyalist hareketinin geçmiş deneyimlerden ders çıkarabilme konusunda ne kadar atalet içinde olduğu her somut siyasal anda ortaya çıkmaktadır. Türkiye solunun uluslararası işçi hareketinin deneyimlerinden yararlanması, zafere ulaşan ülkelerdeki proleter hareketin ortak özelliklerini değerlendirmek bir yana, bir ülkedeki muzaffer devrimi tespit ederek aynen devrim modeli adapte etmekle kendini sınır­lamaktadır. Küba Devrimi’nin ülkemizdeki merkezci hareketlerin genel devrim stratejisi olarak tespiti, yine Çin Devrimi’­nin halk savaşı modellerini üreten bazı gruplara temel teşkil etmesi gibi.
Şunu hemen ilave etmek gerekir, Türkiye solu her zaman başarıya ulaşmış olan işçi devrimlerinin üzerine eğilerek sonuca varmak istemi içersinde oldu. Sorun salt zaferlerden ders çıkarmak değildir, çok daha önemli olan proletaryanın uğranılan yenilgilerden de ders çıkarabilmesidir. Ancak Stalinist ideolojinin çeşitli varyasyonlarını temsil eden Türkiye solu için yakın tarihteki yenilgiye uğrayan devrimleri dahi incelemek, dayandığı temellerin sarsılmasına neden olacağı için, kaçındığı bir görev oldu.
Proleter devrimlerin evrensel özellikleri yerine, belli ülkelerdeki muzaffer devrimlerin, özgün siyasal koşullara uyan taktiklerini evrenselleştirme eğilimi, Türkiye soluna egemen oldu. Türkiye’deki siyasal yapının, sınıf mücadelesinin özgün nitelikleri ancak genelleştirilmiş devrim modellerine uyarlanabildiği ölçüde gerçek olarak görülebildi. Unutulmamalı ki «ulusal sorun»un gündeme gelebilmesi çok yakın bir devreye tekabül eder.
Devrimci teori mücadelenin hedeflerine ulaşmak için gereklidir. Ancak bazen de devrimci hareketin uğradığı yenilgi teoriyi başka bir anlamda gündeme getirir, fiilen darbeyle karşı karşıya kalan ve demoralizasyona uğrayan kadroların düştüğü durumda olduğu gibi. 12 Mart 1971 muhtırası şu veya bu ölçüde ordudan başka beklentiler içersinde olan sol hareket için şok etkisi yarattı, neye uğradığını şaşırmış kadrolar ‘teoriye’ ihtiyaç duydu. Ama nasıl bir yaklaşımdı bu ulusal tarihe eğilme, belki de devletin neden böyle yaptığını anlayabilmek için bir çabayla sınırlı ama uluslararası işçi hareketinin deneyimlerinden ders çıkarabilmek için hiçbir çabaya girişilmedi. Teori varolan durumu anlamak için değil sadece, sınıf mücadelesine yol göstermek varolan durumu değiştirmek için gereklidir, yoksa bu amacı taşımadığı takdirde bir bilgilenme çalışmasından öteye gitmez ve hiç de olumlu yanı yoktur. Böyle bir anlayış tarihçiliğe dönüşmeye gider ve bu trajik bir biçimde bariz olarak gerçekleşti de.  
Sosyalist hareket için kitlelere önderlik etme yolunda ulusal özellikleri ve uluslararası işçi hareketinin evrensel niteliğini değerlendirebilmek bütünsel bir görevdir. Bugün emperyalist dünya ekonomisinin hakim olduğu çağımızda bu konuda eğer ulusal devrimi dünya devriminin bir parçası olarak görüyorsak bütünsel perspektifler oluşturabilmek şarttır. Bu yaklaşımlarda varolabilecek boşluklar sınıf mücadelesinin pragmatizmle malul olmasını getirir. Böyle bir durumda işçi sınıfının dünya partisinin gereği karşı çıkılmaz bir olgudur. Enternasyonalizm fiilen başka bir biçimde gerçekleşemez. Bütün Stalinist akımların ulusal kalmalarındaki gerçekliğin nedenleri geçiştirilemez.
Devrimci Marksistler ise ulusal devrimlerin dünya devriminin bir parçası olduğu ilkesini şaşmazca mücadele etmektedirler. Bu gerçeğin gözden kaçırılması ve bunun atlanarak bir sonuca varılması mümkün değildir. Hele bugün çeşitli ‘sosyalist’ ülkelerin birbirleriyle savaşa giriştikleri bir dönemde yaşadığımız dikkate alınırsa, proleter enternasyonalizminin vardığı yerlerin temellerini araştırmak bir kat daha görev olmaktadır. 
Tarihi Yeniden irdelemenin zorunluluğu
Elbette Türkiye sosyalist hareketinin içinde olduğu teo­rik ataletin ve kısmi çıkarlara dayanan oportünizmin ilelebet varlığını sürdüreceğini düşünmek kaderci bir anlayış olur. Çünkü Türkiye’de sınıf mücadelesinin günbegün dayattığı sorunlar, siyasal görevleri resmi Stalinist dogmalarla çözümleyebilmenin imkansızlığını da beraberinde getirmektedir. Böyle bir anda devrimci hareket içinde yer alan grupların önünde iki yol vardır: ya reformist, Stalinist politikaların şu veya bu görünümüyle batağına saplanmak ya da işçi sınıfının kendi özörgütlenmeleri ile iktidarı ele geçirmesini sağlayacak olan devrimci politikalara yönelerek devrimci Marksist görüşleri benimsemeye varabilmek. Bugün resmi Stalinist görüşleri savunarak açıkça reformizme kayarak sınıf mücadelesini çıkmaz yollara götüren siyasi gruplar pozisyonlarını belirlemişlerdir. Reformist, Stalinist grupların bütün stratejisi burjuvazinin reformist kesimine yamanmaktan başka bir şey değildir.
Bunların yanında bazı merkezci gruplar da zımnen devrimci Marksist görüşlerin belli taktiklerini benimsemiş görünmektedirler. Sözü edilmeden savunulan devrimci Marksist politikalar bu merkezci grupların mücadelede olumlu adımlar atmalarını sağlarken, bu noktaya programatik bir yaklaşımdan değil de pragmatik bir yaklaşımla varmaları, kitle mücadelesine önderlik edebilmenin gereklerine yeterince kavuşamadıklarını göstermektedir. Bizim şu an için en olumlu yaklaşım olarak niteleyeceğimiz ise VP’nin Üçüncü Kongre’den sonra geliştirdiği tutumdur.
Bu demek değildir ki tartışılacak hiçbir şey yoktur. Türkiye’de devrimci Marksizm siyasi mücadele alanına çıktığı andan itibaren sınıf mücadelesine ilişkin görüşlerini açıkça ortaya koymuş ve bütün burjuva, Stalinist, reformist, merkezci görüşlerle arasındaki sınır çizgilerini belirlemeye çaba göstererek proletaryanın burjuvaziden politik bağımsızlaşması mücadelesini temel görev edinmiştir.
Vatan Partisi’nin Sosyalist dergisinin 83. sayısından iti­baren geliştirdiği tavırların olumluluğu, açıkça adım koyarak devrimci Marksizmi tartışmaya girişmesidir. Kimi merkezci grupların yaptığı gibi teoriyi geçmişinden kopararak, teorinin gerçek savunucularının adından bahsetmeyerek böylece temel bir perspektifin ürünü olan çeşitli somut siyasi taktikleri kendi başına benimseyerek bütünden koparmalarının olumsuzluğu çok daha feci yan1ışlara sürüklemektedir. Bir örnek olarak DEV-YOL’un faşizm tahlilinde vardığı yer direniş komiteleri önerisi nerden çıkmıştır, bu öz kitle organları perspektifi birdenbire DEV-YOL liderliğine vahiyle mi inmiştir, faşizm tahliliyle birlikte yepyeni bir olgu mu? Hayır dünya proletaryası faşist karşı-devrimi yaşadı. Devrimci Marksizm, Almanya’da İspanya’da faşizmin gelişimi karşısında Stalinist liderliklerin hatalarını daima göstermiş, Troçki durmaksızın doğru politikalar önermiştir. Almanya’da faşist harekete karşı eylemde birlik temelinde SAVUNMA KOMİTELERİ kurul­ması talebini Troçki durmaksızın diretti, buna karşın Türkiye solu tarafından savunulagelen Dimitrov’un faşizm anlayışında komiteler üzerine başlı başına bir yaklaşım bulamayız. DEV-YOL liderliği halk iktidar organı, cephe organı olarak tanımladığı direniş komitelerinin, uluslararası işçi hareketinin deneyimIerinin ortaya çıkardığının farkındadır, ama bunu açıkça ortaya koymamakta, «sürekli faşizm» teorisinin oluşturduğu ayak bağıyla birlikte eklektik öneriler geliştirmektedir. Somut gerçeklere uzanmayan oportünist anlayışın bir ürünü olan bu tutum, kapalı kapılar ardında politika yapmaktan başka bir şey değildir. 
Bu kısa örneğin açıklanması gereği devrimci Marksist politikaların başka biçimlerde de gündeme getirildiğinin ortaya konulması amacıylaydı. Şimdiye değin bu biçimde ortaya çıkmasının en önemli nedeni de Troçkizme karşı «YERLEŞİK KANAATLER ORDUSUNUN» (2) saldırılarına göğüs gerebilmeye cesaret edememek.
Vatan Partisi’nin bu konuda açık yüreklilikle attığı adım gerçekten kutlanacak bir niteliktedir. Böyle bir adımın karşılaşacağı zorlukları da en iyi Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde bunları yaşamış olan devrimci Marksistler bilir. Ancak sorun her ne olursa olsun devrimci hareketin içinde bulunduğu önyargılı ortamın donmuşluğuna terk edebilecek gibi değildir. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ortamda devrimci önderliğin oluşumunu gerçekleştirmek için bütün siyasi grupların politikalarının sınır çizgilerinin açıkça ortaya çıkabilmesi için en ufak fırsatları değerlendirecek güçlü çabalara fazlasıyla ihtiyaç vardır.
VP’nin Gerçekleri Üzerine
Vatan Partisi için faşizm konusunda ve uluslararası işçi hareketinin durumu, işçi devletleri üzerine devrimci Marksist tahlillerin benimsenmesi sürecinin III. Parti Kongresi’ne öngelen kısa evrede belirdiğini görebiliyoruz. Bundan önceki ‘sol blok’ önerisiyle vücuda gelen burjuvaziyle uzlaşma taktiği olan Stalinist halk cephesi taktiklerine uzanan eleştiriler VP’nin kendi içinde ayrım çizgilerini oluşturmaya varmıştır.
83. sayıdaki adı geçen yazıda asli olarak VP’nin içinde bulunduğu durum ve oluşan hatalar olağanüstü teorik geriliğin parti kadrolarına hakim olmasıyla açıklanmaktadır. Bu teorik gerilik örgüt ve taktik prensiplerinde hatalar yapmaya olanak sağlamaktadır, değerlendirmeye göre. ütün bunlara karşın Vatan Partisi 1954 programı tümüyle doğru olarak nitelendirilmektedir.
Teorik geriliğin kabul edilmesinin mütevazi bir tavırla ele alınmasının ardından bunun programatik sorunlarda değil de, örgüt ve taktik sorunlarında hatalara yol açtığının belirlenmesi çelişkili bir duruma yaratmaktadır. VP programına bütünüyle sahip çıkmak kaygusu VP’nin şimdiki politik çizgisinin bütünüyle eleştirebilme olanaklarını engelleyerek kendi önüne sınırlar koymuştur. örgüt ve taktik prensiplerinde oluşan hataları program anlayışından soyutlayarak ele alma çabası eklektizmi beraberinde getirmektedir.
Aslında böyle bir ayrım koyarak belirlenen yazının başlangıcındaki açıklama da bu tespiti yapmaktadır: «Teorik gerilik, ele alınan olguların yüzeysel bir değerlendirmesine yol açmakta dolayısıyla da her kavramı, her teorisi birbirini tamamlayan organik bir bütün oluşturan bilimsel sosyalist öğretiden sapma sonucunu vermektedir.» (agy) Demek ki bir bütünlükten bakmanın dışında başka bir şey yoktur. Açıkçası bu durum tespit edildikten sonra varılan yer düşündürücüdür.
Sorun VP programı ve H. Kıvılcımlı’nın siyasi görüşlerinin temel alınarak ondaki eksikliğin giderilmesi olarak konduğu takdirde gerçekten eleştirici bir çaba içinde olduğu söylenemez.
Teorideki her gerilik siyasal anı anlamımıza, mücadeleyi biçimlendirmemize en büyük engeldir. Eğer 54 VP programı uluslararası işçi hareketi üzerine, ulusal sorun üzerine bir açıklık getirmemişse, bugün gündeme gelen faşizm için hiçbir anlayış bulamıyorsak -sadece resmi teorinin kabullenildiğini belirten değerlendirmelerden başka- programın bu haliyle değerinden bir şey kaybetmediğini söylemek, bırakalım yanlışlığını, bir siyasi programı donmuş bir kalıp olarak değerlendirmekten başka bir şey değildir. Ayrıca bir parti programı tek başına hiçbir şey değildir bu programın siyasi mücadele içersinde ne rol oynadığı ve faaliyetlerin niteliği hareketin asli karakterini belirler.
Emperyalizm çağı ve Program Anlayışının Kazandığı Boyut
Birinci ve İkinci Enternasyonal partilerinin programlan kapitalizmin gelişme ve büyüme dönemlerine tekabül eden ve ona göre biçimlenen bir anlayışa uygun öze sahiptiler. Döneme ilişkin somut politika işçi sınıfının iktidarı almasına elverişli objektif temellerin oluşmadığı tahliline dayanmaktaydı. Marx’ın 1871 Paris Komünü’ne ilişkin tavrı bunu pratik olarak kanıtlar.
Bütün bunlardan ötürüdür ki kapitalizmin gelişim evrelerine dair II. Enternasyonal partilerinin programları iktidarı hedeflemek değil gelecekte kurulacak sosyalizmin şartlarını oluşturacak şekilde kapitalizm içinde işçi sınıfının demokratik mevziler kazanmasını sağlayacak taleplerin formüle edilmesiydi. Proletaryanın iktidarı alıp sürdürebilmesinin ekonomik temellerinin gelişmemesi nedeniyle, bütünsel olarak dünya kapitalizminin gelişme seviyesinin bu maddi şartları yaratmadığının tespitiyle Marx ve Engels’te oluşan asgari ve azami program ayrımı anlayışı, kapitalizmin emperyalist aşamasına ulaşmasıyla, proletaryanın iktidarı alabilmesinin bütün objektif şartlarının oluşması gerçekleştiğinden aşılmış, asgari ve azami program ayrılığı ortadan kalkmıştır. Ancak Marksizmi bir doğma olarak ele alanlar için aynı şey söylenemez. Marx’ı savunmak adına İkinci Enternasyonal’in Rus proletaryasının iktidarı almasına karşı çıktığı unutulmamalıdır. Lenin program anlayışında bu yeni duruma göre oluşan anlayışa ayak uyduramayıp yerinde sayanları tasvir ederken olayı gayet netleştirmektedir.
«Sosyalist Devrimcilerle, Menşeviklerimiz sosyalizm sorununu ezbere ve yanlış öğrendikleri bir öğreti açısından düşünüyorlar. Sosyalizmi uzak, bilinmeyen, karanlık bir gelecek gibi sunuyorlar.Oysa bugün sosyalizm tüm çağdaş kapitalizm yollarının ucundadır.» (Lenin, Yaklaşan Felaket Sy. 87-88 Ser Yayın­evi 1976)

Dünya ekonomisi bir kere emperyalizm karakterini aldıktan sonra buna karşı tek gerçek alternatif sosyalizm alternatifi ve proletaryanın önderliğidir. İlk sosyalist devrimin Rusya gibi geri bir ülkede olması reformizmin rahatlığına kendini kaptırmış dogmatikleri şaşkına çevirdi, onlar çok önceleri yaşamının son zamanlarında Engels’in dünya devriminin odak merkezinin Rusya’ya doğru kaydığı tesbitini yapmasına rağmen bunu anlayamadılar.
Yaşanan çağın bu karakteri asgari-azami program anlayışı yerine geçiş talepleri programı anlayışını devrimci partilerin önüne koymuştur. İlk olarak bu gerçeği somut durumun analizine uygun olarak sürekli devrim teorisiyle net bir biçimde formüle eden Troçki’dir. Sürekli Devrim anlayışı emperyalizm çağında toplumun önündeki demokratik görevlerle sosyalist görevlerin iç içe geçtiği tespitinden kaynaklanır ve bu görevleri başaracak olan da tüm ezilenlerini önderliğini yapacak olan proletaryadır. Aynı şekilde Lenin de geçmiş formülasyonları bir yana iterek ‘Nisan Tezleri’nde bu anlayışı savunur.Emperyalizm çağında devrimci partilerin programının geçiş talepleri biçiminde oluşmasına neden, proletaryanın ve tüm ezilenlerin elde etmeye çalıştıkları tüm taleplerin doğrudan kapitalizme darbe vuran bir niteliğe dönüşmek durumunda olmasından dolayı olmaktadır.
«Sosyalizm, modern kapitalizm üzerine ileriye doğru atılan bir adım olan her hazırlıkta doğrudan ortaya çıkıyor.»(Lenin, agy, Sy. 88)
Bu bağlamda devrimci bir partinin programı kitlelerin bütün mücadelelerini, bütün demokratik ve acil taleplerini doğrudan kapitalizme darbe vuracak, sosyalizm alternatifini toplumun gündemine getirecek bir muhteva kazanmalıdır. Devrimci program kitlelerin mücadelelerine yol göstericilik yaparak proletaryanın ve ezilenlerin iktidarı almaları amacını güder. Devrimci partinin programı burjuva partilerinde olduğu gibi seçimden seçime ortaya atılarak iktidara gelindiğinde nelerin yapılacağını izah eden bir niteliğe sahip değildir. Devrimci program bir mücadele programıdır. Aksi bir anlayış kitleleri seçimden seçime oy vererek siyasetten uzaklaştırmaya çalışan burjuvazinin istemine koltuk değneği olmayı getirir.
Geçiş talepleri programı için mücadele etmek elbette kitlelerin acil demokratik talepleri için mücadele etmeyi bir kenara itmez ama devrimci önderliğin görevi kitlelerin her mücadelesini doğrudan kapitalizme darbe vuracak geçiş taleplerine dönüştürmeye çalışmak olmalıdır. Geçiş talebinden ne anlaşılması gerektiği önemlidir, geçiş talepleri yığınların mücadele hedefi olduğunda, bu talepler burjuvazinin iktidarını doğrudan sarsacak, burjuvazinin kabullenemeyeceği bir muhteva taşır, mücadele hedefleri kapitalist düzen tarafından gerçekleştirilemeyen kitlelerin, böylesi bir durumda, doğrudan düzenin kendisini sorgulaması ve sorunun çözümünün kendi iktidarlarında olduğunun bilincine kavuşmalarını mümkün hale getirecektir.
Lenin’in Yaklaşan Felaket broşürü Bolşevik partisinin eylem programıdır. Menşevik-sosyalist devrimci hükümete önerilen tedbirler geçiş talepleri niteliğindedir.
«1. Bütün bankaların, işlemleri devlet tarafından kontrol edilecek tek bir banka halinde birleşmesi veya bankaların ulusallaştırılması,
2. Kapitalist sendikaların, yani en önemli tekelci kapita­list grupların (şeker, petrol, kömür, maden vs. sendikalarının) ulusallaştırılması,
3. Ticari gizliliğin kaldırılması.,
4. Zorla kartelleştirme, yani bütün sanayici, tüccar ve ge­nel olarak patronların kartel veya sendika şeklinde bir araya gelme zorunluluğu,
5. Toplumun tüketici ortaklıklar şeklinde örgütlenmesini zorunlu kılmak veya teşvik etmek ve bunları kontrol altında tutmak.» (Lenin, agy, Sy. 23 – 24)
Bolşevik partisinin bir dönemdeki mücadele programı olan bu talepler doğrultusunda adım atıldığında doğrudan sosyalizm hedefi de gündeme gelmiş olacaktır. Varolan şartların belirleyeceği bu talepler elbette şekli olarak aynı olmayabilir ancak sorun oluşturulacak taleplerin özünün ne olacağıdır.
Bir zaman aralığı içersinde kitlelerin mücadele hedefi belli noktalarda yoğunlaşabilir ve mücadele şiarları da bu noktalarda şekillenir. Böylesi bir dönemde mücadele talepleri devrimci parti tarafından doğrudan kapitalist düzenin temellerini sarsacak geçiş niteliğinin kazandırılması gerekir. Bu işsizliğe karşı mücadele olur, pahalılığa karşı olur veya başka bir talep olur. Geçiş taleplerinin gerçekleşip gerçekleşmeme sorununa Troçki tarafından getirilenler yeterince açıklayıcıdır.
«Eğer kapitalizm kendi yarattığı felaketler sonucunda ka­çınılmaz olarak doğan talepleri karşılayamıyorsa, yıkılsın. Bu durumda ‘gerçekleşebilme’ veya ‘gerçekleşememe’ ancak mücadelenin belirleyeceği bir güç ilişkileri sorunudur. Bu mücadele sayesinde mücadelenin kısa vadeli pratik başarıları ne olursa olsun, işçiler, kapitalist esareti yıkmanın gereğini en iyi şekilde kavrayacaktır.. (Geçiş Programı. Sürekli Devrim dergisi Bildirge, sy. 28)
Kitlelere önderlik edecek devrimci parti, sosyalist devrimin başarılmasına ve iktidarın alınmasına yol açacak geçiş karakterine sahip devrimci bir programla donanmış olmalıdır.
Vatan Partisi programının niteliği üzerine
Emperyalizm çağında işçi hareketinin hedeflerini asgari ve azami olarak ayırarak ilk önce asgari hedeflere ulaşma politikası işçi sımfım burjuvazinin tekerine koşmaktan başka bir şey değildir. Daha sonra Stalin liderliğinin Çin Devrimi’nde Çan Kay Şek liderliğini desteklerken oluşturduğu formülasyon da aşgari/azami program anlayışının ifadesi olan aşamalı devrim oportünizminin uygulanmasıdır. Vatan Partisi programı geçiş talepleri anlayışını kazanmamış olan 1902 RSDİP program taslak anlayışlarından dahi geri bir nitelik taşımaktadır. Örneğin RSDİP program taslaklarında partinin açık olarak proletarya diktatörlüğünü hedeflediğini gösterir:
«Bu sosyal devrimi başarmak için proletarya kendisini durumun hakimi yapacak olan ve onu, büyük amacına giden yolda karşısına çıkacak bütün engelleri devirmeye muvaffak; kılacak olan politik iktidarı kazanmalıdır. Bu anlamda proletaryanın diktatörlüğü, sosyal devrimin esas politik şartıdır.» (Lenin, RSDİP Program taslakları, sy. 24, Kıvılcım Yay.)
Lenin RSDİP programını asgari hedefler üzerine inşa ederken bile asli amacının kendisini de açıklamaktadır. BU konuda VP programında bir anlayışa rastlamak mümkün değildir. Eğer legal şartlardan bahsedilecekse, başka bir tür tartışma da hemen arkasından. gelir. Lenin uzun dönem legal basın yoluyla Marksizmin Rusya’da nasıl yozlaştırıldığını belirlerken buna karşı mücadelenin gerekirliğini saptar.
Bu bağlamda legal partinin varlığı aynı olumsuzluklara yol açarsa Lenin’in ortaya koymuş olduğu sorunla karşılaşılmaz mı? Vatan Partisi programındaki gedikler bununla bitmiyor. belki de böyle uzun uzadıya detaylı ele almak gerekli mi diye sorulabilir ama yine de devam edelim, çünkü açılması gereken, tartışılması kaçınılmaz temel bir anlayışla karşı karşıyayız. Enternasyonalizm anlayışında bağlı olmayan farklı tutumları ortaya çıkarıyor; hiç de ülke orjinalitelerine bağlı olmayan bir noktada. VP programında gerçekçi dış siyaset başlığı altında 26. madde:
Hiçbir soyut fikre, ölü düstura, (formüle) kuruntu duyguya kapılmayacağız. Kim ağır sanayi hamlemizi desteklemek üzere en az faizle en uygun yardımı yaparsa (yabancı sermaye maddemize bakıla) onunla dost olacağız. Cihana O.İ.T’nin (Milletlerarası İş Teşkilatının) ana tüzük girişini hatırlatacağız.”
«Fukaralık nerede bulunursa bulunsun, herkesin refahı için tehlikelidir.» Sosyalist ülkenin tarafsız, bağımsız siyasetini ileri süren bu anlayışın içinde enternasyonalizmi aramak boşuna bir çaba olur. Hele fukaralığın herkese tehlike olacağı alıntısı, burjuvaziye bir nasihatsa… Aslında Dr’un siyasi anlayışında da enternasyonalizm konusunda bir eksiklik olduğunu söylemek, onun millici bakış açısını eleştirmekten kaçınmaktır. Karl Marx’ın ‘İşçi sınıfının vatanı yoktur’ değerlendirmesinin bu anlayışla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. Demek ki bir eksiklikten değil yanlış bir görüşten bahsetmek gerekmektedir.
RSDİP program taslaklarında enternasyonalizm anlayışı açık olarak belirlenmektedir.

«XI. Fakat, uluslararası ticaretin ve dünya pazarı için üretimin gelişmesi uygar dünyanın bütün ulusları arasında öylesine yakın bağlar kurmuştur ki günümüz işçi sınıfı hareketi bir uluslararası hareket haline gelmeliydi ve uluslararası sosyalist demokrasinin bir parçası olarak, kendisini proletaryanın dünya ordusunun bir müfrezesi olarak kabul eder.» (Age sy. 25)

Proletaryanın dış siyaset anlayışını, dış yardım-yabancı sermaye sorunuyla sınırlı ele alarak, enternasyonalizmi bir yana itmenin pratikte bugün nelere mal olduğunu görmekteyiz, ki açıkça söyleyelim burada ölü düsturdan kast edilen proletaryanın temel ilkeleriyse sorunun önemi bir kat daha artar. Milliyetçi önyargılarla ölü düstur ‘proleter enternasyonalizmi’ terk ediliyorsa artık proleter siyasetin varlığını söz konusu edemeyiz.
Her ülkenin proletaryasının kendini dünya proletaryasının bir parçası olduğunu kabul etmesi ve kendi ülkesindeki mücadeleyi dünya devriminin bir parçası olarak değerlendirmesi açık bir gerekliliktir. Tam bu noktada bir devrimci partinin uluslararası işçi hareketine bakış açısının, işçi devletlerinin durumu üzerine değerlendirmesinin net bir perspektifle oluşturulması şarttır. Bunu 1954’te hazırlanan VP programında göremeyiz. O dönem artık Komintern’in kapatıldığı Sovyet işçi devletinin yozlaşmasının belirginlik kazandığı bir dönemdi. Aslında burada ‘tek ülkede sosyalizm’ anlayışının politik yansımasını görüyoruz. Stalin’in milliyetçi sosyalizm sapması VP programını tamamıyla ulusal sınırların dar çerçevesi içine sıkıştırmıştır. Zaten Dr. da zaman zaman Kruşçevci destalinizasyon etkisi ile Stalin’in tek adam diktatörlüğünü eleştirdiği halde, Stalinist ideolojinin doğruluğunu savunur. Tek ülkede sosyalizm teorisinin savunucusudur. Demek ki Dr’un bu sonuca değinmediği söylenemezse o bir tavır almıştır ve açıkça Stalinist akımın girdabı içersindedir.İlk elde VP programının tek tek maddelerini ele alarak varolan yanlış anlayışları ortaya serdiğimizde ezilen ulus sorunuyla ilgili olarak VP programında açık bir tutuma rastlanmaz. Halbuki RSDİP program taslağında ezilen ulus sorunuyla ilgili olarak açık talep geliştirilmiştir.
«7) Devletin parçalarını meydana getiren bütün uluslara kendi kaderlerini tayin hakkının verilmesi» (Lenin, age sy. 26)
Yorumlamaya gerek olmayan açıklıkta ulusal sorun karşısındaki tavır belirlemesi RSDİP programında varlığını ortaya koyar. Vatan Partisi programında şöyle bir ibare var, onu ele alalım:
«21- ANAYASAMIZIN kamu hukuku maddeleri ile İNSAN HAKLARI EVRENSEL BEYANNAMESİ hükümleri kısıntısız olarak, kitaptan hayata geçirilecek. Türkiye ve dünya halklarının karşılıklı güven işbirliği ve bağımsızca karar alışlarıyla, kardeşçe ilişkileri gerek demokrasinin, gerçek sosyalizmin kuruluşunun vazgeçilmez şartı olacak.»
Herhalde bundan anayasamızın hiç eksilmeyen miIli bütünlük şartını anlamamız gücendirici değildir. Ancak bu siyasi hareketi savunanların buradan yorum yaparak ulusların kendi kaderini tayin hakkını çıkarsamaları fazla yetenek istese dahi istenilen sonuca varamaz. Ki buna Dr’un ‘İhtiyat kuvvet şark’. kitabındaki değerlendirmeyi eklesek durum farklı olmaz. Dr’un dediğiyle uzun yıllar başkaları tarafından bir kenara itilmiş bir değerlendirme değildir sadece, Dr tarafından da siyasi pratiğinde bir kenara itilmiş bir anlayış söz konusudur.
Bu bağlamda da ulusal sorun üzerine Dr’un geçmişte bir dönem için yaptığı değerlendirmelere uygun bir siyasi pratik yaşadığını söylemek mümkün değildir. Asgari program niteliğini taşıdığını unutmadan bir kez daha RSDİP program taslağına ordu sorunuyla ilgili olarak müracaat edelim.
Vatan Partisi programında ise bu anlayışla ilgili hiçbir yaklaşım yoktur. Bunun ülke orijinalitesi ile ilgili ‘vurucu güçler’ teorisi saptamasından ileri geldiği söylenebilir. An­cak bilimsel sosyalist düşüncenin kurucuları devlet sorunu üzerine geliştirdikleri tahlillerde düzenli ordu yerine .hal­kın silahlandırılması gereğinin temel bir prensip olduğunu açıkça belirlemişlerdir. Ordu konusuyla ilgili olarak VP programında talep şöyle açıklanır:
Demokratik  Ordu
«24-Modern orduda her tek erin şuuru zaferi yarattığına göre: Bilfiil çalışanlar askere gidince. geride Kalanların en az geçim endeksi ile münasip yardım yapılacak. Terhis edilince makul tazminat ödenecek. Hizmet ocağı sosyal ve teknik okul haline getirilecek. Ordumuzun. hiçbir yabancı kumanda zincirine bağlan­masına fırsat verilmeyecek. Subay ve astsubay ayrımı kaldırılacak.»

Demokratik ordu başlığı altında dahi demokratik bir takım taleplerin varlığı yoktur. Marksist devlet kuramının aksine sürekli ordunun daha da güçlendirilip düzenlemesi istemi bir gerçek olarak açıkça belirtilmektedir. Böyle bir anlayışın Marksist görüşle ilintili olduğunu düşünmek yersiz bir çaba olur.
Vatan Partisi programı mekanik bir anlayışla ele alınmış ve burjuva düzen sınırlarının kendisine adapte olmuş bir nitelik taşımaktadır. Bu program kitlelerin taleplerini formüle ederek onları mücadeleye seferber etmek ihtiyacından ve böyle bir anlayıştan çıkmıyor. En temel sorunlar karşısında programda yer alan anlayışların Marksist tahlilden uzak reformist bir yaklaşım içersinde olduğu apaçık ortadadır. Programda yer alan halk teşkilatlanmaları talebi kesin olarak Menşevik bir anlayışın ürünüdür. İşçi temsilcileri meclisi olarak toplanması önerilen kongre, bir danışma meclisi olarak ele alınmaktadır. Proleter devrim organlarını yaratma çabası altında, kitle öz-organlarını burjuva devletin danışman kurulları şeklinde formüle etmek, 1917 Ekim Devrimi’ne ön gelen süreçte Bolşeviklerin ‘bütün iktidar Sovyetlere’ talebine karşı, Menşeviklerin işçi asker Sovyetlerini burjuva Duma’nın danışma organları haline dönüştürme anlayışıyla uyuşmaktadır. Bu tür yaklaşımlara bugün CHP programında dahi yer yer rastlamak mümkündür. Asıl sorun da VP programının, kitlelere mücadelelerinde yol gösterebilmek, yığınları iktidar mücadelesine seferber etmek, kapitalist düzeni temelinden sarsacak kitlesel talepler üretme anlayışıyla değil, parti iktidara geldiğinde neler yapılacağını açıklama amacıyla hazırlanmış olmasıdır. Dr da bunu açıkça belirtiyor:
«Vatan Partisi tüzüğü, programı, gerekçesi, yayınları ve seçim kampanyaları şu amacı güder: Halk bu gece iktidara gelse, ertesi sabah, hiç tereddüt etmeksizin halkın yapabileceği her şeyi açıkça… belirtmek. Onun için, proletarya partisinin gerek tüzüğü, gerekse programı için Vatan Partisi literatürünü salık veriyoruz.» (Anarşi yok Büyük derleniş, Sy. 21)

İşte tam bu noktada mücadelenin yaşanan andaki sorunlarından uzaklaşmayı tespit ediyoruz. Kısa bir ifadeyle insanlık önüne geldiği sorunlara cevap arar, bunun ötesinde bir davranış, gerçek politik mücadeleci tavır değildir. Elbetteki önümüzdeki geleceğin sorunlarına ilkesel olarak yaklaşmamız gereklidir, ancak şu da bilinir ki Marx-Engels hiçbir şekilde uğruna mücadele ettikleri sınıfsız toplumun nasıl bir yapıda olacağına dair detaylı uğraşlarda bulunmamışlardır. Devrimci teori sınıfın mücadelesinde önündeki sorunları belirleyerek doğru bir tavır geliştirmesi için gereklidir. Önümüzde şu anda var olan somut sorunları atlayarak geleceğin şemasını teknik yönleriyle çizme çabası mücadeleye yön kazandırmak yeteneğinden mahrumdur.
Rusya’da proletarya iktidarı aldıktan sonra bütün Rusya’nın elektirifikasyonu şiarıyla seferber olduğu bir gerçektir, ama proleter devrim başarıya ulaşmadan önce Bolşevik parti programında elektirifikasyon gerekliliği üzerine bir madde göremeyiz. Nedeni açıktır, reformist akımların çoğunluğunun anladığı gibi sosyalizm sanayileşme, gelişme modeli değildir. Bu sorun a priori olarak gündemdedir. Buna karşın VP programının başından itibaren sosyalizm bir ekonomik gelişme modeli olarak bütün millete sunulmaktadır. Ve elektirifikasyon önerisini bu program içinde taşımaktadır. Bütün bunlar VP programının burjuva düzen sınırları içersinde iyileştirmeler öneren, kitleleri mücadeleye seferber etmek amacını gütmeyen reformist bir niteliğe sahip olduğunu göstermektedir. Parti tartışmalarının yapıldığı 1970’lerde Dr’un devrimci gruplara VP programını, tüzüğünü öne sürerken oluşturduğu gerekçeler de oldukça ilginç ve «gerçekçidir»:
«Sosyalist çelik çekirdek hangi biçimi alacak? Proletarya partisi biçimini. Parti nasıl bir tüzük ve programı örnekleyecek? Emekçi Partisi hüküm giymiş diyelim. Ağır cezada beraat edip ‘muhkem kaziye’ ile 2 yıl boyu işkenceden sağ çıkmış bir Vatan Partisi var.» (Anarşi yok Büyük derleniş sy. 20)
Dönemin Türk hakim sınıflarınca beslenen rüzgarla eğilen VP programının ‘küçük Amerika’ akımıyla yarışması bir popüIarizasyon amacıyla açıklanabilir. Ama mahkemelerden sağ çıkabilmesi devrimci bir program olarak önerilmesine gerekçe olamaz.

Notlar
(1) Toplum gelişmelerindeki aşamaların gerekliliği sorunu, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemi için söz konusu edilirken, kapitalizmin dünya ekonomisi haline dönüştüğü emperyalizm çağında artık aşamalardan her daim bahsedilemez, tükeniş halindeki burjuvazinin bütün ülkelerde devrimci karakterini kaybettiği gerçektir. Yeni karakteri göremeyen İkinci Enternasyonal oportünizmine karşın 1905 Rus Devrimi’yle birlikte pratikte burjuva demokratik görevlerin gerçekleşmesi imkanını işçi sınıfı yüklenmiş, sosyalist görevlerle kaynaşmıştır.
2) Sosyalist sy. 83, Durum ve Görevlerimiz, yazısı.
Ne Yapmalı dergisi 4. sayı                                                                   Nisan, 1980

Hiç yorum yok: