16 Aralık 2016 Cuma

Militarizm kapitalist sistem ve düzenin niteliğidir!


Ahmet Doğançayır
Militarizm yalnızca ordulara ait bir nitelik değil, tersine bu orduları egemenliğinin temel taşıyıcısı ve devamını sağlama aracı olarak belirlemiş kapitalist bir sistem ve düzenin niteliğidir. Militarizm ve devlet kapitalist sistemin işleyişine uygun olarak kurumsallaştırılmıştır. Bu düzen içinde yer alan tüm unsurların yeri ve işlevleri belirlenmiş ve düzenin bir parçası olarak işlemesi sağlanmıştır. Ayrıca bugün militarizm hem emperyalizmin yayılma politikalarında hem de devletler arası ilişkilerde mevcuttur. Hem emperyalist yayılma politikalarında hem de devletler arası politik ilişkilerde belirleyici kavramlar korku ve kontroldür. Militarizmi var eden şey korkunun canlı tutulması ve bunun üzerinden üretilen güvenlik talebidir. Sistem devamlılığını sağlamak için korkuyu canlı tutmak ve devamlı bir düşman tanımlamak zorunluluğu duymaktadır.


Dost- düşman belirlemeleriyle biçimlendirilen bir toplum yaratma ve toplumun kendisinden başka olana korku ve düşmanlıkla beslenmesi işinin ideolojik yönü milliyetçilikle tamamlanır. Milliyetçilik bir ideolojik çerçeve sağlaması bakımından militarizmin ideolojisidir. Emperyalist politikalar da özleri gereği milliyetçidirler ve her türlü milliyetçiliği militarist bir dünya düzeninin devamı için destekleyeceği açıktır. 
Kelimenin en derin anlamında militarizm tarihi, insanın evrim tarihinin en derin özünü genel olarak kendi içindeki güçlerini ortaya koyar. Kapitalist militarizmi derinlemesine incelemek, kapitalizmin en ince ve en gizli kalmış köklerini açığa çıkarmaktır. Militarizmin tarihi devletler ve uluslararasındaki siyasal, toplumsal, ekonomik ve genel olarak da kültürel uzlaşmazlıkların tarihi olduğu gibi aynı zamanda bu ulusların kendi içlerindeki sınıfların mücadelelerin de tarihidir.
Her türlü toplumsal egemenlik ilişkisinin başlıca temeli, son tahlilde toplumsal bir olgu olarak değişik kişilerin daha büyük bedensel gücüyle ortaya konmayan belirleyici etken sayısal çoğunluktur. Bu sayısal oran yalnızca çıkarları birbirine karşıt olan grupların sayısal oranı değildir. Hiç kimse kendi çıkarlarını bilmediği için, özellikle de hiç kimse hiç kimse kendi sınıfsal çıkarlarını kendi çıkarları olarak tanımadığı için bu oran büyük ölçüde söz konusu egemen hakim sınıfın ahlaki ve düşünsel gelişme düzeyine göre sınıf bilincinin derecesi tarafından belirlenmiştir. Bu düşünsel ve ahlaki düzeyse farklı sınıfların iktisadi durumlarına bağlıdır. Oysa toplumsal ve siyasal durum egemenlik ilişkisinin anlatımından çok, bir sonucu olarak görünür.
Salt iktisadi üstünlük de dolaysız biçimde bu sayısal oranın değişmesine katkıda bulunur. Gerçekten iktisadi baskı, ahlaki ve düşünsel düzeyi ve dolayısıyla da sınıf çıkarlarını belirlemekle kalmayıp az çok anlaşılmış sınıf çıkarlarının tersine davranma eğilimi de doğurur. Bu baskıyı uygulayan sınıfın siyasal mekanizmasının bu sayısal oranı çıkarı egemen olan grubun yararına ‘’düzeltme’’ yolunda başka araçlar da sağladığını herkesin çok iyi tanıdığı Polis, adalet, okul ve din gibi kurumlar kanıtlamaktadır. Bunlar yasal mekanizmanın siyasal mekanizmanın yarattığı ve adli ve idari mekanizmalar olarak kullandığı kurumlardır. Bunlardan ilk ikisi başlıca anlarda tehdit, yıldırma ve şiddete başvurarak iş görürler. Okul, sınıf bilincinin beyinlere ve yüreklere girebileceği bütün yolları mümkün olan en geniş biçimde kapayarak, Din de bilgisizlikten yana olmakla, cennet bahçeleri vaadi ve cehennem azapları korkusuyla en etkili biçimde iş görürler.
Ama böylece kazanılmış olan sayısal çoğunluk ne olursa olsun egemenlik ilişkisine karar vermez. Silahlı insan silahı sayesinde gücüne güç katar. Bunun ne ölçüde bir güçlenme olduğu tahkimat ve strateji de dahil olmak üzere silah tekniğinin gelişmesine bağlıdır. Bu gelişmeyse söz konusu güçlenmenin bir sonucudur büyük ölçüde. Bir çıkar grubunun bir başka çıkar grubu karşısındaki düşünsel ve iktisadi üstünlüğü silahlanma ya da üstün durumda bulunan sınıfın daha iyi silahlanmış olmasıyla doğrudan doğruya fiziksel üstünlüğe dönüşür böylece de bilinçli bir azınlığın, bilinçsiz bir çoğunluk üstündeki eksiksiz egemenliğinin koşullarını yaratır. Dolayısıyla sınıf mücadelesi sınıfın üyeleri arasında sınıf bilincini yaratmak ya da bastırmak için önem taşıyan bu güç araçlarını olduğu kadar, sahip olunduğunda fiziksel gücün büyümesine neden olan bu fiziksel ve düşünsel güç araçlarının elde edilmesine yönelik bir mücadeleden başka bir şey olamaz.
Militarizmi inceleyip değerlendirirken soruna sadece askerlerin toplum ve devlet hayatında daha nüfuzlu bir duruma gelmiş olmaları şeklinde bakmayıp daha derinlere inilmesi gereklidir. Toplumun siyasal, askeri ve ekonomik egemenleri arasında militarist bir ortaklığın kurulmuş olması demektir. Bu egemen sınıflar arasında bir çıkar birliğinin kurulması ve aynı amaçlar için bütünleşmesi demektir. Şiddetin örgütlenme biçiminin de kapitalist toplumun korunmasındaki, yani emekçi kitlelerin yönetici sınıflara iktisadi ve toplumsal bağımlılık durumunu sürdürmedeki rolü sınıf çıkarlarıyla bağlantılıdır. Hakim sınıfların şiddet aygıtları üzerindeki egemenliği devam ettiği sürece gerçek anlamda bir demokrasiden ve militarizmin ortadan kalktığından bahsetmek mümkün değildir. Bu toplumda militarist zihniyetin topyekûn sorgulanması ve sonunun gelmesi gerçekleşmeden demokratikleşmeden söz edilmesi söz konusu değildir.
Silah teknolojisi ve Militarizm
Böylece ortaya toplumsal mücadelelerde silah tekniğinin oynadığı önemli rol çıkar. Eğer burada iktisadi bir gereklilik yoksa hiç olmazsa belli bir zaman boyunca bir azınlığın bir çoğunluk üstünde çoğunluğun iradesine rağmen egemen olma imkânı veren şey askeri eylemdir. Bu aynı zamanda ‘’yoğunlaştırılmış siyasal eylemdir.’’. Doğal gelişme süreci iktisadi-teknik gelişmenin sonucu olan sınıflara bölünme silah tekniğinin gelişmesine paralel biçimde sürdüğü için böylece silah yapımının gittikçe artan ölçüde özel bir meslek halini aldığı kesindir. Sınıf egemenliği genel kural olarak bir sınıfın başka bir sınıf karşısındaki iktisadi üstünlüğü anlamına geldiği ölçüde silah yapımı da iktisadi egemenliği uygulayan sınıfın tekeli halini alır. İktisadi üstünlüğünü yitirdikten sonra bile siyasal iktidar araçlarına sahip olan sınıf hiç olmazsa bir süre için siyasal egemenliğini koruyabilir.
Göz ardı edilmemesi gereken düzey teknoloji eleştirisidir. Silah sanayi ve silah teknolojisi olgusu teknolojinin ve teknolojik ilerlemenin insanlık için bir tehdide dönüştüğü noktayı temsil eder. Bu bir yöntem olarak savaşın araçsız düşünülemeyeceğine dair bir uyarıdır. Biz savaşları ortadan kaldırmak istiyoruz. İnsan toplumu, sınıfların ortadan kaldırılmasına, devletin ortadan kaldırılmasına vardığında savaşlar olmayacaktır. Ancak savaşı ortadan kaldırmanın yolu pasifistlerden farklı olarak savaşa savaşla, karşı devrimci savaşa devrimci savaşla karşı çıkmaktır. Egemen sınıflar tarafından kendi çıkarları için sürdürülen savaşlar emekçi sınıflara korkunç fedakârlıklar yüklemektedir. Bu durum her ülkenin proletaryası için tek bir düşmanın kendisini ezen ve sömüren kapitalist sınıf olduğunu, her ülkenin proletaryasının kendi çıkarlarının öteki ülkelerin proletaryasına bağlı olduğunu ve ezenler ve sömürülenlerin işbirliğine karşı ezilen ve sömürülenlerin işbirliğini çıkarmak gerekliliğini ortaya koymaktadır. İşte bu nedenle kapitalist yayılma siyasetinin tümüne olduğu gibi ordunun üstlendiği uluslararası görevine karşı da açıkça tavır alınmalıdır. Askeri bürokrasinin eylem ve işlerinin parlamenter denetime tabi olmasını ve hesap vermesini istemek ‘zorunlu olarak’ anti militarist bir talep değildir. Hatta tersine birisi pekâlâ ‘’vuruş gücü yüksek ‘’ etkin ve saygınlığı artmış bir ordu özlemiyle ileri sürebilir bu talebi.
Militarizme Karşı Mücadele sınıf mücadelesidir!
Günümüzde ‘’Kamu yararı’’ düşüncelerinin ve politik tercihlerin yerini piyasa kurallarının ve onlarla bağlantılı olarak özerkleşmiş teknolojinin hükümranlığı aldı. Bu şekilde ‘’yıkılması hedeflenen militarist tabunun’’ yerine piyasa bir alternatif tabu haline getirildi. Gerçi her ikisi çok güzel geçinebiliyorlar. Vuruş gücü yüksek, esnek, küçük profesyonel ordu yaklaşımı da Neo-liberal çağın ordu anlayışı militarizmi yeniden üretme anlamını taşıyor. Gerek “içte” gerekse “dışta” militarist politikalar öne çıkarılıyor. Bütün toplumsal ve siyasal meseleler birer “güvenlik” meselesi olarak değerlendiriliyor. Bunun sonucunda hemen bütün dünyada iç güvenlik aygıtları büyüyor, ordulaşıyor. Hemen, hemen bütün dünyada teşkilat ve donanım bakımından modernize edilmiş, teknolojik bakımdan yenilenmiş, bu bakımdan da muhalif olana çok sert müdahalelerde bulunan bir polis aygıtıyla karşı karşıyayız. Ezilen sınıfların varlığının bir güvenlik meselesi olarak görüldüğü, toplumsal muhalefetin her türlüsünün tehdit olarak görüldüğü bir dönemde giderek büyüyen özel güvenlik sektörüne, sözleşmeli erlerden profesyonel ve şirketleşen orduyla şiddetin özelleşmesi, anti militarist siyasal hattın ele alması gereken alanı bir hayli genişletiyor.Toplumsal sorunların tamamının bir asayiş meselesi haline getirildiği, şiddetin daha karmaşık bir reorganizasyonun söz konusu olduğu bir devirde eleştirinin birinci düzlemi askeriye/ordunun bir toplumsal örgütlenme ve politik iktidar yöntemi teşkil eden yönüdür. Bu eleştiri doğrudan doğruya orduya askeri faaliyetlere tekabül etmez; aksine, militarist ideolojinin asıl ordu dışı alanlarda ki nüfuzunu sorun haline getirir.  Tutarlı bir anti militarist hat elbette ordunun siyasal karar alma mekanizmalarındaki etki ve gücünün sınırlandırılması, ortadan kaldırılması için mücadele yürütür. Ancak militarizmin bir sivilleşme meselesinden ibaret olmadığı, militarizmin sosyal, siyasal ve kültürel hayattaki bütün tezahürlerinin ortadan kaldırılması mücadelesi olduğu unutulmamalıdır.
Ekonomi-Politik değerlendirme anti-militarist eleştirinin olmazsa olmaz bir düzeyidir. Silah sanayi kapitalist sistemin yeniden üretiminde belirleyici bir faktördür. Dolayısıyla militarist eleştiri kapitalizm eleştirisidir. Bu anti militarizm esas olarak “her türlü” ya da “nereden gelirse gelsin” şiddete değil, kapitalist bağlamda örgütlenmiş kapitalist devletin şiddet tekeline, ya da bir başka ifadeyle “halkın kendi kendisine karşı silahlandırılmasına’’ karşıdır. Kapitalist bağlamda şiddetin mevcut hâkimiyet ilişkilerini müdafaa ve muhafaza etmek maksatlı örgütlenme biçimlerine karşıtlıkla tanımlanır. Bu gelenek açısından silahlanma ve militarizm kapitalizmin içsel bir dinamiği, bir fonksiyonudur; dolayısıyla da savaşa ve militarizme karşı mücadelenin sınıf mücadelesiyle bağı aşikârdır.
Zorunlu askerlik ve vicdani ret
Zorunlu askerliğe reddiyenin demokratik denetime tabi ulusal orduların yerini böyle bir denetimden uzak paralı-profesyonel orduların almasını sineye çekmek anlamına geldiği ve hatta bu nedenle vicdani ret talebinin liberal bir kayıtsızlığa dönüşebileceği tehlikesini barındırdığı gerçektir. Bu akım içinde sınıfsal mücadelenin olabilirliği ve lüzumu hakkında şüpheler besleyen liberter-anarşizan yönelimler de vardır. Ama aynı zamanda anti-militarizmin sosyalist- anarşist yönelişlerle dünyanın nasıl bir yer olması gerektiğine dair fikirleri tavırları olduğunu biliyoruz.  Ayrıca şu da hesaba katılabilir: Vicdani ret talebinin ve bu talep etrafındaki sosyal eleştirinin meşru varlığı, hem zorunlu askerliğe dayalı orduyu hem de onun ‘’profesyonelleşen’’ yönünü görece demokratikleştiren bir etkide bulunacaktır.
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor ki, Marksizm’in proletaryanın silah kullanmayı ve savaşmayı öğrenmesi gereğinden yola çıkarak savunduğu askerlik eğitimiyle, insanları sisteme uygun hale getirmek amacıyla belirlenmiş bir zorunlu askerliğin en ufak bir ilişkisi bulunmamaktadır. Emekçi kitlelerin uzun bir zaman dilimi boyunca, yaşamdan kopartılarak kışlada tutuldukları ve gerektiğinde karşı karşıya getirildikleri bir zorunlu askerlik hizmetinin savunulabilir bir tarafı yoktur.Militarizme karşı mücadele Marksistler için her daim sınıf mücadelesinin en önemli ayaklarından birini oluşturmuştur ve bugün geçmiştekinden de büyük bir önem taşımaktadır. Ancak Marksizm’in militarizme karşı mücadele anlayışı, bu mücadelenin kapitalizme karşı mücadeleden bağımsız olarak ve bireysel temellerde yürütülebileceğini düşünen anarşistlerden ve pasifistlerden tümüyle farklıdır. Militarizmi kapitalizme ait bir özellik olarak ele alan Marksizm’den farklı olarak, Anarşizm, militarizmi egemen sınıflar tarafından keyfi ve rastlantısal olarak yaratılan bağımsız bir olgu olarak görmektedir. Bunun sonucu olarak da, genel olarak kapitalizmi olduğu gibi militarizmi de, bireysel iradeleri tümüyle keyfi bir biçimde uyararak, yani bireysel yollardan yok etmeye çalışmaktadır. Onlar askerlik hizmetinin, silah altına girmenin bireysel olarak reddedilmesine büyük önem verirler. Kuşkusuz böyle bireysel eylemler kitlesel hareketler için işaret, belirti olabilir, ancak bundan daha ileri gitmezler. Oysa Marksizm, “militarizmin özüne ilişkin anlayışına uygun olarak, tek başına militarizmin eksiksiz biçimde ortadan kaldırılmasının imkânsız olduğunu düşünür: Militarizm ancak kapitalist toplumla birlikte ortadan kaldırılabilir. Marksizm’in militarizme karşı propagandası, anarşizmden ve pasifizm den farklı olarak, sınıf mücadelesinin propagandasıdır. Militarizme karşı mücadele dünyayı devletler arası güç, strateji ve denge oyunu alanı olmaktan çıkarmayı hedeflemeli, özü itibariyle uluslararası olmalıdır.
Ne yapılmalı?
Bu ancak bugünden militarizme karşı ve ordu içindeki anti demokratik uygulamalara karşı mücadele verilmesiyle mümkün olabilecektir. Ayrıca askerlerin üniforma içindeki kent ve kır proleterleri olduğunu bilen devrimci Marksistler olarak ordu içinden gelebilecek herhangi bir gerici, faşist darbe girişimine karşı koymanın en önemli görevlerinden biri militarist mekanizmanın içinde de ona karşı mücadele etmektir. Bugüne kadar Askeri harcamalar ile devlet gelirleri arasındaki bağ bir inceleme konusu yapılmadı. Hele askerlerin katlandıkları üzücü olaylar, angaryalar, askeri yargının marifetleri, acemilerin intiharları, ordudaki sağlık koşulları, askerlik hizmetinin neden olduğu zararlar, ücret ve ödeneklerin düzeyi açıklanmadı. Bu çalışma hiç kuşkusuz önce bu genel çerçeve bildiriler yoluyla parlamentoda, basında ve toplantılarda değerlendirilmelidir. Nüfusun anti-militarist eylem için özellikle önem taşıyan tabakaları bununla dolu olmalıdırlar. İlk başta henüz askerlik yaşına gelmemiş gençler ve özellikle de ana-babalar hele hele anneler gençliğin anti- militarist eğitimi yolunda sistemli olarak seferber edilmelidirler. Bu seferberlik militarizmin özünü ve sınıf mücadelesindeki rolünü göstermekle, halkın çıkarlarına karşı olan eylemlerini ve özelliklerini etkili bir biçimde gözler önüne sererek ona karşı nefret ve tiksinti uyandırmakla eksiksiz olarak ulaşacaktır hedefine.
Kapitalizmin bugünkü krizi gerçek bir yapısal krizdir ciddi siyasi buhranlara yol açmaktadır. Bu çeşit krizlerin hepsinde olduğu gibi baskıcı, Askeri diktatörlük türü rejimlerin muhtemel doğuşlarının gündeme gelmesi ve bununla sonuçlanan bir sürecin başlaması tehlikesi vardır. Bu çerçevede bu tür rejimlerden kaçınmak için böyle bir durumun ortaya çıkmasını beklememek gerekir. Ortaya çıkan ve çıkacak siyasi krizler sosyalizme geçiş  için fırsat sağlayabilir. Elbette bunun bir şartı işçi sınıfının ve örgütlerinin edilgen bir konum içinde ‘’büyük hesaplaşma gününü’’ beklemek yerine böyle bir durumu yaratmak için sürekli çalışmalarıdır. Kendimizi beklemeyle sınırlarsak elde edilecek şey ‘’büyük hesaplaşma günü’’ değil, tersine sabahın erken saatlerinde tank sesleriyle ‘’uyanmak’’ olacaktır.
Burjuvazilerin demokratik bir yönü yoktur. Burjuvazilerin parlamenter hegemonya biçimleriyle, baskıya dayalı biçimleri arasında yaptığı seçişler(seçimler) sınıflar arası mücadelenin dengeleriyle belirlenir. Sınıflar ve farklı kesimler arasındaki dengelerin sağa sola demokratik yeniden inşa tasarımları vaaz ederek veya orduyu göreve çağırarak değil; ekonomik, politik ve İdeolojik alanlarda ezilen sınıfların kendi hesabına mücadele etmesi sonucu oluştuğunu bilmek gerek.  Ancak emekçi sınıfların gücü burjuvaziye demokratik hak ve biçimlere rıza göstermesini ve içindeki darbeci, otoriter eğilimlerin geri plana atılmasını ve toplumun gerçek ‘’bütünleşmesini’’ sağlayabilir. Toplumun kendini yeni bir sınıfsal güç etrafında yeniden kurabilmesinin yolu işçi sınıfının kendini “halk” ya da “ulus” içinde eritmeyip tam tersine proleter devrim programını geliştirmesi ile mümkün olur. 

Hiç yorum yok: