16 Aralık 2016 Cuma

KORKU DUVARINI YIKMAK!


  Ahmet Doğançayır          
Korku insan yaşamında yeni bir şey değil. İnsanoğlu baştan beri bunu biliyor. Tarihin her döneminin kendisini diğerinden ayıran korkuları vardır farklı adlar verilen bu korkular kişinin bu tehditlerden korunmak için neler yapabileceği ya da kişinin bunları savuşturmak için neden hiçbir şey yapamadığı hakkında bilgiler verirler. Tarih boyunca yaşamı korkularla yaşanabilir kılmanın değişmez ilkesi, kişinin dikkatinin hakkında hiçbir şey yapamayacağı şeylerden iyileştirilmesi için uğraşabileceği şeylere kaydırmasıydı. Bir de uğraşmanın işe yaramadığı şeyler hakkında duyulacak endişelere mümkün olduğunca az yer bırakmak için bir şeyler üzerinde enerji ve zaman harcaması idi.


Bugün korkuları aşıp en azından zaten sahip olduğumuzu düşündüğümüz özgürlükten daha fazlasını ya da daha iyisini talep etmek ve çekip almak için sokaklara dökülme gereğini hissetmiyoruz. Bir yandan da dünya işlerinin yürütülme biçiminde değiştirebileceğimiz çok az şey olduğuna aynı katılıkla inanmaya meyilliyiz. Ama eğer özgürlük kazanılmışsa nasıl olurda bu zaferin ganimetleri arasında insanın daha iyi bir dünya düşünme ve onu daha iyi hale getirmek için bir şeyler yapmak yeteneği yer almaz. Hayal gücünü dizginleyen ve özgür insanların herkesi ilgilendiren meseleler karşısında böyle iktidarsız olmalarına tahammül eden özgürlük ne mene bir özgürlüktür?
Bugün özel ve kamusal hayatı birbirine bağlayan köprülerin yıkılmış olduğu ya da hiç inşa edilmemiş olduğu sürece ya da başka bir şekilde ifade edilirse, özel dertlerde toplumsal meseleleri görüp saptamanın kolay ve bariz bir yolu olmadığı sürece bireysel özgürlüğün artmasıyla kolektif iktidarsızlığın artması çakışacaktır.
Bizim türümüzden toplumlarda bu köprüler olmayınca özel ile kamusal kıyılar arasında kurulan seyrek ilişkiler yere indiklerinde patlayan veya sönen balonlar sayesinde sürdürülürler. Kamusal alana çıkartılan çuval, çuval özel ıstırap ve endişeler ise sırf kamunun seyrine sunuldular diye kamusal meseleler haline gelmezler. Güçlü ve devamlı köprüler oluşturulmadığında özel dertler ve acılar bir birikim oluşturmaz ve yoğunlaşıp ortak davalar haline gelmezler.
Toplumsallık adeta yüzergezer durumdadır. Demir atacak sağlam bir zemin, herkesin görebileceği bir hedef, birlikte safları sıkılaştıracak yoldaşlar aramaktadır boş yere. Toplumsallığımız düzenli çıkış imkânlarından yoksun olduğu için, tek atımlık patlamalarla boşaltır içini bunlarda bütün patlamalar gibi kısa ömürlüdür.
Bu içini boşaltma vesileleri bazen şefkat ve iyilikseverlik karnavalları, bazen de yeni keşfedilmiş bir halk düşmanına yönelik saldırganlık nöbetleri şeklinde olabilmektedir. Ancak bu tür vesilelerin derdi nefeslerin çabuk tükenmesidir. Günlük işlerimize döndüğümüzde her şey hiç değişmeden başladığı yere döner. Birlikteliğin göz kamaştırıcı parıltısı söndüğünde yalnız insanlar tıpkı eskisi gibi yalnız uyanırlar. Biraz önce parlak ışıklar saçan ortak dünya şimdi daha karanlık görünür. Patlamanın getirdiği boşalmanın ardından sahne ışıklarını tekrar yakmak için fazla bir enerji kalmamıştır.
Ancak asıl sorun eski tarz özel kamusal alanlardan günümüzde pek bir şey kalmamış olması ve bir yandan da bunların yerini alabilecek yeni alanların ortalıkta görülmemesidir. Eski yapılar girişimciler tarafından devralınmış ve yeniden işlenerek eğlence parkları haline getirilmiştir. Siyasetçilerin de artık bir programları yok, tek dertleri koltuklarında kalmak. Hükümet değişiklikleri hiç de büyük değişiklikler yaratmaz.
Liberalizm bugün basit bir ‘’alternatifi yok!’’ durumuna indirgenmiştir. Artan siyasi kayıtsızlığın köklerini bulmak için fazla uzaklara bakmaya gerek yok. Bu siyaset uyumculuğu alkışlamakta, onun reklamını yapmaktadır. Siyaset sanatı bugün yurttaşların özgürlüklerinin sınırlarını yıkmakla ilgilidir. Yurttaşları bireysel ve kolektif olarak kendi bireysel ve kolektif sınırlarını teşvik edebilmek için ‘’özgür kılmakla’’ ilgilidir.
Toplumsal yaşamın koşullarının yeniden üretimi bugün artık kolektif toplumsal araçlardan başka şeyler tarafından gerçekleştiriliyor. Artık bu yeniden üretim devlet politikası alanından ve hatta kamusal karar mekanizmalarından çıkarılarak büyük ölçüde özelleştirildi. Ancak buradaki özelleştirme sistematik yeniden üretim işlerinin serbest özel girişim oyununa bırakılmasını ifade etmekle kalmıyor. Bu süreçler genellikle kurum dışı hale getirilerek en temelden bireyden, bireyin ‘öz yaratımına’ yönelik ‘kendi işini kendin gör!’ girişimlerinden ortaya çıkıyor. Belirsizlik korkusu kurbanlarına bütün çıplaklığı ile saldırıyor ve belirsizliğin kişinin kendi çabalarıyla aşılması gerekiyor. Bugün herkes özgürdür fakat herkes kendi inşa ettiği hapishanesi içinde özgürdür. Bundan dolayı bireyin yaşam çabalarını güdüleyen şey artık topluma uyma ödevi değil, ‘’girişim yapmaya uygun olma girişimidir.’’ Yorgun ve bitkin düşmeme ve zayıflamama çabası, herhangi bir molada fazla kalmama çabasıdır.
Sanki ihtiyaçlar üzerinde piyasanın ve devletin diktatörlük kurmasından başka seçenek yokmuş gibi. Mali piyasalar ve meta piyasaları ancak bu biçime hoşgörü gösteriyor. Günümüzde hükümetlerin savunduğu ve istediği biçim budur. Kendi kendini sınırlamaya karşı duyulan tepkinin ve genelleşen uyumculuğun ve bunun sonunda ortaya çıkan siyasetin önemsizleşmesinin bir bedeli vardır. Bu bedel de yanlış siyasetin bedelinin çoğu kez ödendiği biçimde insan acılarıyla ödenir. Bu acıların kendini süreklileştiren bir niteliği vardır. Bunlar hem siyasetin kötü kullanımından kaynaklanır hem de sağlıklı siyasetin önündeki en büyük engeli oluşturur.
”Çağdaş” dertler, korkular, nedenler ve sonuçlar!  
Bugün çağdaş dertlerin en sinsi ve acı verici olanı güvensizlik, belirsizlik ve emniyetsizlik şeklinde toplanabilir. Kendilerini güvensiz hisseden, geleceğin getirebileceklerine sakınarak bakan ve emniyetlerinden şüphe eden insanlar kolektif eylemin gerektirdiği riskleri göze alacak kadar özgür değildirler. Bu insanlar birlikte yaşamanın alternatif yollarını hayal edecek cüretten ve zamandan yoksundurlar. Kimseyle paylaşamayacakları işlerle o kadar meşguldürler ki bırakın ortaklaşa girişebilecek türden işlere enerji ayırmayı, bunlar hakkında düşünecek durumda bile değildirler.
Güvencesizliğe karşı verdikleri savaşta onlara yardım etmesi beklenen mevcut siyasi kurumların da pek bir yardımı dokunmaz. Bunların tek yapabilecekleri yaygın ve dağınık endişeyi içinde bir şeylerin yapılabileceği ve yapıldığının görülebileceği tek alan olan emniyete kaydırmaktır. Ancakemniyeti sağlamak adına alınan önlemlerin çoğu bölücü niteliktedir. Karşılıklı şüpheleri besler, insanları birbirinden ayırır, her ihtilaf ya da muhalefetin ardında düşmanlar ve komplolar aramaya ve yalnızlığa iter. Bugün uygarlığın derdi kendini sorgulamayı bırakmış olmasıdır. Soru sorma sanatını unutan ya da bu sanatın kullanılmaz hale gelmesine izin veren hiçbir toplum kendini kuşatan sorunlara cevap bulabileceğine güvenmemelidir. Neyse ki kaçınılmaz bir kader değil bu. Böyle bir tehlikenin farkında olmak ondan kaçınmamızı da sağlayacaktır.
Bireysel özgürlük ancak kolektif çalışmanın ürünü olabilir ve ancak kolektif olarak emniyet ve garanti altına alınabilir. Gelgelelim bizler bugün bireysel özgürlüğü garanti/emniyet altına alacak araçların özelleştirilmesine doğru ilerlemekteyiz. Bu günümüz ‘’hastalıklarına’’ karşı uygulanan tedavi. Ama bu tedavinin kendisinden kaynaklanan kitlesel yoksulluk, toplumsal gereksizlik ve yaygın korku gibi acımasız hastalıkları da üretmesi kaçınılmaz oluyor.
Bugünkü kötü durumu ve onu düzeltme imkânlarını daha da karmaşıklaştıran bir başka unsurda ütopyanın ve iyi hayat modellerinin özelleştirildiği, iyi hayat modellerinin iyi toplum modellerini dışlayarak onlardan koptuğu bir dönemde yaşıyor olmamızdır. Tutarlı bir iyi toplum vizyonuyla hiç ilgilenmemekten ve toplumsal olarak iyi hakkındaki kaygıyı, özel tatminlerin peşine düşme özgürlüğü ile değiştirmekten gurur duymaya eğilimliyiz. Ancak yine de bir an durup bu mutluluk arayışının neden umduğumuz sonuçları getirmeyi başaramadığını, güvensizliğin buruk tadının neden duyacağımız vaat edilen saadetin tadını kaçırdığını düşündüğümüzde kamusal iyi, iyi toplum, eşitlik, adalet vs. gibi fikirleri sürüldükleri yerden geri çağırmadıkça hiçbir yere varamayacağımızı anlarız. Üstelik bunlar ancak başkalarıyla birlikte üzerine titreyip işlendikçe bir anlam kazanan fikirlerdir. Siyasete başvurmaksızın ve bu aracın gideceği yönü çizmeksizin de bireysel özgürlük merheminden güvensizlik sineğini çıkaramayız.
Bir topluluktan yoksun ürkek yalnızlar, korkudan kurtulmuş bir topluluk aramayı, misafir sevmez kamusal alandan sorumlu olanlarda bunu vaat etmeyi sürdüreceklerdir. Ama çapanoğlu şuradadır ki bu yalnız insanların inşa etmeyi umabilecekleri ve kamusal alan idarecilerinin önerebilecekleri tek topluluk korku, şüphe ve nefretle kurulacak bir topluluktur. Bir zamanlar topluluk inşa etmenin ana malzemeleri olan dostluk ve dayanışma bir yerlerde bu amaca artık hizmet edemeyecek kadar dayanıksız, çarpık ve sulanmış durumdadır. Günümüzde yaşanan güçlükler ve ıstıraplar parçalı ve dağınık oldukları gibi, meydana getirdikleri muhalefet de öyledir. Muhalefetin dağınıklığı onu yoğunlaştırıp ortak davaya bağlamanın ve ortak bir suçluya karşı yönlendirmenin güçlüğü sadece çekilen acıları arttırıyor.
Günümüzde direnişin köprübaşlarını tutmuş olan insanları ‘’istikrarsız’’ ve ‘’güçsüz’’ kılmayı amaçlayan ‘’esnekliğin’’ mutlak hâkimiyetidir. Esnekliğin en derin etkisi, kendisinden etkilenenleri istikrarsız kılmak ve tutmaktır. Bütün bunlar hep birlikte yapıya ilişkin ve daimi bir belirsizlik durumu yaratır.
Uluslararası mücadele dünyasında şirketlerin verdiği görevlerin insanlar tarafından itaatkâr bir biçimde yerine getirilmesinin kökleri bu boğucu, felç edici belirsizlik hissinde ve belirsizlikten doğan korku, stres ve endişededir. Son vurucu güç olarak da hiyerarşinin her düzeyinde karşılaşılabilen, işten çıkarılma ve onunla birlikte kişinin geçim imkânını, sosyal haklarını, toplum içindeki yerini ve insanlık onurunu kaybetmesi gibi sürekli bir tehdit söz konusudur.
Dayanışma bugüne kadar bütün toplumlarda bir kesinlik bu yüzden de bir güven, öz güven ve cesaret sığınağı ve garantisi olarak hizmet vermiştir. İşte Neo-liberal teori ve pratiğin asıl kurbanı bu dayanışma olmuştur. Neo-liberal ‘’Toplum yok, birey var’ düşüncesiyle gemi azıya almış bireyciliğin etkilediği aile, insanın kendi yaralanabilir ve geçici olduğu kabul edilen varoluşuyla demir atabileceği emniyet verici, kalıcı bir liman değildir artık. Bireyselliğin ürkütücü ve acımasız gücünü yenmek için başvurulacak stratejik alan muamelesi yapmak pek mümkün değildir.
Devrimci bir proje tasarlamak! 
Devrimci bir proje tasarlayabilmek için bugüne bir yerinden ‘tutunmak’ gerekir. Ancak ‘’bugüne tutunmak’’ çağdaş insanların içinde bulundukları durumda eksik olan bir özelliktir. Şu anki durumlarında en önemli manivela ve koruyucuların hiç biri üzerinde değil tek, tek birkaç kişi ile birlikte bile uygulanan bir denetime, bir yargılama hakkına bile sahip değiller. Bazı manivelalar daha şimdiden ‘’gerileme’’, ‘’rasyonalizasyon’’, ‘’piyasa talebinde düşüş’’, ‘’küçültme’’ gibi çeşitli adlar verilen güçlerden darbe yemişlerdir. Her darbe ondan şimdilik kurtulan herkes için bir mesaj taşır. Mesaj açıktır: ‘Herkes gereksizleşebilir ya da herkesin yerini başka biri alabilir. Şu anda ne kadar yüksek ve güçlü görünürse görünsün her türlü toplumsal mevki uzun vadede istikrarsızdır.’’
Darbeler belli bir hedef gözetir ama yol açtıkları yıkımı gözetmezler. Yarattıkları korku her tarafa dağılır ve bu korku bilinci ve bilinçaltını taciz eder. Yükseklere tırmanmak için insanın ayağını yere sağlam basması gerekir. Ama zeminin kendisi giderek daha sallantılı, dengesiz, dayanıksız ve güvenilmez hissi vermektedir. İstikrarsızlık durumu bütün geleceği belirsizleştirir ve kişinin kolektif olarak isyan edebilmesi için ihtiyaç duyduğu geleceğe ilişkin o asgari umuda engel olur. İş mevcut şekliyle hayatta kalmanın maliyetlerini zaman, zaman başarsa da böyle bir güvenlik sunamamaktadır. Sosyal yardımdan işe giden yol insanı güvenlikten güvensizliğe götürür.
Genelde kolektif eylemin bir amacı ve güdüsü olarak ‘iyi toplumun’ solup gitmesine ve insan dayanışmasının ve ortak davalara sahip olma bilincinin filizlenip olgunlaşabileceği alanların tedricen yıpratılmasına karşı gösterilen direncin düşmesine çağdaş erkek ve kadınların ezici çoğunluğunun yaşam dünyalarının bu yapısal istikrarsızlığı neden olur. Güvensizlik daha fazla güvensizliği besler. Mesele siyasi eylem kılıcı nereye vurulursa en etkili sonuç alınır onu bulmaktır.  
İnsanların psikolojik yönden kendileri için anlamlı sayılacak ve tarihsel yönden de bir şeye yarayacak etkinliğe sahip kuruluşlar, birlikler bulup bunlara karşı içlerinde bağlılık duymadıkları dönemlerde siyasal ve ekonomik alanda topluma da yakınlık ve bağlılık duymadıkları anlaşılmaktadır. Günümüzün etkin iktidar kuruluşları dev şirketler, erişilmesi güç devlet kurumu ve ordudur. Bir yandan bunların, bir yandan ailenin ve küçük yakın toplulukların baskısı altındaki birey kendini güvenceye alabilecek ve güçlü hissetmesini sağlayacak araçlardan yoksun bulunmaktadır. Birey için gerçekten canlı gerçekten anlamlı bir siyasi hayatın yerini ‘’tepeden’’ yönetim almış, altlarda ise bir siyaset boşluğu meydana gelmiştir.
Ancak hayat böyle olmak zorunda değildir. Kriz yönetimine indirgenen siyaset nasıl siyasetten kaçışı körüklüyorsa, sorumlulukların paylaşılması da vatandaşların yitirdikleri ya da duyurmaktan vazgeçtikleri sesleri yeniden çıkarmalarına yardım edecektir. İnsanların kulluktan kendilerini kurtarmaları doğru olduğu gibi, her şeyden önce kendilerini yaşadıkları toplumun onları soktuğu halden kurtarmaları gerektiği de doğrudur. Böylesi bir devrim kendiliğinden olamaz. Çünkü böylesi bir kendiliğindenlik yalnızca yerleşik sistemden türeyen değer ve hedefleri ifade edecektir. Sınıflı bir toplumda radikal muhalefetin kuram ve pratiğinde eğitilmiş ve denenmiş, kabul edilmiş liderliğin işlevi, kendiliğinden protestoyu, dolaysız ihtiyaç ve özlemleri geliştirme ve toplumun radikal yeniden yapılanması için aşma şansı olan örgütlü eyleme çevirmektir.
Özel dertler bir araya toplanmaları ve yoğunlaşıp siyasi bir güç haline gelmeyi güçleştiren bir biçimde tanımlanıyor genellikle. Toplumun çelişkileri her birimize zarar veriyor, aptallaştırıyor, tıkıyor, çarpıtıyor. Bu çelişkilerin çözümü devrimin kendisinin eseri olacağı için, hareket de bunlardan etkilenecektir.  Fakat bu çelişkiler kavranmalı, strateji geliştirmek için kullanılmalıdır. Hiçbir birey ya da gurubun kurtuluş deneyi, savaştığı sistemin bu buluşmasından kaçamaz. Zarar getirecek unsurlar bir kenara bırakılamaz bunlarla kendi zeminlerinde savaşılmalıdır. Bu da içinde bulunulan durum tarafından tanımlanmış siyasi çerçeve içinde yürütülmemesi gerektiği, düzenin içinde, düzenin devrimci eleştirisinin sürdürülmesi gerektiği anlamına gelir.
Bencilliğin yerini yardımlaşmanın alacağından bahsetmek hayalcilik değildir. Yardımlaşma ve dayanışma ilkel toplumlarda çok geçerliydi ve insanın evrensel karakter özelliği olarak vardı. İnsanın doğasının bir parçası olarak gösterilen bencillik, rekabet, servet birikimi gibi eğilimler meta üretimi ile doğdu. Üretici ve tüketiciler arasındaki dayanışma ve yardımlaşmanın temelini sağlayacak olan üretim ve değişim ilişkilerinde ki devrimdir. Bu devrim günlük hayata yansımalı, maddi ve sosyal ayrıcalıkların yok oluşu belirginleşmelidir.

Hiç yorum yok: