16 Aralık 2016 Cuma

Demokratik Çözüm İçin Fırat’ın Doğusunda Özerklik Referandumu Yapılmalıdır


Ferhan Umruk
Tayyip Erdoğan tarafından Dolmabahçe görüşmeleri inkar edilip, çözüm masası devrildikten sonra sürecin şiddeti doğuracağı aşikardı. Bunun ilk işareti de 20 Temmuz 2015’te Suruç’tan Kobani’ye yardım götürmek isteyen sosyalist gençlerin IŞİD tarafından bombalanarak katledilmesi oldu.
özerklik
Suruç katliamının sonrası akan kanın ardı arkası kesilmiyor. Yüzlerce sivil, asker, polis, gerilla, direnişçi hayatını kaybetti, kaybetmeye devam ediyor.



Burada kıyamete dönen bu atmosferin tek tek örneklerini vermek gerekmiyor. Hepimiz bu kanlı süreci izliyor, vahametin giderek derinleştiğini farkediyoruz. Kuşkusuz, bu farkındalığın Fırat’ın batısı ile Fırat’ın doğusu arasındaki açı farkı da derinleşiyor.

Zaman zaman silahların susmasına karşın, süregiden savaş bugün artık nitelik değiştirmiş bulunuyor. Bugüne kadar kırda, dağlarda süren savaş artık Kürt şehirlerine sıçramış, şehir savaşlarına dönüşmüş durumda. Bu gelişme savaşın nitelik değiştirdiğini gösteriyor.
Şimdiye kadar gerillaya karşı dağları taşları tanklarla, toplarla bombalayan ordu, bugün tanklarla sivil halkında bulunduğu şehirleri bombalamakta, sivillerin, çocukların, yaşlıların, kadınların ölümüne sebep olmaktadır. Bombalanan evlerin bodrumlarına sığınan onlarca insanın yanarak öldürülmesinin Kürt halkı üzerinde yarattığı duyguların derinliğini anlamak için biraz vicdan sahibi olmak yeterlidir.
Elbette demokratik çözümü reddeden devletin savaşa sürdüğü asker ve polislerin hayatını kaybetmeleri savaşın iki taraflı acısını gözler önüne seriyor.
Peki, bir kıyamete dönüşen bu kanlı sürecin sona ermesi için silahlar sussun diyerek kederli mesajlar vermek yeterli midir?
Acılara ağıt yakmak, silahlar sussun çağrısı yapmak, savaş karşıtı naif ifadeler politik çözüm önerileri olmaktan uzak. Bu davranışlar, artık ayan beyan ortaya çıktığı üzere, Kürtlarin Suriye’de olduğu gibi statü kazanma doğrultusunda ilerlemeleri karşısında devletin, bugün için AKP-Ordu ittifakının güdüsel tepkisi karşısında etkisiz kalıyor. Aynı şekilde en temel demokratik haklar olan anadil hakkı ve Kürt kimliğinin tanınması talepleri reddedilen direnişçiler için de bu çağrılar karşılıksız kalmaktadır.
Yaşadığımız coğrafyada bugün politik yarılmaları belirleyen faktörün kimlikler üzerinden olduğu hakikatini görmek zorundayız. Seçim sonuçları haritalarında da görüldüğü üzere kutuplaşma üç odak üzerinde şekillenmektedir. AKP’de odaklaşan muhafazakarlık ve islamcılık, CHP’de odaklaşan Kentli-Laik ve Alevi kesimler ve HDP’de odaklaşan Kürt halkı politik yarılmanın siyasi özneleridir.
Şu anda savaşa dönüşmüş olan en şiddetli çatışma Kürt meselesi üzerinde yoğunlaşmış bulunuyor. Ancak bu sorun demokratik yolla aşılamazsa önümüzdeki süreç İslamcı-Laik çatışmasının da muhtemel olduğunu gösteriyor.
Şu anda sistem partileri ve güçleri domuz topu gibi toparlanarak Kürt halkının taleplerine karşı birleşmiş durumda ve akan kanı artıracak savaşın yanındadırlar. Buna karşı sistem dışı olan sosyalistlerin siyaseti okuyarak toplumsal meşruiyeti sağlayacak politik hat geliştirmeleri gerekiyor. Sürecin öne çıkarttığı dinsel ve etnik kimliğinden dolayı ezilenlerin taleplerinin demokratik-politik somut çözümünü ortaya koymaları gerekiyor. Türkiye’de bu sorunlar aşılmadan sosyal mücadelenin önünün açılamadığı da aşikardır.
Bu bakımdan Türkiye’nin siyasi gidişatını belirleyen kimlik sorunlarının çözümünde sosyalistler inisiyatif göstermek zorundadırlar.
Masa devrilene kadar çözüm süreci içerisinde yapılan görüşmeler demokratik çözümün mümkün olduğu yanılgısına sebep olmuştu. Bu yanılgının temel sebebi de görüşmelerin kapalı kapılar ardında yapılmasını kabul ederek, halk desteğinin öneminin yeterince kavranmamasıdır. Fırat’ın doğusunun da, Fırat’ın batısının da halk desteğini alamadıkça demokratik çözüm beklentisi, beklenti olmakla kalır, yeni çatışma süreçlerini beslemekten öte bir sonuç yaratamaz.
Mesele, özerklik, anadil, statü talep eden yerlerde yaşayan halkın kararına başvurarak çözülür. Bu yerlerin neresi olduğu aşikardır. Bu yerler Fırat’ın doğusundaki Kürt illeridir. O halde demokratik talepleri için bedel ödeyen, bedel ödemekte olan Kürt halkının kararına başvurulmalıdır. Bunun yolu da Fırat’ın doğusunda yapılacak bir referandumdur.
Referandum konusunun özerklik olması Fıratın doğusundaki Kürt İllerinde yüzde 80-90’lara varan seçmen desteğini alan HDP’nin programında Türkiye’den ayrılmanın değil, birlikte aynı topraklarda, aynı sınırlar içinde demokratik özerklikle yaşama talebinin dile getirilmesindendir. Evet, bazı Kürt siyasi partileri federasyon talebinde bulunmaktadırlar ama toplumsal bir desteğe sahip değillerdir.
Kuşkusuz HDP’nin programında yer alan demokratik özerlik talebinin etnik kimliğe dayalı olmadığını, bütün Türkiye’yi kapsayan bir çözüm önerisi olduğunu bilmekteyiz.Ancak ortada olan hakikat bir başka biçimde tecelli etmektedir. Özerklik, özyönetim talebiyle direnen kitleler bunu ne İzmir’de, ne Yozgat’ta, ne de Samsun’da dile getiyorlar. Bunu dile getirenler Cizre’de Sur’da, Nusaybin’de, İdil’de sokaktalar ve bodrumlarda can veriyorlar. Kuşkusuz muktedirlerin savaşa sürdüğü askerler de orada can veriyor. Savaş Türk’ün de Kürt’ün de ölüm tuzağı haline gelmiş bulunuyor.
Türkiye bugün iki referandum ve iki yolla karşı karşıyadır. Ya savaşı dayatmış olan ve Türk usulü faşizmi doğuracak Erdoğan’ı Başkan yapacak bir referandum ya da silahların susup, akan kanı durduracak Fırat’ın doğusunda yapılacak özerklik referandumu. Birincisi Türkiye halkının yıkımına sebep olacak Ortadoğu’da ki etnik ve mezhep çatışmalarına sürükleyecek kanlı yoldur. İkincisi demokratik çözümle sağlanacak barışın yoludur.
Silaha değil, halkın kararına başvurma önerisi olan özerklik referandumu hem Türk halkı hem de dünya halkları bakımından toplumsal meşruiyet kazanma gücüne sahiptir . Demokratik çözümün arkasına alacağı güç devletler mahfilleri değil halkların ta kendisidir.

Hiç yorum yok: