16 Aralık 2016 Cuma

Ötekinin Yok Edilişi Üstüne Yaratılmış Türklük Algısı Sorunu


Mahmut Balpetek
      AKP iktidarının genelde Suriye,  özelde ise Rojava politikası Kürt sorununun çözümü ya da çözümsüzlüğünde tayın edici nitelikteydi.Dolayısıyla, bugün adına “temizlik operasyonu” denilen aylarca süren sokağa çıkma yasakları ve uygulanan şiddeti, Rojava’daki gelişmelerden bağımsız ele alarak anlamlandırmaya çalışmak eksik bir yaklaşım olur.
680x350cc-v-23-04-15-ermeni-ressam-arshile-gorkyin-yasami3
Bu eksik yaklaşımdan çıkarılacak güncel görevlerin de bir o kadar sorunlu olması kaçınılmazdır.Yani, AKP iktidarının,Kürtlerin Rojava’da verdiği özgürleşme mücadelesine karşı sürdürdüğü vekalet savaşının  akıbeti ile Kuzey Kürdistan’da geliştirdiği politikalar arasında doğrudan bir ilişkinin var olduğunu akıldan çıkarmamak gereklidir.


Bir başka ifade ile coğrafyasının bölünmüşlüğü nedeni ile bölgesel bir mesele niteliğine haiz olan Kürt sorunu bölgeye dönük politik tutumlardan bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu bağlamda bölgedeki politik gelişmeler ve güç ilişkileri, bütün/parça ilişkisine uygunluk içinde etkileşim göstermektedir.Kimi zaman parça bütünü, kimi zaman bütün parçayı etkiler. Hakeza bir parçada yaşanan diğer parçayı etkileyebilme kapasitesi içerebilmektedir.Kürt sorununa yaklaşırken bu spesifik pozisyonunun ona verdiği niteliksel farklılıklarla birlikte bakmak,  sorunu doğru kavramak açısından anahtar işlevi görmektedir.
   Buna mukabil, Cumhurbaşkanlığı seçiminin ardından yargı, yürütme ve yasamanın  iradesini teslim alan saray,  ülkenin siyasi yapısında fiilen yapmaya çalıştığı restorasyonun ve bunun semptomlarını hesaba katmadan varılacak doğru sonuç yoktur.
                                
                                   Kobani Direnişi, Rojava Zaferine Karşı Tutsak Edilen Şehirler    
2014 yılı Ekim ayı Rojava için hayati  öneme sahip bir ay olarak tarihe kazındı.Türkiye, Katar, gibi ülkelerin  desteklediği IŞİD’in Kobani’yi kuşatması, devamında şehrin bir bölümünü işgal etmesi, YPG güçlerinin IŞİD ile şehirde barikat savaşı vermek durumunda bırakmıştı.Kuşatma altındaki Kobani’ye insani yardım dahil her hangi bir destek için Türkiye’nin  koridor açmaması konusunda katı bir tutum sergiledi. Bu arada, IŞİD’e her türden lojistik destek sağlayan AKP iktidarı, Kobani’nin düşmesini bekliyordu. RTE’nın  “Kobani düştü düşecek” sözlerinin Kürt ve sol demokrat kamuoyunda yarattığı infial, 35 kişinin ölümüne neden olan, tarihe  “Kobani olayları” diye  yazılacak çatışmaların patlak vermesine yol açtı.
    Kobani direnişinin zaferle sonuçlanması, aynı zamanda Türkiye’de Kürt sorunun kaderini de belirlemiş oldu.Ekim olayları yani kobani direnişi ile dayanışmada en direngen davranan şehirler, iktidarın kırmızı çizgisine girdi. Bugün sokağa çıkma yasaklarının  ve saray saldırısına maruz kalan yerleşkeler bu direnişi gerçekleştirenlerdir.Ekim direnişi ve Kobani zaferi ile birlikte rehin alınan “Kürt sorunu” yerini Kürtlerin mekansal ve fiziki olarak rehin alınmasına bıraktı. Bu vesile ile iktidarın  Kürt sorununa yaklaşımında, inkar dönemine geri dönüş eğilimi ağırlık kazanmış  oldu.
  Yani düşünülenin aksine saray saldırıları planlarını ne 8 Haziran ne de 1 Kasım’da kararlaştırdı. Karar 2014 Ekim direnişi ile birlikte alındı.Uygulama için uygun zaman kollandı. 1 Kasım seçimleri sonrası bunun startı verilmiş oldu.
                  AKP  iktidarı süresince izlediği dış politika bir bütün olarak  hüsranla sonuçlandı.Büyük Ortadoğu projesinin başkanlığı, bölge liderliği gibi büyük hesap ve arayışları içindeyken, ülkeyi yalnızlık ve izole olmuşluk batağına sapladı.Suriye politikasını bütünü ile Kürtlerin statü elde etmesini engellemek üzerine kuran AKP, Kobani zaferinden sonra kabul etmese de siyaseten yenildiğinin  ayrımına vardı. AKP ülkeyi hızla yalnızlaştırırken, Kürt özgürlük güçlerinin Şengal katliamı ve Rojava’da gösterdikleri  insani çaba ve direngen mücadele, dünya kamuoyunun sempatisine mazhar oldu. Kürt özgürlük güçlerinin değişen “imajı”  kendilerine yeni bağlaşıklıklar kurması ile sonuçlandı.Rejimin yalnızlaştığı periyotta Kürt siyasal dinamiği düne kadar onları tanımaktan, görmekten kaçınan güçlerle diyaloğa kurma yolunu açmış oldu.Yani dünya ölçeğinde rejimin siyasal kapsam alanı büzülürken,Kürt özgürlük güçlerinin kapsam alanı genişlemeye devam etmektedir.Bu tablo rejimin ülke içine yönelmesinde başat rol oynadı. Hedefine Rojava’dan en çok cenaze gelen, Kobani ile dayanışmada en fazla direnen ve HDP’nin en fazla oy aldığı yerleşkeleri aldı. Dünya’da eşi benzeri görülmemiş uzunluktaki sokağa çıkma yasağı ile bu yerleşkeleri birer toplama kampına dönüştürerek jenosit politikasını devreye sokmuş oldu. Bu bağlamda Rojava’da ki başarıda payı olan bu yerleşim birimlerini toplama kampına çevirerek, halkın iradesini, onurunu çiğnemeye çalışmak, yetmediği durumda katliam uygulayarak rövanş almaya çalışmaktır. Kaldı ki, Kobani düşmüş dolayısı ile Rojava’da Kürtler yenilgiye uğramış olsaydı,Türkiye’de Kürtleri bekleyen son farklı olmayacaktı. Bunun nedeni, AKP bölgeye dönük siyasal paradigmasını Kürtlerin bölgesel  güç olmasını engellemek üzerine kurmuş olmasındandır.    
                                 Sur’da Gedik Açmak,  ve  Direnme Hakkı
      Cumhurbaşkanı ablukalar ve yaşananlar hakkında görüşünü N. F. Kısakürek ”Sur’ da bir gedik açtık mukaddesini mukaddes, Ey kahpe rüzgar artık nereden esersen es…” şiiri ile özetledi. Bu yaklaşım sadece bu günü değil yaşanacakların da anlatısı nitelikteydi. Sokağa çıkma yasakları, ablukalar, doğmamış çocuk, yediden yetmişe Kürtlerin katledilmesi şimdilik Sur’da açılmış bir gediktir. Gündeminde savaşı derinleştirmek, gediği genişleterek “Sur”ları yerle yeksan etme vardır.Bu anlayış karşısında halkın direnmesi, barikatlar kurması kaçınılmaz bir sonuçtur.Halkın bu direnişini hangi gerekçe ile olursa olsun itibarsızlaştırmaya çalışmak, ülkenin kaderini tirana teslim etmek ile eş anlamlıdır. Halk “Sur”ların için de günlerce aç susuz, elektriksiz ,bırakılarak toplu ölüme mahkum edilirken, kaderinize razı olun direnmekten vazgeçin çağrıları dağın öte yakasında duyulmayan naif ve bir o kadar beyhude sesleniş olmanın  ötesine gitmemekte gidememektedir.
    Yüz yıl önce çoğunluğu Ermeni  olan  Diyarbakır’ın Sur ilçesi, Osmanlı kolluk güçleri tarafından ablukaya alınmış ve Deyrizor çöllerine sürgüne zorlanmıştır. Bir asır sonra yeni Osmanlıcılar Kürtleri bilinmeyen bir yere doğru sürgüne göndermek üzere yeniden abluka altına almış durumdadır. Dün Ermenilerin yaşadıklarının  bugün Kürtlere yaşatılmak istenmesi tarihin ironisi olsa gerek.
Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta ise öz yönetim ilanları ile barikatların kurulmasının eş zamanlı gerçekleşmesinin yol açtığı yanlış anlaşılmalardır.
Barikatlar , rejiminin abluka ve kuşatmasına karşı  halkın kendini korumak için kurmak zorunda kaldıkları öz savunma biçimidir.
Öz yönetimlerin ilanı ise Kürtlerin birlikte yaşama beyanı ve kendi kendilerini demokratik yol ve yöntemlerle yönetme iradesinin beyanıdır.
 Bu iki bağlamı birbirine karıştırmak aralarında dolaysız bağ kurmak yaşananları anlamayı güçleştirmektedir.
                                Rejim Krizi ve Demokrasi Güçlerinin Güncel Görevi
     Türkiye’nin yönetim biçimi Cumhurbaşkanı seçimi ile birlikte, 12 Eylül  cunta hukuku  rafa kaldırılarak, keyfi bir biçimde saray uhdesine bırakılmıştır. Bir başka ifade ile biçimsel   de olsa güçler ayrılığı, parlamenter sistem ilga edilmiş bunun yerine defakto bir biçimde  tiranlık ilan edilmiştir. Parlamento sorunlarını çözme adresi olmaktan çıkarılarak, sarayın emrine amade edilmiştir. Yaşananların sonucu olarak, bugün hukuki dayanağı olmayan bir yönetim modeli ortaya çıkarılmıştır. Dolaysıyla, aldığı oy oranından bağımsız olarak iktidarın meşruiyetinde irtifa kaybı  gözlenmektedir. Devletin “Sur”’larda uyguladığı şiddet onun gücünü değil, içine girdiği krizin dışa vurumudur. Sorunu siyaseten çözemeyen rejim içine düştüğü güçsüzlüğü bölgede dehşet saçarak perdelemeye çalışmaktadır. Kelimenin gerçek anlamıyla rejim “Kürtler” karşısında  derin bir krizi yaşamaktadır. Kürtlerin eskisi gibi yönetilmek istememeleri, rejimin de onları eskisi gibi yönetememesi krizin derinleşmesine yardım ve yataklık yapmaktadır.Bu bağlamda denilebilir ki, Türkiye’nin kaderi, Kürtlerin direnişinin akıbeti ile doğrudan ilintilidir. Ya direniş sistemin demokratikleştirilmesi ile sonuçlanacak , ya da daha da despotik yapısını ülkenin batısına da boca edecek. Yine bu bağlamda krizi, olanağa çevirmek, demokratik bir ülke inşa edebilmek batı yakasının sol, sosyalist, emek ve demokrasi güçlerine büyük görev düşmektedir. Ülke coğrafyasının her yerleşkesinde bütün muhaliflerin direniş göstermesi kendini güncel görev olarak dayatmaktadır. Batı yakası üstüne düşen görevi laiki ile ifa ettmemesi durumunda, başta sol, sosyalist güçler, Aleviler, sekuler yaşam tarzını benimseyenler ve muhalefet odağı görülen ODTÜ ve benzeri kurum ve kuruluşlar, saldırıların yeni hedefi olacaklardır. Sarayın ufkunda “temizleme operasyonları” ile,muhalefet odaklarını ezmek, başkanlık sistemini referanduma götürme hesabı yatmaktadır.
                                       Sorunlara Kaynaklık Eden Sorunlu Türklük Algısı
     İttihat Terakki’nin başlattığı, Cumhuriyet Türkiye’sinin tamamladığı Türk kimlik inşası, tekçi bir algıya dayanmaktadır. Yani, Türklük algısı ötekinin yok edilişinin üzerine bina edilmiştir.Türk ve Müslüman sentezli kimlik, İttihat Terakki’ye Ermeni soykırımını,  kuruluş ile birlikte Cumhuriyet rejimine Rum tehcirini ardından Kürtleri asimile etmek için bir dizi katliam  gerçekleştirdi. Sorunlu olarak inşa edilmiş varlığı diğerinin yok edilmesi üzerine inşa edilmiş kimlik, tarih boyunca katliam ve tehcirin başat nedeni ola gelmiştir. Kendi vatandaşını mütemadiyen dış güçlerin maşası hainler olarak gören bu görüş, devletin katliam yapmasını kolaylaştıran bir unsur olduğu gibi, diğer kimlikleri şeytanlaştırarak, genç yaşlı, kadın, çocuk katliamlarını sevinçle karşılamalarını olanaklı kılmaktadır.
Türkiye’de farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesi, dolayısıyla tarihi ile yüzleşebilmenin yolu, bu algının yıkılması ve yerine farklılıklarla birlikte yaşama kültürünü içkin kılan Türklük algısının inşasından geçmektedir.Yani tarihimiz ve günümüz sorunlara gebe olan, bu algı derdest edilmeden yarattığı sonuçları ortadan kaldırmak adeta imkansızdır.

Hiç yorum yok: